| 
 
18 
    -  
    BİRİNCİ CİLD - 165.MEKTÛB
      
                      
                      (İmâm-ı Rabbânî Ahmedî Fârûkî Serhendî) 
    
    Resûle tâbi’ olmak 
    nasıl olur? Evlâd terbiyesi.  
18 - Ona tâbi’ 
olmak (Ahkâm-ı islâmiyye)yi beğenip, seve seve yapmak ve Onun emrlerini 
ve islâmiyyetin kıymet verdiği, üstün tutduğu şeyleri ve âlimlerini, sâlihlerini 
büyük bilip, hurmet etmekdir ve Onun dînini yaymağa uğraşmak demekdir ve Allahü 
teâlânın emrlerine uymak istemeyenleri sevmemekdir. 
[Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Hepiniz bir sürünün çobanı 
gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emrleriniz 
altında olanları Cehennemden korumalısınız! Onlara müslimânlığı öğretmelisiniz! 
Öğretmez iseniz mes’ûl olacaksınız). Bir kerre de buyurdu ki, (Çok 
müslimân evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir. Çünki, 
bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düşüp ve yalnız 
dünyâ işleri arkasında koşup, evlâdlarına müslimânlığı ve Kur’ân-ı kerîmi 
öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da, benden uzakdır. Çocuklarına 
dinlerini öğretmiyenler, Cehenneme gideceklerdir). Yine buyurdu ki, 
(Çocuklarına Kur’ân-ı kerîm öğretenlere veyâ Kur’ân-ı kerîm hocasına 
gönderenlere, öğretilen Kur’ânın her harfi için, on kerre Kâ’be-i mu’azzama 
ziyâreti sevâbı verilir ve kıyâmet günü, başına devlet tâcı konur. Bütün 
insanlar görüp imrenir). Yine buyurdu ki, (Çocuklarınıza nemâz kılmasını 
öğretiniz. Yedi yaşına gelince, nemâzı emr ediniz. On yaşına gelince kılmazlar 
ise, döverek kıldırınız). Yine buyurdu ki, (Bir müslimânın evlâdı ibâdet 
edince, kazandığı sevâb kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, 
günâh öğretirse, bu çocuk ne kadar günâh işlerse, babasına da o kadar günâh 
yazılır). İbni Âbidîn nemâzın mekrûhları sonunda buyuruyor ki, (Kendinin 
yapması harâm olan şeyi çocuğa yapdıran kimse, harâm işlemiş olur. Oğluna ipek 
elbise giydiren, altın takan ve içki içiren, kıbleye karşı abdest bozduran, 
kıbleye ayak uzatmasına sebeb olan kimse, günâh işlemiş olur). (Mürşid-ün-nisâ)daki 
hadîs-i şerîfde, (Zevcesinin ve çocuklarının haklarını îfâ etmiyenin 
nemâzları, orucları kabûl olmaz) buyuruldu. 
İmâm-ı Gazâlî 
“rahmetullahi aleyh”, (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında buyuruyor ki, (Meselâ 
kızların, kadınların açık gezmeleri harâmdır. İnce, dar, süslü, renkli şeylerle 
örtünerek gezmeleri de harâmdır. Böyle gezenler, Allahü teâlâya âsî oldukları, 
günâha girdikleri gibi, bunların başında bulunan, baba, zevc, birâder ve amcadan 
hangisi, böyle gezmeğe rızâ verir ise, bu da, ısyân ve günâhda ortak olur). 
Dîn-i islâmın 
temeli, îmânı, farzları ve harâmları öğrenmek ve öğretmekdir. Allahü teâlâ, 
Peygamberleri “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bunun için göndermişdir. Gençlere 
bunlar öğretilmediği zemân, islâmiyyet yıkılır, yok olur. Allahü teâlâ, 
müslimânlara (Emr-i ma’rûf) yapmağı emr ediyor. Ya’nî, benim emrlerimi, 
bildiriniz, öğretiniz diyor ve (Nehy-i anilmünker) emr ediyor. Ya’nî, 
yasak etdiğim harâmları bildiriniz ve yapılmasına râzı olmayınız, diyor. 
Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyuruyor ki, (Birbirinize müslimânlığı 
öğretiniz. Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ, en kötünüzü başınıza 
musallat eder ve düâlarınızı kabûl etmez). Ve buyurdu ki, (Bütün 
ibâdetlere verilen sevâb, Allah yolunda gazâya verilen sevâba göre, deniz 
yanında bir damla su gibidir. Gazânın sevâbı da, emr-i ma’rûf ve nehy-i 
anilmünker sevâbı yanında, denize nazaran bir damla su gibidir). İbni 
Âbidîn, beşinci cild sonunda (Fıkh âliminin müslimânlara sağladığı fâidenin 
sevâbı, cihâd sevâbından çokdur) diyor. 
Hülâsa evlâd, 
ana baba elinde bir emânetdir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher 
gibidir. Mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemişdir. 
Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl 
olur. Çocuklara îmân, Kur’ân ve Allahü teâlânın emrleri öğretilir ve yapmağa 
alışdırılırsa, din ve dünyâ se’âdetine ererler. Bu se’âdetde anaları, babaları 
ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alışdırılmaz ise, bedbaht 
olurlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı, ana, baba ve hocalarına da verilir. 
Tahrîm sûresinde altıncı âyet-i kerîmenin meâl-i şerîfi, (Kendinizi ve 
evlerinizde ve emrlerinizde olanları ateşden koruyunuz!)dur. Bir babanın, 
evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden korumasından dahâ 
mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da, îmânı ve farzları ve harâmları 
öğretmekle ve ibâdete alışdırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla 
olur. Bütün fenâlıkların başı, fenâ arkadaşdır. 
Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem” (Bütün çocuklar müslimânlığa uygun ve elverişli 
olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra anaları, babaları hıristiyan, yehûdî ve 
dinsiz yapar) sözü ile müslimânlığın yerleşdirilmesinde ve yok edilmesinde 
en mühim işin, gençlikde olduğunu bildiriyor. O hâlde, her müslimânın birinci 
vazîfesi, evlâdına islâmiyyeti ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmekdir. Evlâd, büyük 
ni’metdir. Ni’metin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagogie),
ya’nî çocuk terbiyesi, islâm dîninde çok kıymetli bir ilmdir. 
İslâm dînine 
karşı olanlar da, bu mühim noktayı anladıkları içindir ki, asrımızın en 
tehlükeli dinsizlik ocağı olan mason ve komünistler, (Gençliğin ele alınması 
birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetişdirmeliyiz) diyorlar. 
Masonlar, İslâmiyyeti yok etmek ve Allahü teâlânın emrlerinin öğretilmesini ve 
yapdırılmasını engellemek için (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din 
bilgilerini büyüyünce kendileri öğrenirler) ve (Hepimiz bütün kudretimiz ile, 
îmân hürriyyeti fikrini dünyâya yaymağa sarılmalıyız ve localarımızda verdiğimiz 
kararları her memlekete yerleşdirmeliyiz. Din kardeşliğini yok edip, bunun 
yerine mason kardeşliği getirmeliyiz. Dinleri yok etmekden ibâret olan mukaddes 
gâyemize, bu sûretle kavuşacağız) diyorlar. 
O hâlde, 
müslimânlar din câhillerinin hîlelerine, yalanlarına aldanmamalı, onların 
okşayıcı, aldatıcı, yardımsever sözlerine inanmamalıdır. Müslimânlar, 
birbirlerine (Emr-i ma’rûf) eder ve (Nehy-i münker) eder. 
Bugün, her 
memleketde gençlere, kemiklerinin, adalelerinin, ellerinin, ayaklarının, hâsılı 
her uzvunun kuvvetlenmesi, güzelleşmesi ve âhenkli olması için, beden 
hareketleri, kültür-fizik öğretiliyor ve yapdırılıyor. Beyin çalışmalarının ve 
rûhî fe’âliyyetlerinin inkişâf etmesi ve tâzelenmesi için hesâb, hendese, 
psikoloji kâideleri ve tatbîkâtı ve kanlarını harekete getirerek hücrelerini 
temizletecek ekzersiz fizikler ezberletiliyor ve yapdırılıyor. Bütün bunlar ve 
dünyâ işlerinde lâzım olacak bilgiler, bir ders ve vazîfe hâline konup 
çalışdırılırken, dünyâ ve âhıretin hakîkî se’âdetini ve insanların râhat, huzûr 
ve her dürlü inkişâf ve terakkîlerini ve Allahü teâlânın rızâsını ve sevgisini 
kazandıracak olan îmânın, islâmın, farzların, vâciblerin ve sünnetlerin ve 
halâlin öğretilmesi ve yapdırılması ve harâmların ve kâfirliğe sebeb olan 
şeylerin öğretilip, bunlardan sakınılması bir kabâhat ve vicdânlara tecâvüz 
şeklinde gösterilir ise, doğru mu olur? Bugün, bütün hıristiyan memleketlerinde, 
bir çocuk dünyâya gelir gelmez, buna kendi dinlerinin îcâblarını yapıyorlar. Her 
yaşdaki insanlara, yehûdîliği ve hıristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. 
Müslimânların îmânlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan 
yapmak için, sandık doluları kitâb, broşür ve sinema filmlerini islâm 
memleketlerine gönderiyorlar. Meselâ, hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmı, Allahü 
teâlânın [hâşâ] oğlu sanıyor ve Allahü teâlâya (Baba), (Allah baba) diyorlar. 
Yazdıkları romanlarda ve filmlerde, (Allah baba bizi kurtarır) gibi şeyler 
söylüyorlar. Hâlbuki, Allahü teâlâya (Baba), (Allah baba) diyen kimsenin îmânı 
gider, kâfir olur. Müslimânlar, böyle hîleli filmlere gitmemeli, romanları 
okumamalıdır. İşte bunun gibi, dahâ nice yollarla, gençliğin îmânını, sinsice 
çalıyorlar. Bu uğraşmalarına, insanlığa hizmet, demokrasi rejiminin bahş etdiği 
bir hak ve hürriyyet diyorlar da, bir müslimânın, bir din kardeşine, Allahü 
teâlânın emrlerini hâtırlatmasına, din propagandası, gericilik ve vicdân 
hürriyyetine tecâvüz denirse, haksızlık olmaz mı? 
Müslimân 
olmıyanların, müslimânlığa karşı nazariyyeler, fikrler yürütmesi, gâyet tabî’î 
karşılanıp da, müslimânların, (Ehl-i sünnet) âlimlerinin bildirdikleri 
hakîkî, doğru müslimânlıkdan bahs etmesine ve Muhammed aleyhisselâmın ışıklı 
yolunu göstermesine irticâ’, te’assub, gericilik ve yobazlık gibi ismler 
takarak, cürm, bölücülük şeklini vermeğe, bu ma’sûmları, lekelemeğe kalkışmak, 
bir gericilik, bir yobazlık, bir te’assub değil midir? Bu temiz rûhlu, ileriyi 
görüşlü, ilme, ahlâka, fenne, fazîlete koşan fâideli insanlara ibtidâî, gayr-ı 
tabî’î adam demek ve müslimânlığı beğenmiyenlere asrî, aydın ve uyanık insan 
demek, bir kin ve bozgunculuk olmaz mı? Bir tarafdan, din serbestdir, Allah ile 
kul arasına girilmez, herkes vicdânının ilhâmına göre Allahını tanır ve tapar 
sözünü ileri sürerek, Emr-i ma’rûfu ve Nehy-i münkeri durdurup, ecdâdımızdan 
mîrâs kalan îmânımızı söndürmeğe çalışıp, diğer tarafdan, müslimânlığı bozmak, 
yok etmek için, (Yahova şâhidleri) denilen misyonerlerin, hîleler ve plânlar ile 
hâzırladıkları zehrli kitâb ve mecmû’alar, yaldızlı i’lânlarla, reklâmlarla 
gençliğin önüne sürülürse, müslimânlar incinmez mi? 
Kâfirler, 
müslimânlığı dünyâdan kaldırmağa uğraşıyor, bu çalışmalarında öncülüğü 
ingilizler yapıyor. Bütün gayretlerine rağmen, gençlerin, müslimânlığı merâk 
edip araşdırmağa başlamasına bile, tehammül edemiyerek, Ehl-i sünnet âlimlerinin 
“rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sözleri kulaklarına gelince, tepeden 
tırnağa kadar gayz, kin ve intikâm ateşi ile kızıyorlar. Mecmû’alarında, 
gazetelerinde, televizyonlarında sarık, tesbîh, sakal resmleri yaparak, 
hortlatılan kara kuvvet: İrticâ’, diyorlar. Îmânsızlıklarının cezâsı olarak, 
vücûdları ve rûhları, Cehennem ateşinde, sonsuz yanacağı gibi, habîs rûhları, 
dünyâda da, böyle kızıp yanmakdadır. Böyle gazete ve televizyon çok zararlıdır. 
Müslimânlar, 
birbirine hurmet eder, yardıma koşar. Din yolunda ve dünyâ işlerinde sıkıntıda 
görünce kurtarırlar. Ramezân-ı şerîfe, oruc tutanlara, câmi’lere, ezâna, nemâz 
kılanlara, Allah yolunda yürüyenlere sevgi ve saygı gösterir. Kur’ân-ı kerîm 
okunurken, sessizce ve saygı ile dinlerler. Kur’ân-ı kerîmi her kitâbın üstünde 
bulundurup, üstüne birşey koymazlar. Çalgı ve içki âlemlerinde, oyun arasında, 
eğlence yerlerinde okumazlar. Uygunsuz okunurken, susduramazlar ise, dinlemeyip 
uzaklaşırlar. Kur’ân-ı kerîmi veyâ yapraklarını veyâ satırlarını veyâ 
kelimelerini ve bütün muhterem ve mubârek ismleri ve yazıları, hakîr ve aşağı 
yerlerde görünce, kalbleri sızlayıp hemen kaldırırlar. Kul ve hayvan haklarını 
gözetirler. Kâfirlerin, turistlerin de mallarına, canlarına ve ırzlarına 
saldırmazlar. Vergilerini zemânında öderler. Kanûnlara karşı gelmezler. İslâmın 
güzel ahlâkı ile yaşıyarak herkesin sevgi ve saygısını toplarlar. Kâfirler ise, 
Kur’ân-ı kerîmi ve mevlidi ve bütün mubârek ismleri ve yazıları, hurmetden, 
kıymetden düşürmeğe çalışır. Bunları, Allahü teâlânın yasak etdiği yerlerde ve 
şekllerde okurlar ve okuturlar. Müslimânlığın aşağı gördüğü, pis dediği şeyler 
arasına yazarlar. Paketlerde, eğlence masalarında, örtü olarak kullanılmaları ve 
horlanılmaları ve yerlerde sürüklenmeleri için, mecmû’alara, kâğıd parçalarına 
ve gazetelere basarlar. Temsillerde, mizâhlarda, komedilerde, karikatürlerde, 
filmlerde, plâklarda, televizyonlarda ve radyolarda, müslimânlarla ve din 
büyükleri ile ve Allahü teâlânın emrleri ile alay ederler. Bütün buralarda 
müslimân olarak pis, gülünç bir serseriyi gösterirler. Ya’nî, müslimânları ve 
müslimânlığı tahkîr ederek, onu sevimsiz ve nefrete şâyân olarak tanıtırlar. 
Müslimân büyüklerine ve müslimânlığın büyük tanıdığı şeylere çirkin ismler 
takarlar. Müslimânlar, bu gibi gösterileri ve sözleri ve yazıları ve gazeteleri 
görmeğe, dinlemeğe gitmemeli ve almamalı ve okumamalıdır. Îmânlarını çaldırmamak 
için, çok uyanık olmalıdır. Bir din âlimini beğenmiyen veyâ bir din kitâbını 
kusûrlu, hatâlı bulan bir kimse, eğer nemâz kılıyor, oruc tutuyor, harâmlardan 
sakınıyor ise, bu kimsenin sözü veyâ yazısı incelenmeğe, o âlim veyâ kitâb 
üzerinde durulmağa değer. Din kitâbına, din adamına, dil uzatan kimse, ibâdet 
yapmıyor ve harâmdan sakınmıyor ise, onun sözünün bir iftirâ, bir din düşmanlığı 
olduğunu anlamalı ve inanmamalıdır. Din adamlarını  “rahmetullahi teâlâ aleyhim 
ecma’în”, din kitâblarını lekelemek, bugün din düşmanlarının âdeti ve silâhı 
olmuşdur. Âlimin kıymetini ancak âlim anlar. Gülün kıymetini bülbül, altının 
ayârını kuyumcu, incinin hâlisini de ancak kimyâger anlar. 
Müslimânlar, 
Allahü teâlânın yasak etdiği, zararlı şeyleri almaz, kullanmaz, dinlemez, okumaz 
ve bakmaz. Kimseye kötülük yapmaz. Kendine zarar verene karşılık yapmaz. Sabr 
eder. Ona tatlı dil ile, güler yüz ile nasîhat verir. Müslimânlar, Allahü 
teâlânın emr etdiği iyi şeyleri öğrenmek, öğretmek ve yapmak için uğraşır. Fen 
bilgilerini kâfirlerde de araşdırır. Târîh boyunca, insanlığın üstün bir varlık 
olduğunu düşünemiyenler, islâm dînine düşmanlık etmiş, gençleri aldatmağa 
uğraşmış ve hiç ummadıkları bir zemânda yıkılıp, o, sımsıkı sarıldıkları dünyâ 
zevklerini bırakmış, Cehenneme gitmişlerdir. Çoğunun ismi unutulmuş, nâm ve 
nişanları kalmamış, fekat islâm güneşi nûrunu dünyâya yaymağa devâm etmişdir. 
Kâfirler, 
dünyânın dışı tatlı, içi acı olan ve dışı yaldızlı, içi zehrli olan ve 
başlangıcı hoş, sonu boş olan râhatlığına ve güzelliğine sarılıyor. Müslimânlar, 
Kur’ân-ı kerîmin emrlerine, ya’nî Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” 
yoluna sarılmalı ve bu ışıklı yolda ilerlemeğe durmadan çalışmalıdır. Dinde 
sonradan meydâna çıkan, din düşmanları, (Dinde reformcular) tarafından ve 
câhil, ahmak kimseler tarafından uydurulan, bid’atlerden sakınmalıdır.] 
Peygamberimiz 
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Bid’at sâhibi olanlara, [ya’nî 
Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında ve onun dört halîfesi 
zemânlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydâna çıkarılan, uydurulan sözleri, 
yazıları, usûlleri ve işleri, ibâdet olarak, inananlara, yapanlara ve 
yapdıranlara] hurmet eden, dirilerini ve ölülerini medh eden, bunları büyük 
bilen, dîn-i islâmı yıkmağa, dünyâdan kaldırmağa yardım etmiş olur) 
buyuruyor. 
Her müslimân, 
hem îmânını korumağa, kapdırmamağa çalışmalı, hem de, Allahü teâlâya ve Onun 
Peygamberine inanmıyan kâfirleri sevmemelidir. [Fekat, sevmediklerine de, 
kötülük, zulm yapmamalı, kâfirlere ve bid’at sâhiblerine tatlı dil ve güler yüz 
ile nasîhat etmelidir. Onların felâketden kurtulmalarına, se’âdete kavuşmalarına 
çalışmalıdır.] Mazher-i Cân-ı Cânân buyuruyor ki, (Kâfirleri ve bid’at 
sâhiblerini ve açıkca günâh işlemeğe devâm eden fâsıkları sevmememiz emr olundu. 
Bunlarla konuşmamalı, evlerine, toplantılarına gitmemeli, selâm vermemeli, 
arkadaşlık yapmamalıdır. Zarûret ve ihtiyâc olduğu zemân, zarûret mikdârı kadar, 
bu yasaklara izn verilmişdir. Bu zemân, onlarla ihtilât câiz olur ise de, kalbin 
yine onları sevmemesi lâzımdır). 
Cihâd, câhil 
ana, babaların ve dünyâ çıkarları için uğraşan papasların ve keyfleri, zevkleri 
için zulm, işkence yapan şeflerin aldatdığı, inletdiği insanları küfrden, 
felâket yolundan kurtarmak, onları güç kullanarak, islâm ile şereflendirmekdir. 
Cihâd, küfr, işkence ve kötülük içinde yetişdirilmiş, karanlığa atılmış 
zevallıları, islâm ışığı ile aydınlanmalarına mâni’ olan diktatörlerin, 
sömürücülerin zararlarını yok etmek için, cânını, malını fedâ etmekdir. 
İnsanları, sonsuz Cehennem azâbından kurtarmak, sonsuz Cennet ni’metlerine 
kavuşdurmak için, zor kullanmakdır. Cihâdı ferdler değil, hükûmet yapar. 
Ferdlerin başkalarına saldırmalarına cihâd değil, çapulculuk, barbarlık denir. 
Cihâda katılamıyanın, mücâhidlere düâ etmesi farzdır. Kâfirler, cihâd sâyesinde 
zâlimlerin işkencelerinden kurtularak îmân ile şereflenir. İslâmiyyeti duyup, 
anladıkdan sonra, îmân etmiyenlerden, islâm devletinin adâleti altında yaşamağı 
kabûl edenlerin dînine, cânına, mâlına dokunulmaz. Bunlar, islâmın adâleti, 
şefkati altında hür ve râhat yaşar. Cihâd sâyesinde, hiçbir kâfir, işitmedim, 
bilseydim inanırdım diyemiyecekdir. Müslimânların cihâd etmek için çalışması, 
kuvvetlenmesi farzdır. Çalışmaz, cihâd etmezse, bütün insanlığa büyük kötülük 
etmiş olur. 
                                                |