Fârisî
Enis-ül-va’ızin kitabındaki bir hadis-i şerif şöyledir:
(Musibetler
çoktur. Musibetlerin en büyüğü, vakti faydasız şeyle geçirmektir.)
Bu hadisin ravisi,
müminlerin annesi ve hanımların seyyidi Aişe-i Sıddika’dır “radıyallahü anha”.
Cenab-ı Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” onun hakkında, (Aişe’nin kadınlar arasında derecesi, Muhammed
aleyhisselâmın enbiya arasındaki derecesi gibidir) buyurmuştur.
Ey mümin!
Musibet iki kısımdır: Dünyevî ve uhrevî.
Dünyevîsi üçe
ayrılır: Malî, ehlî ve nefsîdir. Eğer malı, evladı ve ailesi giderse, vücuduna
hastalık gelirse, hep musibettir ki, bunlarda sevab vardır.
Dinî olan musibet,
namaz ve orucun gitmesidir ve zamanları zayi etmektir ki, bunlar büyük
felakettir. Çünkü geçen vakit bir daha ele girmez. Hadis-i şerifte buyuruldu
ki:
(Yarın
Kıyamette herkesin önüne yirmi dört sandık konur. Ferman gelip, sandıklar
açılır ki, bazısı nurla bazısı da narla [ateşle] dolu olup, bir kısmı boştur.)
(Dünyada
iyi amel işlenen saat sandığını nurla, kötü amel edilen saat sandığını narla
doldurdum. Boş geçirilen saat sandığını boş bıraktım) fermanı gelir.
Dünyada her akşam
bir melek nida eder. (Ey dünya ehli! Gece geliyor. Onu
nimet biliniz. Ondan âhiret nasibini alınız) der.
Her sabah, yine
böyle nida edip, (Saatlerini boş geçirenler, Kıyamet
günü o kadar pişman olacak ki, bütün malı elinden çıkmakla hâsıl olan üzüntü ve
pişmanlık hiç kalır) der.
Süleyman aleyhisselam bir namazı geçince dokuz yüz kurban
kesip, af diledi. Kırk gün matem tuttu.
Eyyub aleyhisselâm ibadette zayıflık hâsıl olunca, feryat
ederek, (Ben gerçekten hastalanmışım) dedi.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” mübarek dişleri şehit
olup, mübarek yanaklarından kanlar aktığı hâlde, el kaldırıp, (Ya Rabbi! Kavmime hidayet ver. Onlar bilmiyorlar)
buyurmuşken, Hendek günü, ikindi namazının fevtine, yani kılınamamasına sebep
olduklarında, (Bizi ikindi namazından mahrum
bıraktılar. Ya Rabbi! Onların kalblerini ve kabirlerini ateşle doldur!)
buyurdu.
Bir gün Hazret-i
Ali’nin “radıyallahü anh” ikindi namazı geçti. Üzüntüsünden kendini bir
tepeden aşağı atıp çok ağladı. Peygamberimiz
Muhammed Mustafa “sallallahü aleyhi ve sellem” haber alarak, bütün eshabıyla
Hazret-i Ali’nin “radıyallahü anh” yanına geldiler. Hâlini görünce, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” de
ağlamaya başladı. Dua etti. Güneş tekrar yükseldi. Resul aleyhisselam buyurdu:
(Yâ Ali
“radıyallahü anh”. Başını kaldır bak, güneş görünüyor.)
Emir-ül-müminin
Ali “radıyallahü anh” sevinip namazını kıldı.
Hazret-i Ebu
Bekr’in “radıyallahü anh” bir gece vitir namazı geçti. Gece çok ibadet
ettiğinden, gece sonunda uyku bastırdı. Sabah namazında Seyyid-i âlemini
“sallallahü aleyhi ve sellem” takip ederek, mescid kapısında huzuruna gelip
feryat etti. (Yâ Resulallah! İmdadıma yetiş. Vitir
namazımı kılamadım) diye niyaz etti. Resul aleyhisselam ağlamaya
başladı. Cebrail aleyhisselam gelip, (Ya Resulallah,
Sıddık’a söyle ki, Allahü teâlâ onu affetti) dedi.
Bayezid-i
Bistami hazretlerine bir gece uyku bastırıp sabah namazını
kılamadı. O kadar inleyip, telaş ve korku oldu ki, bir ses işitti. (Ey Bayezid, bu günahını affettim. Ağlaman bereketiyle sana
ayrıca yetmiş bin namaz sevabı verdim) buyuruldu. Bir kaç ay sonra
tekrar uyku bastırdı. Şeytan gelip, mübarek ayağından tutarak uyandırdı. (Kalk, namaz geçmek üzeredir) dedi. Şeyh Bayezid
buyurdu ki:
- Ey mel’un şeytan,
sen böyle işi nasıl yaparsın? Hâlbuki sen herkesin namazının geçmesini
istersin.
İblis dedi
ki:
- Sabah namazını
kılamadığın gün ağlayarak yetmiş bin namaz sevabı kazanmıştın. Bugün onu
düşünerek seni uyandırdım ki, yalnız bir vakit namaz sevabı bulasın. Yetmiş bin
namaz sevabı alamayasın.
İlk tekbirin
mânâsı
İmam-ı Rabbani
hazretleri, Mevlana Abdülhay'a yazdığı birinci cilt, 304. mektupta buyuruyor
ki:
Namazda ilk tekbir,
Hak teâlânın, namaz kılanların namazından ve kulların ibadetinden müstağni
olduğuna işarettir. Yani Allahü teâlânın kulun namazına ihtiyacı yoktur.
Rükünlerden sonraki
tekbirler, Hak teâlânın ibadeti için, her bir rüknü edaya liyakati
olmadığına işarettir. Yalnız rükû’ tesbihinde tekbirin mânası da olduğu için,
rükûdan sonra, tekbir almak emredilmedi.
İki secdede tesbihat
mevcut olmakla beraber, öncesinde ve sonrasında, tekbir almak emir buyuruldu.
Tâ ki, alçalmak ve tezellülün nihayet yeri olan secdelerde, hakkıyla ibadet
ediyorum düşüncesine kapılmasın! Bu düşünceye mani olmak için secde tesbihinde,
a’lâ lafzı vardır. Tekbiri de, sünnettir. Çünkü namaz müminin miracı
olduğu için, namazın sonunda, tehıyyatta Resulullah'ın
mirac gecesinde, müşerref oldukları sözlerin okunması emredildi.
Öyle ise namaz
kılan, namazı kendine mirac kılıp, yükselmenin nihayetini namazda arasın!