Eğer namaz
tamamıyla eda edilirse, azaptan kurtulmak için sağlam bir tutamak hâsıl olmuş
olur. Namazın dünyadaki mertebesi, âhirette, rüyetin, yani Allahü teâlâyı
görmenin mertebesi gibidir. Namazı büyük bir emir bilmek ve müstehab olan ilk
vaktinde cemaatle ve diğer şartlarına, müstehablarına ve ta’dil-i erkâna riayet
ederek, sükûn ve vakar ile eda etmek lazımdır. Resulullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Amellerin
en efdali vaktinin evvelinde kılınan namazdır.)
(Kul
namaza kalktığı zaman, Cennet kapıları kendisine açılır. Kendisiyle Rabbi
arasındaki perdeler kalkar. Cennette olan huriler kendisini karşılar.)
Hudu’: Kıyamda secde yerine, otururken dizlerine bakmak,
okunan Kur’an-ı kerimi dikkatlice dinlemek, eğer okunanın manasını anlıyorsa,
onun manasını tefekkür etmek, eğer okunanın manasını anlamıyorsa, Hak celle ve
âlânın kelamı olduğunu düşünmektir. (Bu, Allahü
teâlânın zatına teveccühtür. Çünkü Allahü teâlânın zatını düşünmek, isim ve
sıfatlarını anlamaktan yüksektir.) Zatını düşünmek, Allahü teâlâya vâsıl
olmuş âriflerin işidir. Onların muamelesi ayrıdır. Özellikle namazı kıldığı
vakitte onun ruhu, nasıl olduğu anlaşılamayacak bir şekilde o en yüksek makama
ulaşır ve zahirden kesilir.
Namazda lezzet ve
cemiyet hâsıl olması için çalışmak lazımdır. Çünkü namazda ve özellikle farz
namazlarında hâsıl olan lezzet, sona varmanın alametlerindendir. Cemaatle
kılsın veya yalnız kılsın, namazın
farzlarını yapması ve onun edeplerinde
ve sünnetlerinde kusur etmemesi lazımdır. Kıyamet gününde en önce hesaba
çekilme namazdan olacaktır. Eğer namazın hesabı kolay geçerse, diğer ibadetlerin,
Allahü teâlânın inayetiyle hesabı kolaylıkla geçer. Namaz kılanda, namaz
kılarken korku, dehşet ve heybet hâsıl olması icab eder.
Herkes namaz emrine
uymak için, namaza hazırlıkta bulunur. Huzur ehli namaza vaktinden önce, kazanç
ehli ise vakit girdikten sonra hazırlanır, camilere gider. İkamet başlar. Şafii’de
ikamet, ezanın yarısıdır. Yani Hayye ales salâh, Hayye alel felâh, birer kere
olup, Kad kametissalah iki defadır. Manası, (İşte
kılınıyor) demektir. Bu da cami içinde meşgul olanları ikaz ve namazın
şerefini daha çok açığa çıkarmak içindir. Hakikatte ikamet ezanın aynıdır.
Tahrime
tekbiri: Namaza giriştir. Ellerini kaldırmak, (Allahü teâlâdan başka, her şeyden uzağım) demektir. (Allahü teâlâ bu namazımıza ihtiyaçtan münezzehtir)
demektir. Allahü ekber demek farzdır. Çünkü namaza dâhil olduğu zaman, ihtiyaç
ve düşüncelerden kurtulma zamanıdır. Diğer tekbirler sünnettir.
Kıyam: Nihâyeti zillet ve tevazudur. Beş duyu organının
hareketlerini kontrol altına almış, azasını hareketten düşürmüş, huşû eder ve
zelil bir vaziyette bulunmuş olarak, Allahü teâlâyı tazim etmiş, yüceltmiş olan
avamın, (Ben Ona layık ibadette bulundum) diye
zihnine bir şey gelir. Allahü ekber deyip, rükûa gidince bu düşünce def edilir.
Cenab-ı Hakk’a layık huzuru yapamamak, kusuru kendisine isnat edip, Cenab-ı
Hakk’ı kusurdan münezzeh bilmektir. İlk önce huzura dâhil olunca, Sübhaneke
okuyacaklardır ki, (Benim bu kıldığım namazın
liyakatinden Sen münezzehsin. Sana layık bir ibadet değildir. Fakat görevim
yapmaktır) demektir. Bu hitap, lezzet almak içindir. Hitapta bir lezzet
vardır.
Namaz kılmaya
başlayan kimse Sübhaneke’yi okurken gafil olmasın. Çünkü burada gaflet,
edepsizliktir. İlk huzura girmektir. Bu kadarcık bir huzurla huzur-ı Rabbil
âlemine dâhil olmalıdır.
Bu başlama
tekbirinden sonra Allahü teâlâyı kendisinin emir ve fermanına uygun olarak
kıraat edecektir. Kıraatte, hakiki mütekellim [konuşan] olan Allahü teâlânın
namına olarak kıraat eder. O vakit, nefsin vesveselerinden ve şeytanın güzel
göstererek aldatmalarından tamamıyla uzak olmak icab eder. Hâlbuki bu onun
kudret ve kuvvetinin üstündedir. Kuvveti dâhilinde olan bir kimseyi vekil tayin
eder. E’uzü billahi mineşşeytanirracim, yani (Ya
Rabbi! Şeytanın şerrinden Sen beni muhafaza et!) der. Melekler, Fatiha
sûresindeki dualara âmin demeye hazırdır. İmam, âmin deyince, melekler de âmin
der. Cemaat de bir anda âmin derler. Meleklerin âmini ile beraber olan âminler
reddedilmez. Çürük âminlerimiz onların makbul âminleri yanında kabule şayândır.
Çünkü Allahü teâlâ kerimdir. Namaz kılmaya başlayınca, kıyamda, (Ya Rabbi! Ben her emrini yerine getirmeye hazırım)
denmiş oluyor.
Rükû’: Tevazu demektir. Rükû’ edenler, âciz
vaziyettedirler. Ellerini, dizlerine dayar. O vakitte, rükû’ kıyamdan daha
ziyade zillet ve korkuya delalet ettiğinden, nefsin, (Allahü
teâlâya layık bir ibadette bulundum) yolundaki vehmlerini yok için Sübhâne
der. Yani münezzehtir, münezzehtir, münezzehtir. Rabbiyel azîm: Benim
Rabbim, bu rükû’um sana layık bir rükû’ değildir. Tekrarı da bunu kuvvetlendirmek
içindir. Burada Allahü ekber denmez. Semi’allahülimen hamideh denir. Semi’a,
(İşitsin, kabul etsin) demektir. Ya Rabbi!
Büyüklüğüne karşı, ben tahammül edemedim diyerek bir daha doğrulur. Sonra
ayaklara kapanır gibi, Allahü ekber diyerek secdeye gider. Bu kıyama
liyakatinden seni tenzih ediyorum ya Rabbi der.
Secde: Bundan daha ileri bir zillet, aşağılanmak
beşeriyette mümkün olamadığından, iki şeyle rükûdan ayrıldı. Birincisi a’lâ
demekle... A’lâ, azim’den daha çok mübalağalı olduğundan, rükûa azîm,
secdeye a’lâ tahsis edildi. Secdeden önce ve sonra Allahü ekber
vardır. Rükûda böyle değildir. Secdenin yapılmasında bir nevi edeb dışı
düşünülerek başını kaldırır. Bir daha secdeye gider. İkinci secdeden dehşetle
ve süratle kalkar ve oturur. Allahü teâlâya hamd ve sena eder. Mümin, her
nerede namaz kılsa, peygamberlerin ve evliyanın ruhları, melekler ve cin
mutlaka beraber bulunurlar. Uzun okumakla kılınan namaz efdal olduğu hadis-i
şerifte bildirildiğinden, imamın, cemaatin hâl ve tâkatine göre kılması lazım
gelmektedir. Yalnız başına kılanlar, kıyam, rükû’ ve secdenin tâkatleri
nispetinde uzatılmasına rağbet ederler ve namazın erkânına dikkat edip kusursuz
kılmaya çalışırlar. Sevilen kul şu kimsedir ki, Mevla’sının emrine bağlı
olarak, emirleri gecikmeden yerine getirir. Çünkü Mevla’nın emrini tehir etmek,
geciktirmek, edepsizlik ve dik başlılıktandır. Bunun için namazı vaktinin
öncesinde kılmak ve kulluk vazifesini yaparken himmet kemerini iyi ve sıkı
bağlamak gerektir.