Mesnevi-yi şerif’te
nakledilmiştir:
Dekûkî, Allahü teâlânın sevgisiyle dolu ve keramet
sahibiydi. Güzel sözler söyler ve kıssa sahibi bir ârif idi. Yerde gezerken,
gökte hareket eden ay sanılırdı. Gece yürüyen insanlara, ay gibi aydınlık ihsan
ederdi. Bir mekânı, daimi makam edinmez, iki gün bir yerde durmazdı. Halka
şefkatli, âleme su gibi faydalı güzel bir şefaatçi ve duası müstecab bir büyük
zattı. Herkese annesinden daha çok şefkatli ve babasından daha merhametliydi.
Gündüz seyahat hâlinde, geceleri namazdaydı. Gözleri şahbaz, yani doğan kuşu
gibi, avını avlamak için açıktı.
Fetvada halka imam,
takvada melek gibiydi. Seyir ve seyahatte ayı geriye bırakır, dindarlıkta dinin
gıpta edileniydi. Bu takvası ve zikirleriyle beraber, Hak teâlânın has
kullarına daima talipti, onlara rağbet ederdi. Seyir ve seyahatten tek maksadı,
hâlis bir kul ile konuşmak, görüşmekti. Yollarda yürürken, (Ey Rabb-i muin! Has kullarına beni yakın et!) der
idi.
İşte, bu kıymetli
zat Dekûkî diyor ki:
Seyir ve seyahatim
esnasında bir gün yedi insanla karşılaştım. Bir dikkatle, bunlar kimlerdir diye
baktım. Yanlarına vardım. Selam verdim. İsmimle hitap ederek, (Ve aleyküm selam ey Dekûkî) dediler. (Aramızda tanışma yokken, yani daha önce sizinle
tanışmamışken, Dekûkî olduğumu, nereden keşfettiniz?) dedim.
Birbirlerine bakarak, kalbimi haber verdiler. Dediler ki, (Bu sır gizli kalmasın. Hak teâlânın muhabbeti hangi kalbde
olursa olsun, ehl-i nazar onu bilir.) O yedi kimse bana dediler ki:
(Ey
temiz kişi, sana uyup, müşküllerimizi sizin sohbetinizle hâlletmek isteriz.)
Sohbetlerinde
kendimden geçtim. Bir saat kadar bayılmışım. Allahü teâlâya yaklaştıran bütün
makamları geçtim. İmamete ehil oldum. Dediler ki bana:
(Ey
âlemin bir tanesi, bu iki rekât namazı kıldır da gönlümüz ziynetli olsun. Ey
gözümüzün nuru, imam gören olmalı, kör olmamalı. Bilmez misin ki, görmeyenin,
körün imameti mekruhtur. Çünkü necasetten kendini koruması müşkül olur.
Muradımız, bunların bâtın gözüdür. Bâtın gözü olmayan kimse, bâtınî necaseti
göremez ki, temizlensin. Zâhirî necaseti su temizler. Bâtınî necaseti,
gözyaşları temizler.)
Dekûkî imam oldu. O yedi kimse de cemaat oldular. Ne zaman
ki, namaza dâhil oldular, cemaat atlas, Dekûkî ziynet oldu. Bu itibar sahibi
olan kavim, o şöhretli imama uydular, tâbi oldular. Allahü ekber denince
kendileri kurban olup, cihandan çıkmış oldular.
Tekbirin hakiki
manası budur ki, (Ey Hüdavendi-i âlem! Bizler sana,
kurban olmuşuz. Çünkü kurban keserken İbrahim aleyhisselam, Allahü ekber dedi.
İnsan kendi nefsini Hâlıkına kurban etmek istediği zaman mutlaka Allahü
ekber der. Nefsin kurban edilebilmesi için, keskin bıçak, ancak Allahü
ekberdir.)
Vücud bu suretle
kurban edilerek, Bismillah ile namaza başlandı. Allahü teâlânın huzuruna
dâhil olundu. Kıyamet gününü düşünerek Allahü teâlânın huzurunda saf bağlayıp,
yalvardılar. Allahü teâlânın huzurunda gözyaşı dökerek, hasret, pişmanlık ve
korkuyla Kıyamet ve mahşer için hayrete düştüler. Hak teâlâ buyurur ki:
(Ey
kulum! Sana verdiğim mühlet ve fırsatlarda ne kazandın? Benim huzuruma neyle
geldin? Amellerin neticesi ve bu müddette yaptığın işlerin semeresi nedir?
Ömrünü neyle sona erdirdin? Kuvvet ve gücünü nerede tükettin? Ömrünü nerede
harcadın? O kıymetli nefesleri nerede sarf ettin? O güzel cevheri neyle
yıprattın? Beş duygu organın nereye rehber oldular? Göz, kulak ve idrak,
arşın cevherleridir. Bunlara mukabil ne satın aldın? Parlaklıkta nihayeti
olmayan ve yıldızlardan yukarı olan bu cevherleri nerede sarf eyledin? Merhamet
ederek sana verdiğim, el, ayak ve güçlü kollarınla ne yaptın? Bunlarla
kazandığın nedir?)
Böyle zor ve
korkulu suallerle Cenab-ı Hakk’ın sorguya çektiği kimse olur. Bu hitaplar kıyamda
olduğundan, hayâ ve utancından ayakta kalmaya takat getiremediğinden, beli
bükülür, rükûa varır. Rükûda tesbih ile başlanır. Bir daha ilahi ferman
gelir ki, kulun Hakk’a hesap vermesi lazımdır. Hesap görmek için başını
kaldırır. Rükûdan başını kaldırırken, isyan ve günahlarına karşı nail olduğu
hâlden ve Allahü teâlânın lütuflarından utanarak secdeye kapanır. Zillet ve
acizliğini arz etmek için en şerefli azası olan alnını toprağa koyar. Hak teâlâ
sonsuz rahmet ve merhametinden dolayı, yüzünü topraktan kaldırmasını emreder.
Yine Allahü teâlânın bu merhametini görünce, tekrar secdeye kapanır. Yine
başını kaldırmasını, Cenab-ı Hak emir ve ferman eder. Başını kaldırınca, Hak
teâlâ hitap eder, (İnceden inceye senden hesap
isterim) der. Bu ilahî hitabın heybeti, beklemeye kudret bırakmaz. O
ağır sual ve cevabın altından kalkamayacağını görür. Hak teâlâ, oturduğu yerde
hesabını emreder.
Hitab-ı ilahi şu
şekilde sudûr eder ki:
(Sana
yardımda bulundum ve şu kadar nimetler verdim. Buna karşı şükrün neydi? Sana
sermaye vermiştim. Göster ticaretini! Ne kazandın? Bana birer birer söyle!)
Hesabın dehşetinden
yüzünü sağ tarafına çevirip, Enbiya-i a’zam ve Evliya-i kirama
selam verir. Onlarla tevessül eder, onlardan şefaat diler. Yani der ki, (İşleri şefaat olan ve şefaat ederek çaresizlerin yardımına
koşan cemaat, bu kınanmışlık hâlim müşkül oldu. Bu acınacak hâlim için, eman
dilerim.) Enbiya-i i’zam derler ki: (Çare
günleri geçti. Fırsat zamanlarında tevbeyle hâline çare bulmalıydın. Vakitsiz
öten horozun başını kesmek gerektir.) Sol tarafından ümit bekler. Yakınlarına,
ahbaplarına ve dostlarına selam vererek istimdat eder. Onlardan da, (Bizden sana fayda yok) cevabını alınca, hepsinden
ümidini keserek, ellerini kaldırıp, dua eder. Der ki:
(Ey
kâinatın Hâlikı, ne sağdan, ne soldan, bana imdat yetişmedi. Hepsinden ümitsiz
oldum. Duanın kabul olduğu makamdır) diye yalvarmaya ve niyaza başlar. O zaman (Ve
zannü en-lâ melcâe minallahi illâ ileyh) hükmünce, ilahi, nihayetsiz
merhamet denizi coşup, lazım gelen ifa buyurulur.
Bu suretle
namazları da sona erdi.
Namaz kılmak, eğer
dünyada emredilmeseydi, maksudun yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Talibin
matluba erişmesine kim delalet ederdi? Namazdır ki, gamlılara lezzet bahşeder. Namazdır
ki, hastalara rahat verir. Onun için Cenab-ı Peygamber “sallallahü aleyhi ve
sellem”, (Ey Bilal! Beni ferahlandır!)
buyurmuştur. Kulun Rabbine en yakın olduğu an namazdadır. Bunu bilmeyen,
düşünmeyen kimse, namazın hakikatini anlayamaz. Onun edasına hayran olmayan kimse,
bu huşû ve tumaninetin kıymet ve kadrini idrak edemez. Namazın bütün
üstünlükleri, yazılanlardan daha çok üstündür. Onun güzelliği idrak edilemez
derecede yüksektir. Namaz, müşahede ve tecellilerden çok yüksektir. Her
ne kadar şekille kılınan namazın kâmil olarak kılınması için çalışılır ve onun
sünnet ve edeplerine riayete gayret edilirse ve kıraatin uzatılmasında, rükû’
ve secdelerin sünnete uygun olması hususuna çok uğraşılırsa, o hakikat o kadar
açığa çıkar ve onun feyzleri ve bereketleri o nispette fazla gelir. Onun
güzelliği ve üstünlüğü daha çok zuhur eder. Cenab-ı Hakk’ın inayet ve büyük
lütufları fazla tecelli eder. Dünya bağlantılarından daha çok ayrılmış olur.
Binaenaleyh bu suret namazın rükünlerini, şartlarını, sünnet ve edeplerini
tamamıyla ve ihmalsiz eda etmek hususunda
dikkat etmek, ta’dil-i erkân ve tümaninete riayet etmekte
çok mübalağa göstermek ve namazı her yönüyle iyi muhafaza etmek gerektir. Çünkü
boş işler yüzünden çok kimseler, namazlarını zayi edip, ta’dil-i erkânı perişan
eylemişlerdir. Bu gibiler hakkında cezalar bildirilmiş ve tehditler gelmiştir.
Muhbir-i sadık “aleyhissalatü vesselam” buyurmuştur ki:
(Hırsızların
en büyüğü, namazından çalandır. Yani namazın rükünlerine riayet etmez, rükû ve
secdelerini hakkıyla yerine getirmez.)
Hırsızların en
kötüsü olmaktan kurtulmak için, bu hırsızlıktan kaçınmak zaruridir. Bir defa
da, Resulullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” buyurmuşlardır ki:
(Rükû’da
ve secdelerde, belini yerine yerleştirip, biraz durmayan kimsenin namazını
Allahü teâlâ kabul etmez.)
O Server-i En’am
“aleyhissalâtü vesselam”, namaz kılan, ama rükû ve secdelerini yapmayan birini gördü. O şahsa hitaben
buyurdu ki:
(Sen
namazlarını böyle kıldığın için, Muhammed’in “aleyhissalâtü vesselâm” dininden
başka bir dinde olarak ölmekten korkmuyor musun?)
Bir defa da Peygamberimiz “aleyhissalatü vesselam” buyurdu
ki:
(Sizlerden
biriniz, namaz kılarken, rükûdan sonra kalkıp, dik durmadıkça ve ayakta her
uzvu yerine yerleşip, durmadıkça namazı tamam olmaz.)
Bir defa da
buyurdular ki:
(İki
secde arasında dik oturmadıkça namazınız tamam olmaz.)
Resulullah “sallallahü aleyhi ve sellem” namaz kılanlardan
birinin yanından geçerken gördü ki, kavme [rükudan sonra dik durma] ve celseyi
[iki secde arasında oturma] hakkıyla yerine getirmiyor. O şahsa buyurdu ki:
(Eğer
namazlarını böyle kılarak ölürsen, Kıyamet günü, sana ümmet-i Muhammed’dendir
demezler.)
Başka bir yerde de
buyurdu ki:
(Altmış
sene namaz kılıp, fakat yine namazı eda edilmiş olmayan, yani bir namazı makbul
olmayan şu kimsedir ki, rükû’ ve secdelerini tamamıyla yerine getirmez.)
Zeyd ibni
Vehb, namaz kılan bir kimseyi gördü ki, rükû’ ve
secdelerini tamamıyla yerine getirmez. O şahsı davet edip, buyurdu ki, (Ne vakitten beridir bu şekilde namaz kılarsın?) O
şahıs cevabında, (Kırk senedir) dedi. Zeyd
buyurdu ki: (Sen kırk senedir namaz kılmamışsın. Eğer
vefat edersen Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti [dini] üzere
ölmezsin.)
Mümin olan kul,
namazını eda ederken, o namazın rükûunu, secdelerini ve diğer rükünlerini yaparsa, o namaz sevinçli ve nurani olur.
Melekler o namazı göklere iletirler. O namaz da sahibine hayır dua edip, (Sen beni muhafaza ettiğin gibi Allah da seni muhafaza
etsin!) der.
Eğer namazı güzel,
tamam, edeb ve sünnetlerine uygun kılmazsa, o namaz zulmani olur. Melekler onu
kerih görerek, göklere iletmezler. Namaz da namaz kılana beddua ederek der ki:
(Ben
Hakk’ın dergâhında nur olacak bir cevherdim. Sen beni zayi ettin. Allah da seni
zayi etsin!)
Öyle ise, bu büyük
emri tamamıyla, eksiksiz olarak ciddi, gayretle ve kalb huzuruyla eda etmek,
ta’dil-i erkânla rükû’ ve secdelerini, kavme ve celseyi hakkıyla yerine
getirmek ve diğer Müslümanları da namazını tamamlamak için gayret ettirmek,
sözümüz geçenlere bildirmek ve tumaninete, ta’dil-i erkâna yol
gösteren olmak lazımdır.
Birçok kimse, bu
şekilde namaz kılmak nimetinden mahrumdur. Her kim ki bu şekilde namaz
kılmadıysa, kendisini hırsızlara dâhil etmiş ve azabı hak etmiş olur. Bu amel
terk edilmiştir. Bu ameli ihya etmek, İslamiyet’in önemli hususlarından en
önemlisidir.