27 -
İctihâd ne demekdir?
Müctehid kime denir?.
27 - Seyyid
Abdülhakîm efendi “rahmetullahi aleyh” (Eshâb-ı kirâm) kitâbında
buyuruyor ki, (İctihâd, insan gücünün yetdiği kadar, ya’nî cehd ile zahmet
çekerek çalışmak demekdir. Ya’nî, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh
ve açık bildirilmemiş bulunan ahkâmı ve mes’eleleri, açık ve geniş anlatılmış
mes’elelere benzeterek, meydâna çıkarmağa uğraşmakdır. Bunu ancak Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” ve Onun Eshâbının hepsi ve diğer müslimânlardan
ictihâd makâmına yükselenler yapabilir ki, bu çok yüksek insanlara, (Müctehid)
denir. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, ictihâd etmeği emr
ediyor. O hâlde, ma’nâları açıkça anlaşılmayan âyet-i kerîme ve hadîs-i
şerîflerin derinliklerinde bulunan ahkâm-ı islâmiyyeyi ve mesâil-i dîniyyeyi,
mefhûm ile ve delâlet ile anlıyabilen büyüklere, ya’nî mutlak müctehidlere,
ictihâd etmek farzdır. Müctehid olmak için, arabî yüksek ilmleri temâmen bilip,
Kur’ân-ı kerîmi ezber bilmek, her âyet-i kerîmenin ma’nây-ı murâdîsini, ma’nây-ı
işârîsini ve ma’nây-ı zımnî ve iltizâmîsini bilmek ve âyet-i kerîmelerin
geldikleri zemânları ve gelme sebeblerini ve ne hakkında geldiklerini, küllî ve
cüz’î olduklarını, nâsih veyâ mensûh olduklarını, mukayyed veyâ mutlak
olduklarını ve kırâet-i seb’a ve aşereden ve kırâet-i şâzzeden nasıl
çıkarıldıklarını bilmek, Kütüb-i sittedeki ve diğer hadîs kitâblarındaki,
yüzbinlerce hadîsi ezberden bilmek ve her hadîsin ne zemân ve ne için îrâd
buyurulduğunu ve ma’nâsının ne kadar genişlediğini ve hangi hadîsin diğerinden
önce veyâ sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu hâdiseleri ve hangi vak’a ve
hâdiseler üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakl ve rivâyet olunduğunu
ve nakleden kimselerin ne hâlde ve ne ahlâkda olduklarını bilmek, fıkh ilminin
üsûl ve kâ’idelerini tanımak, oniki ilmi ve Kur’ân-ı kerîmin ve hadîs-i
şerîflerin işâretlerini, rumûzlarını ve açık ve kapalı ma’nâlarını kavramak ve
bu ma’nâlar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli îmân sâhibi olmak ve itmînân ile
dolu, nûrlu ve sâf bir kalbe ve vicdâna mâlik olmak lâzımdır. İctihâd ve tefsîr
hakkında, fârisî (Redd-i Vehhâbî) kitâbında uzun bilgi vardır. (Redd-i
Vehhâbî) kitâbı, 1264 h. de Delhîde ve 1415 de İstanbulda tab’ edilmişdir.
Bütün bu
üstünlükler, ancak Eshâb-ı kirâmda ve sonra, ikiyüz sene içinde yetişen, ba’zı
büyüklerde bulunabildi. Dahâ sonraları, fikrler, re’yler dağılıp, bid’atler
çıkıp yayıldı. Böyle üstün kimseler azala azala, dörtyüz sene sonra, bu şartları
hâiz kimse, ya’nî mutlak müctehid olarak meşhûr olan görülmedi). Hicretden
dörtyüz sene sonra, müctehide ihtiyâc da kalmadı. Çünki, Allahü teâlâ ve Onun
Resûlü Muhammed aleyhisselâm, kıyâmete kadar hayât şekllerinde ve fen
vâsıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan ahkâmın
hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar.
Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni hâdiselere nasıl tatbîk edileceklerini,
tefsîr ve fıkh kitâblarında bildirirler. (Müceddid) denen bu âlimler
kıyâmete kadar mevcûddur. (Fen vâsıtaları değişdi. Yeni hâdiselerle
karşılaşıyoruz. Din adamları toplanarak yeni tefsîrler yazılmalı, yeni
ictihâdlar yapılmalıdır) diyerek, nasslara ilâveler, değişiklikler yapmak lâzım
olduğunu savunanların (Zındık) ve islâm düşmanı oldukları anlaşılır.
İslâm düşmanlarının en zararlısı ingilizlerdir.
İslâm
düşmanlığı, zulm, istibdât, hîle ve hıyânet üzerine kurulmuş olan İngiliz
İmperatorluğu, Kanada ve Avustralya ile Asyada ve Afrikada kırk memleketi kültür
emperyalizmi ve kuvvet yolu ile işgâl ederek, ingiliz sömürgesi yapdı. İğrenç
ingiliz politikası gereği olarak önce bu ülkelerin dilleri, dinleri, örf ve
âdetleri tahrib edildi. Sonra da yeraltı ve yerüstü zenginlikleri sömürüldü. Her
dürlü direnme kanlı bir şeklde basdırıldı. İslâm dînini öğreten bütün medrese ve
mektebleri de kapatdılar. Halka doğru yolu gösterebilecek bütün âlimleri ve din
adamlarını, hattâ talebeleri bile öldürdüler. Yeni nesillerin dinsiz yetişmesi
için de İslâm dînini öğreten kitâbları imhâ etdiler.
1877 de
Osmânlı-Rus harbi esnâsında, İngiltere, Hindistanın ilhâkını îlân ederken,
Midhat Pâşanın desteğini dahâ önceden garantilemişdi. Çünki, Midhat Pâşa, meşhûr
İskoç locasına kayıdlı olması sebebi ile ingiliz hükûmeti tarafından ingiliz
ajanı gibi kullanılarak, Osmânlı Devletini harbe sokmuş ve Sultân Abdül’azîz
Hânı da şehîd etdirmişdi.
Batıya
şartlandırılan devlet adamları ile Batılı uzman olarak görevlendirilen ajanların
işbirliği sâyesinde; “Fen bilgisi din adamına lâzım olmaz!” iftirâsında
bulunarak, medreselerden fen dersleri kaldırıldı. Ondan sonra da, fen
bilgilerinden mahrûm edilen din adamlarını, “Fen bilgilerinden anlamadıkları”
gerekçesi ile, câhillik ile suçlayıp, horlamak sûretiyle gençleri dinden
soğutdular.
|