| 
 
    
24 -  
Âhıret bilgileri, 
    aklın dışındadır. Bunlara akl ermez   
24 — (Elmünkızü-aniddalâl) 
kitâbında diyor ki: Akl ile anlaşılan şeyler, his uzvları ile anlaşılanların 
üstünde olduğu ve bunların yanlışını çıkardığı gibi, ya’nî his uzvlarımız, akl 
ile anlaşılan şeyleri anlıyamıyacağı gibi, akl da, Peygamberlik makâmında 
anlaşılan şeyleri kavramakdan âcizdir. İnanmakdan başka çâresi yokdur. Akl, 
anlıyamadığı şeyleri nasıl ölçebilir. Bunların doğru ve yanlış olduğuna nasıl 
karâr verebilir? 
Nakl yolu ile 
anlaşılan, ya’nî Peygamberlerin “aleyhimüsselâm” söyledikleri şeyleri, akl ile 
araşdırmağa uğraşmak, düz yolda güç giden, yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak 
için zorlamağa benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, yâ 
yıkılıp canı çıkar. Yâhud, alışmış olduğu düz yola kavuşmak için sağa, sola ve 
geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyâlar harâb olur. Akl da, yürüyemediği, 
anlıyamadığı âhıret bilgilerini çözmeğe zorlanırsa, yâ yıkılıp, insan aklını 
kaçırır veyâ bunları alışmış olduğu, dünyâ işlerine benzetmeğe kalkışarak, 
yanılır, aldanır ve herkesi aldatır. Akl, his kuvveti ile anlaşılabilen veyâ 
hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile 
ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmağa yarayan, bir mi’yârdır, bir âletdir. 
Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara eremiyeceğinden, şaşırıp kalır. O 
hâlde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla danışmaksızın inanmakdan başka 
çâre yokdur. Görülüyor ki, Peygamberlere “aleyhimüssalâtü vesselâm” tâbi’ olmak, 
aklın gösterdiği bir lüzûmdur ve aklın istediği ve beğendiği bir yoldur. 
Peygamberlerin, aklın dışında ve üstünde bulunan sözlerini, akla danışmağa 
kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Gecenin koyu karanlığında bilinmiyen 
yerlerde, pervâsızca yürümeğe ve engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol 
almasına benzer ki, her ân uçuruma, girdâba düşebilirler. Nitekim, felsefeciler 
ve tecribeleri hayâlleri ile îzâha kalkışan maddeciler, aklları dışında bulunan 
sözlerinin çoğunda yanılmış, bir yandan birçok hakîkatleri meydâna çıkarırken, 
bir tarafdan da, insanların se’âdet-i ebediyyeye kavuşmalarına mâni’ 
olmuşlardır. Tecribelerin dışına taşmıyan akl sâhibleri, bu acıklı hâli, her 
zemân görmüş ve bildirmişdir. Misâlleri çokdur. Felsefecilerin üstâdlarından 
olan Aristo için meşhûr Alman kimyâgeri profesör (F.Arnd)ın da, İstanbulda 
çıkan, türkçe (Tecribî kimyâ) kitâbındaki (Fen ve ilm terakkîsinin, hemen 
hemen binbeşyüz sene içinde durmuş olması, kısmen Aristo felsefesinin 
kabâhatidir) yazısı, bu doğru sözlerden biridir. 
Dîn-i islâmda 
aklın ermediği şeyler çokdur. Fekat, akla uymayan birşey yokdur. Âhıret 
bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibâdet şeklleri, 
eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, 
binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzûm kalmazdı. İnsanlar, dünyâ ve âhıret 
se’âdetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri 
boş yere ve lüzûmsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akl, âhıret bilgilerini 
bulamıyacağı, çözemiyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asrda, dünyânın her 
tarafına,  Peygamber göndermiş ve en son ve kıyâmete kadar değişdirmemek üzere 
ve bütün dünyâya, Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselâmı göndermişdir. Bütün 
Peygamberler, akl ile bulunacak dünyâ işlerine dokunmayıp, yalnız bunları 
araşdırmak, bulup fâidelenmek için çalışmağı emr ve teşvîk buyurmuş, kendileri 
dünyâ işlerinden her birinin, insanları ebedî se’âdete ve felâkete nasıl 
sürükliyebileceklerini anlatmış ve Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği 
şeyleri açık olarak bildirmişlerdir. O hâlde, insâf etmeli ki, Allahü teâlânın 
sonsuz kudretinin inceliklerini meydâna çıkaran, bugünkü teknik bilgilerden ve 
tecribelerden haberi olmayan ve islâm büyüklerinin kitâblarını okuyup anlamak 
şöyle dursun, bunların ismlerini bile işitmemiş olduğu, sözlerinden anlaşılan, 
bir câhilin, felesof maskesi, gazete yazarı perdesi altında çalışan bir kâfirin, 
tâm olmayan aklı ile, ortaya atdığı bir düşünce, nasıl olur da, Allahın 
Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” sözlerinden üstün tutulur? 
Peygamberimizin kitâblarımızda yazılı ilm, sıhhat, fen, ahlâk, hak, adâlet ve 
bütün se’âdet kollarını kavrayan ve bindörtyüz seneden beri dünyânın her 
tarafında gelmiş, ilm, tecribe ve akl sâhiblerini hurmet ve hayranlıkda bırakan 
ve hiç birisinde kimse tarafından bir kusûr ve hatâ bulunmamış olan, emrleri ve 
sözleri, bir câhil sözü ile nasıl lekelenebilir? Bundan dahâ büyük bedbahtlık ve 
zevallılık olabilir mi? Tâm akl, şaşmıyan, yanılmayan akldır. Etrâfa düşünceler 
savuran bu câhil, değil aklın erişemiyeceği şeylerde, belki kendi günlük 
işlerinde, hiç yanılmadığını iddi’â edebilir mi? Böyle bir iddi’âya, kimse 
inanır mı? Değil bir insan, bugün en akllı tanınan hıristiyanların, kendi 
aralarında, en akllıları olarak, seçdikleri meb’ûsları, bütün aklları ile, bütün 
ilmleri ile, başbaşa vererek, yapdıkları kanûnları, az zemân sonra, yine 
kendileri beğenmeyip değişdiriyor. Yeryüzünde hiç bozulmıyan ve 
değişdirilemiyecek birşey vardır ki, o da Allahü teâlânın Kur’ân-ı kerîmi ve 
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîfleri, ya’nî mubârek 
sözleridir. 
Ahkâm-ı 
islâmiyyeyi iyice kavramış ve bugünkü medeniyyetin temelini teşkîl eden, fen 
kollarının târîhçesini incelemiş bir fen adamı, pek açık olarak görür ki, târîh 
boyunca hiçbir zemânda, hiçbir teknik başarı, hiçbir fennî hakîkat, islâmiyyete 
karşı durmamış, dâimâ ona uygun bulunmuşdur. Nasıl uygun olmasın ki, tabî’ati 
incelemek ve madde ile kuvvet üzerinde çalışmak ve fen bilgilerinde akla 
güvenmek, islâmiyyetin emr etdiği şeydir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok 
yerlerinde, (Sizden evvel gelip geçenlerin hayâtlarını, gitdikleri yolları ve 
başlarına gelenleri, gözden geçirip, onlardan ders alınız. Yerleri, gökleri, 
canlıları, cansızları ve kendinizi inceleyiniz! Gördüklerinizin içini, özünü 
araşdırınız. Bütün bunlarda yerleşdirmiş olduğum kuvvetimi, kudretimi, 
büyüklüğümü ve hâkimiyyetimi bulunuz, görünüz, anlayınız!) meâlinde emrler 
buyurmakdadır. 
Îmânın altı 
şartından birincisi, Allahü teâlânın var olduğuna inanmakdır. Fen bilgisi olan 
akllı bir kimse, bunu düşünerek kolayca anlayabilir. Îmânın diğer şartları ve 
bütün ibâdetler, bundan sonra öğrenilir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmin birçok 
yerinde, kâfirleri, neden akllarını kullanmadıkları için ve neden yerleri, 
gökleri ve kendilerini inceliyerek düşünmedikleri ve böylece îmâna 
kavuşmadıkları için, azarlamakda ve aşağılamakdadır. (Ma’rifetnâme)de 
diyor ki, (Büyük islâm âlimi Seyyid Şerîf Cürcânî, aklı olan, iyi düşünen bir 
kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamağa, çok yardım eder 
diyor. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, astronomi ve 
anatomi bilmiyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini anlıyamaz). 
Evet, Îsâ 
aleyhisselâmın hak olan dîni, az zemân sonra düşmanları tarafından sinsice 
değişdirilmişdi. Bolüs adındaki bir yehûdî, Îsâya inandığını söyliyerek ve 
Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek, gökden inen İncîli yok etdi. Dört kişi 
ortaya çıkıp, oniki Havârîden işitdiklerini yazarak, İncîl adında dört kitâb 
meydâna geldi ise de, Bolüsün yalanları, bunlara da karışdı. Barnabas [Barnabée] 
adındaki bir Havârî, Îsâ aleyhisselâmdan işitdiklerini ve gördüklerini doğru 
olarak yazdı ise de, bu Barnabas İncîli de yok edildi. Uydurma İncîller zemânla 
çoğalarak, her yerde başka bir İncîl okunur oldu. [Kitâbın sonundaki ism 
cedvelinde (Barnabas) ismine bakınız!] Büyük Kostantin putperest iken, 
nasrâniyyeti kabûl etmiş ve İstanbul şehrini büyültüp i’mâr etmiş ve 
Kostantiniyye ismini vermişdi. Bütün İncîllerin birleşdirilmesini emr etmiş, 
mîlâdın 325. ci senesinde, İznikde 319 papazı toplayıp, yazdırdığı yeni İncîle 
eski dîni olan putperestlikden de birçok şey sokdurmuşdu. Noel gecesinin yılbaşı 
olmasını da kabûl etmiş, yeni bir hıristiyanlık dîni kurulmuşdu. Îsâ 
aleyhisselâmın İncîlinde ve Barnabasın yazdığı İncîlde Allahın bir olduğu 
bildirilmişdi. Eflâtûnun ortaya atdığı teslîs [Trinite] fikri, ilk yazılan dört 
bozuk İncîlde yer almışdı. Kostantin, bu teslîs fikrini de yeni İncîle koydurdu. 
Aryûs ismindeki bir papaz, bu yeni İncîlin yanlış olduğunu, Allahın bir olup, 
Îsâ aleyhisselâmın, Onun oğlu değil, kulu olduğunu söyledi ise de, bunu 
dinlemediler, hattâ aforoz etdiler. Aryûs Mısra kaçdı ve orada tevhîdi neşr etdi 
ise de, öldürüldü. 
Kostantinden 
sonra gelen krallar, Aryûsün mezhebi ile, yeni hıristiyanlık arasında şaşkın 
oldu. İstanbulda ikinci ve sonra üçüncü, dahâ sonra, İzmir ile Aydın arasında 
bulunan Efes [Ephesus]de dördüncü ve Kadıköyde beşinci ve İstanbulda altıncı 
meclisler kurulup, yeni yeni İncîller meydâna çıkdı. Nihâyet, Alman papazı, 
Luther Martin ve Calvin [Kalven] 931 [m. 1524] senesinde son değişiklikleri 
yapdı. Bu yeni İncîle inanan hıristiyanlara (Protestan) denildi. Böylece, 
hıristiyanlık dîni, akl ve hakîkat dışında, acâib bir şekl aldı. Avrupada 
hıristiyanlığa karşı, yerinde olarak yapılmış olan hücûmlar, İslâmiyyete karşı 
nasıl tevcîh olunabilir? 
Âhıretde 
azâblardan kurtulmak, ancak Muhammed aleyhisselâma tâbi’ olmağa bağlıdır. Onun 
gösterdiği yolda giden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Ona tâbi’ olan, 
Allahü teâlâya sâdık kul olmak se’âdetine erer. Dünyâya gelmiş olan 
yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygamberin en büyükleri, Ona tâbi’ olmağı istemişdir. 
Mûsâ “aleyhisselâm” Onun zemânında bulunsaydı, O büyüklüğü ile berâber, Ona 
tâbi’ olmağı severdi. Îsâ aleyhisselâmın gökden inip, Onun dîni yolunda 
yürüyeceğini herkes bilir. Onun ümmeti olan müslimânlar, Ona tâbi’ oldukları 
için, bütün insanların hayrlısı ve en iyileri oldu. Cennete gireceklerin çoğu 
bunlar oldu ve Cennete herkesden önce gireceklerdir. 
                                                |