Bir râvi, yalnız ismi, yahut bu isimle birlikte baba veya ced isimleri, yahutta nisbetleri aynı olan iki şeyhten rivâyet eder ve bu iki şeyh, kendilerine has bir sıfatla birbirinden ayırt edilemezse, râvinin iki şeyhien birine has olan yakınlığıyle muhmel anlaşılmış olur. Birbirinden ayırt edilemeyen iki şeyhin her ikisi de sika (güvenilir) kimselerden olursa, ayırt edılememeleri bir mahzur teşkil etmez; çünkü maksat kendisinden hadis alınan kimselerin sika olmalarıdır. Mesela el-Buhârî’nin, Ahmed tarikiyle İbn Vehb’ten rivâyeti bu kabildendir. El-Buhârî Ahmed’i gayri mensup olarak zikretmiştir. Bu şahıs, ya Ahmed İbn Salih’tir; ya da Ahmed İbn İsa’dır. Keza, yine gayri mensub olarak Muhammed tarikiyle lraklılardan rivâyeti de böyledir. Muhammed, ya Muhammed İbn Selam’dır; yahutta Muhammed İbn Yahya ez-Zuhli’dir. Bu çeşit isimleri, el-Buhârî üzerine yazdığimız şerhin mukaddimesinde zikrettik. Bunlar arasında tam bir ayırım yapmak isteyen kimselerin, râvisinin iki şeyhten birine olan yakınlığını bilmeleri gerekir. Bu, yakınlıkla da anlaşılmaz, veya şeyhler ayırt edilemez, yahut râvinin her iki şeyhle de yakınlıği bulunursa, müşkilin halli güç- leşir; bu takdirde ayırımı mümkün kılacak kuvvetli zan ve karinelere müracaat edilir.
Bir râvi şeyhten bir hadis rivâyet eder, fakat şeyh bu hadisi “benim üzerime yalan söyledi” veya “bunu ben rivâyet etmedim” diyerek, yahutta buna benzer sözler ileri sürerek kesin bir dille inkar ederse, bu hadis, şeyh ve râviden birinin bu meselede yalan söylemiş olması ihtimaliyle red- dedilir. Fakat bu hadise, aralanndaki bu ihtilaf ve zıddiyet dolayısıyle her hangi birinin kadhını gerektirmez.
Ancak, şeyhin hadisi inkarı, “bunu hatırlamıyorum” yahut “bilmiyorum” şeklinde ihtimal yoluyla olursa, sahih olan görüşe göre, bu hadis kabul edilir. Çünkü bu ihtimal, şeyhin hadisi rivâyet ettiğini unuttuğuna delalet eder.
Bununla beraber bazi kimseler, bu hadisin kabul edilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir; çünkü, bunlara göre, hadisin isbatında fer, asla tabidir. Eğer asıl, hadisi isbat ederse, fer’in rivâyeti de isbat olunur. Bu, nefiyde de fer’in asla tabi olmasinı gerektirir. Ancak bu görüş, baziları tarafından itirazla takip olunmuştur. Bunlara göre fer’in adaleti onun doğruluğunu gerektirir. Aslın hadisi bilmemesi, fer’in doğruluğunu nefyetmez; aynı zamanda onu kesin dille isbat eden, ihtimal üzere nefyedenden önce gelir. Bu meselenin şehadetle kıyası fasiddir; çünkü fer’in şehadeti, aslın şehadeti üzerindeki kudretine rağmen dinlenmez. Halbuki rivâyet bunun aksinedir ve aralarında fark vardır.
Ed-Darekutni, bu konu ile ilgili olarak Men haddese ve nesiye adlı bir kitap tasnif etmiştir. Bu kitapta, yukarıda mezkur sahih görüşü takviyeden deliller mevcuttur. Bu delillerden anlaşıldığına göre, hadis rivâyet eden birçok kimse, rivâyet ettikleri hadisler, kendilerine arzedilince bunları ha- tırlamamakta, fakat kendilerinden rivâyet eden râvilere itimadları dolayısıyle, o hadisleri râvileri tarikiyle yine kendilerinden rivâyet etmektedirler. Suheyl lbn Ebi Salih’in babasından, onun da Ebu Hureyre’den merfu olarak rivâyet ettiği şahid ve yemin kıssasıyla ilgili hadisi bunlardandır. Abdu’l-Aziz İbn Muhammed ed-Diraverdi der ki: Bu hadisi bana Rabi’a İbn Ebi Ahdirrahman, Suheyl’den rivâyet etmişti. Bir gün Suheyl’le karşılaştım ve ona bu hadisi sordum, bilemedi. Bunun üzerine ona “Rabi’a, hadisi senden bana bu şekilde rivâyet etti” dedim. Bundan sonra Suheyl aynı hadisi rivâyet ederken şöyle demeye başladı “Rabia, hadisi benden bana rivâyet etti ona da ben babamdan rivâyet ettim.” Bunun benzerleri pek çoktur.