Hadis-i şerifte
bildirildi ki:
Her farz namazını
kıldıktan sonra, Âyet-el-kürsiyi okuyanın, Cennete girmesine mani’
yoktur. Sadece ölüm vardır.
Hadis-i şerifte
beyan buyurulduğu üzere, farz namazından sonra 33’er kere okunan tesbih,
tehlil ve tekbirin, imam-ı Rabbani müceddid-i elf-i sani radıyallahü
anh’ın indinde, sırrı budur ki, namazın kılınması zamanında meydana gelen
kusurların telafisi, o tesbih ve tekbirledir. Binaenaleyh, namazı lâyıkıyla
kılamadığını ve ibadetinin noksan olduğunu o tesbihlerle itiraf etmek gerekir.
Allahü teâlânın tevfikiyle ibadetin yapılması nasip olunca, o nimetin şükrünü El-hamdülillah
diyerek yerine getirmek ve ondan başka ibadete müstahak yoktur diye bilmek
lazımdır. Namaz, edeplerine ve şartlarına uygun olarak kılınıp, sonra, samimi
kalb ile tesbihler yapılıp ve nimetin şükrü yerine getirilip ve Allahü teâlâdan
başka ibadete hakkı olan olmadığı bildirilirse, ümit edilir ki, o namaz, Allahü
teâlânın kabulüne şayan olur ve o namazın sahibi olan kişi kurtulur. Onun için,
tesbihleri terk etmemek icab eder.
Ne zaman ki, namaza
durulurken, önce dünya fikirlerini, masivayı zihninden silip, Allahü teâlânın
azametini göz önüne getirmeye uğraşmak lazımdır. Çünkü namaz kılmak,
Allahü teâlânın huzuruna çıkmaktır ve Seyyid-ül Mürselin’in “aleyhi ve ala
alihissalevatü vetteslimat” miracıdır ve Musa aleyhisselâmın Allahü teâlâyı Tur
Dağı’nda müşahedesidir. Her namazda, her günde veya
her haftada bir kere olsun Allahü teâlânın korkusundan bir miktar gözyaşı
dökmelidir. Hadis-i şerifte, (Ne mutlu o kişiye,
namazı içinde, Allah korkusundan ağlar) buyuruldu.
İmam-ı
Gazali “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki:
Resul-i Ekrem
“sallallahü aleyhi ve sellem” (Namazın ancak, gönül
hazır olduğu yeri sevab olarak yazılır, gerisi yazılmaz) buyurmuştur.
Bunun için namazın cemaatle kılınması lüzumunun hikmeti ve fazileti çok
olduğunun sebebi budur ki, cemaatten herbirinin gönlü hazır olduğu yerler
toplanırsa, belki bir kâmil namaz olup, dergâha yükselir. Veya cemaatten birinin namazı makbul olursa, onun
hürmetine diğerlerinin namazları da makbul olur. Bir kişinin haccı makbul
olmakla bütün hacıların haccı makbul olduğu gibidir.
(Feveylün
lil ... ) âyet-i kerimesinin manası şöyledir:
(Veyl,
azab şol kimse içindir ki, namazını kayırmaz. Yani vaktinde kılmaz. Cemaati
kaçırır. Birinci tekbire yetişmez. Ta’dil-i erkâna ve adaba riayet eylemez.
Allahü teâlânın hazır ve nazırlığını anlamaz. Kur’an-ı kerimin mânasını
düşünmez. Bu gibi hususlara riayet etmeyenler, namazı hiç kılmayanlar gibi,
Kıyamet gününde ilahi azaba hazır olsunlar.)
O hâlde, şöyle
itikat edesin ki, Allahü teâlâ bizim idrakimizin ötesinde olan bir şekilde
hazır ve nazırdır. Her ne amelde olursan ol, bilir ve görür. Gönlünden geçeni
senden daha iyi bilir. Sen de Allahü teâlâyı sanki görür gibi ibadet edesin!
Sen Onu görmezsin ama O seni görüyor diye düşünerek dikkatle amel edesin.
Malum olsun
ki; namazda ilk tekbir, kulların ibadetinden ve
namaz kılanların namazından Hak sübhanehü ve teâlânın müstagni olduğuna işarettir.
[Yani kulların ibadetine Allahü teâlânın ihtiyacı yoktur.] Rükünlerinden
sonraki tekbirler, Hak sübhanehü ve teâlâya ibadet için, her rekâtı yerine
getirmeye liyakati olmadığına işarettir. Rükû’ tesbihinde tekbirin manası
anlaşıldığından rükûdan sonra tekbir söylemek emir buyurulmadı. Ama iki secde
onun hilafıdır ki, onlarda tesbih söylemekle beraber, öncesinde ve sonrasında tekbir
getirmek emredildi. Tâ ki, zilletin neticesi ve nihâyet yeri olan secdelerde
hakkıyla ibadet etmek vehmine kimse düşmesin. Bu vehmi uzaklaştırmak için secde
tesbihinde (a’lâ) lafzı vardır.