Ülkemize
gelen Paleontolog Prof. Dr. Duane Gish, verdiği konferansta özetle dedi ki:
Canlıların
kökenini araştırmak için başvurulabilecek en somut deliller, fosil
kayıtlarıdır. Yani yaratılış veya evrimden, hangisinin doğru olduğunu
saptayabilmek için, fosil kayıtlarının, hangisini desteklediğini incelemek
gereklidir. Evrimciler, “Tesadüflerle, ilkelden gelişmişe doğru bir ilerleme
kaydederek bugüne gelindi” diyorlar. Evrim gerçek olsaydı, evrimcilerin iddia
ettikleri yüz milyonlarca yıl boyunca gerçekleşen evrim sürecinde, yüz
milyonlarca canlı, kendinden önceki bir türden bir sonraki türe doğru
gelişecekti. Bu ise, kaçınılmaz olarak yüz milyonlarca “ara-geçiş formu”nun
varlığını gerektirirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir.
Fosil
kayıtlarının evrimi desteklemediği ortadadır. Kediler hep kedi, maymunlar hep
maymun ve insanlar hep insan kalmışlardır. Evrimciler çarpık değerlendirmeler
yapıyor. Kendi teorilerine uydurmaya çalıştıkları zamanlama metotlarını sık sık
değiştirerek, yeni ortaya çıkan bilgilerin ışığında evrimi geçerli kılmaya
çalışıyorlarsa da, bu çabaların faydasız olduğunu da biliyorlar.
Başlangıçta
umduğu fosillerin bir türlü bulunamadığı görülünce, fosil kayıtları ve
teorisinin birbirleriyle tutarsızlığını açıklamak için, Darwin’in bulduğu
çözüm, yani fosil kayıtlarının çok eksik olduğu iddiası ileri sürüldü. Oysa şu
anda Darwin’in döneminden beri 120 yıl geçti ve fosil kayıtları çok miktarda
arttı. Bugün 250 bin farklı türün fosili mevcut. Ancak durum başlangıçtan
farklı değil. Hâlâ Darwin’in bulunmasını umduğu fosillerden iz yoktur.
Karmaşık
canlıların gelişmeleri için gereken milyonlarca yılda bırakmaları gereken
fosillerin hiçbirinin mevcut olmayışı, bu teoriyi herhangi bir dayanaktan
yoksun bırakır. Bu karmaşık canlıların birdenbire ve evrim açısından “dramatik”
biçimde ortaya çıkışlarını açıklamak amacıyla girişilen jeolojik, iklimsel,
atmosferik ve kimyasal çabaların hepsi çökmüştür. Bu kadar şüphe götürmez
delillere rağmen, eğer bir kimse bu karmaşık canlıların hiçbir iz bırakmadan
evrimleştiğine inandığını söylerse, elbette bu modern bilime zıttır. Bu kişi,
evrime, bilimsel gerçekler ışığında değil, bilimsel gerçeklere rağmen
inandığını kabul ediyor demektir. Nitekim evrimi savunan çevrelerin, içinde
bulunduğu durum da budur. Bu ise, evrimi bilimsellikten uzaklaştırarak bir
ideoloji haline sokmuştur.
Evrimciler
insanın maymundan evrimleştiği düşüncesinde idiler. Ancak bu evrim süreci ve
fosil kayıtları da yine en çok evrimciler tarafından şüpheyle karşılanıyordu.
Evrimcilerin, “Maymunla insan arası” olarak açıkladıkları Australapithecus
aferensis, insan gibi iki ayağı üzerinde yürümüyordu. Bazı hareketler [mesela
bir daldan meyve koparmak] için kısa süreli olarak dikilmesi, onun insan olduğu
anlamına gelmiyordu. Günümüz paleontoloji araştırmaları ise, bunun artık soyu
tükenmiş bir maymun cinsi olduğunu söylüyorlar.
Eugene
Dubois, insanın maymundan evrimleşerek geldiğini söylemişti. 1891’de önce bir
kafatası ve bundan 15 m. uzakta bir uyluk kemiği buldu. Ardından buluntulara 3
adet diş eklendi. Dubois bunların tek bir canlıya ait olduğunu iddia etmekle
kalmadı, 900 cc olarak hesapladığı kafatasından hareketle ilkel bir maymun ve
uyluk kemiğinden hareketle de dik yürüyen bir insan türü olduğunu ortaya attı.
Buna Homo erectus [Dik yürüyen maymun] adını verdi. Bu yanlış iddia,
evrimcilerce sevinçle karşılandı.
Ne
var ki, Dubois bile, bir süre sonra kendisinin de ikna olmadığını ve bunun bir
maymuna ait olduğunu düşündüğünü itiraf etti. Birçok bilim adamı da bunun
Pithecantropus türü bir maymuna ait bir kafatası olduğu konusunda birleştiler.
İkinci
örnek Pekin Adamı da bundan farklı değildir. Evrimciler hiçbir tutarlı iddia
ortaya koyamadılar, iddialarını destekleyen hiçbir fosil kaydı bulunamadı ve
evrimin, bilimsellikten uzak “İdeolojik bir çalışma” olduğu anlaşılmış oldu.