Yerli
yabancı ilim adamlarının katıldığı bir konferansta konuşan Amerikalı biyolog
Prof. Dr. Kenneth Cumming dedi ki:
Evrim
efsaneye dayanır. Şöyle ki, Enuma Elish destanı Yunan filozoflarını çok
etkiledi. Thales, Aristo ve Platon felsefi teorilerini Sümerler’in destanından
esinlenerek oluşturmuşlardı. Yunan filozoflarının doktrinleri ise Lamarck’a
kadar uzandı. Lamarck ilk defa, canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini
söyleyerek konuyu güncelleştirdi. Lamarck, bugünkü zürafaların geçmişte
boynunun kısa olduğunu, ancak ağaçların yüksek dallarına uzandıkça boyunlarının
da uzadığını iddia etmişti. Genetik biliminden habersizdi. Bugün böyle bir
gelişimin, biyolojik olarak imkânsızlığı ispat edilmiştir. Lamarck’tan sonra,
bu safsatayı Darwin tekrar gündeme getirdi.
Darwin’in
fikirleri, temel olarak gözlemlere ve doğal seleksiyon, ayıklama adını verdiği
bir mekanizmaya dayanır. Buna göre bütün canlılar, ortak bir ataya sahiptir ve
türler bu ortak atadan zamanla, yavaş yavaş çeşitlenerek ortaya çıkmıştır.
Darwin’in
zamanında genetik ve mikrobiyoloji gibi hücre ve üreme konularına bilimsel
açıklamalar getiren bilimler mevcut değildi. Bunun için iddialarına karşı,
kesin bir şey söylenemiyordu. Bu bilimlerin ortaya çıkması, Darwin’in teorisini
temellerinden sarstı. Bu durumda evrimciler de yeni yollar aramak durumunda
kaldılar ve teoriye mutasyon mekanizması eklendi.
Bu
iddiaya göre, mutasyonlar, yani canlının genetik şifresi DNA’da meydana gelen
hasar, bozulma ve kopmalar neticesinde yeni canlılar oluşuyordu ve doğal
seleksiyon bunları ayıklayarak güçlülerin hayatta kalmalarını sağlıyordu.
Oysa
bu durum teoriyi kendi içinde bile çelişkili hale getirmişti. Çünkü mutasyonlar
canlıya zarar verip yaşama şansını azaltıyordu. Zaten çok nadiren meydana gelen
bir mutasyon, üstelik de kazanılan özelliğin bir sonraki nesle aktarılabilmesi
için ancak üreme hücrelerinde olması gerekirken, canlıya büyük zarar veriyordu.
Tek bir faydalı mutasyonu tanımlamak bile çok zorken, türü değiştirebilecek bir
mutasyonlar zincirini düşünmek imkânsızdı.
1953’de
Miller bir deney gerçekleştirdi. Evrimcilerin iddialarındaki doğal seleksiyon
mekanizmasının tek bir örneğinin bile mevcut olmadığını, çeşitli sebeplerden
dolayı hayvan toplulukları sayılarında değişme yaşandığını, ancak hiçbir zaman
bir kedinin köpeğe, bir çamın meşeye dönüşmediğini ispat etti. Moleküler
düzeyindeki incelemelerinde, aminoasitlerin yapılarının evrimle
açıklanamayacağı görüldü.
Bütün
canlılarda, rastgele değil, çok muntazam bir dizayn vardır. Buna göre canlı
organizmalar, bir makinenin parçaları gibi yüzlerce, binlerce parçanın, daha
doğrusu sistemin birlikte çalışmasıyla hayatlarını devam ettirmektedirler.
Bu
çok sayıdaki parçanın herbiri birbiri ile mükemmel bir uyum içinde
çalışmaktadır. Mesela vücudun savunma sistemleri, organizmanın korunması için
antikor oluşumu, hücre temizliği ve iltihabi reaksiyon gibi karmaşık metotlar
kullanırlar. Yara tamiri, kan pıhtılaşması gibi birçok döngü reaksiyonları
meydana getirirler. Olayların kendine has oluşları ve kontrolün oluşumu üst
düzey bir dizayna işaret etmektedir. Böyle üstün bir dizayn tesadüfler sonucu
ve rastgele oluşmuş olamaz. Bu, bir sisteme ait olan ve birbiriyle uyumlu bütün
parçaların, ancak o sistemi bütünüyle tanıyan bir Yaratıcı tarafından ortaya
çıkarılmış olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu parçaların her birinin
yapısı, iç mekanizması ve işleyişindeki harikalık da o yaratıcının varlığına birer
delildir.
[Kur’an-ı
kerimde ilk insanın topraktan, neslinin ise nutfeden yaratıldığı bildiriliyor.
İlim ilerledikçe Kur’an-ı kerimin bildirdiği bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.]