Muhalefet, yazı şeklinin baki kalmasıyla birlikte bir harfin veya bazı harflerin değişmesi ve bu değişikliği noktaya nisbetle olması halinde, böyle, hadise musahhaf denir. Muhalefet, yazının şeklindeki değişikliğe nisbetle olursa, buna da muharref denir.
Bu konunun büyük ehemmiyeti vardır. El-Askeri, ed-Darekutni ve diğerleri konuyla ilgili kitaplar tasnif etmişlerdir.
Tashif ve tahrif çok kere metinlerde, bazan da isnadlardaki isimlerde vaki olur. Metin şeklinin kasden değiştirilmesi kat’ıyyen caiz değildir. Keza metni ihtisar etmek, lafzı müradifi olan lafızla değiştirmek de, ancak lafızların manalarını bilen ve bu manaları bozabilecek şeyleri anlayan kim-seler için caizdir. ileriki meselede de sahih olan görüş budur. Çünkü bunları bilen kimse, hadiste ihtisar yaptığı zaman, metinde kalmasını zaruri gördüğü şeylerle ilgili olmayan lafızları çıkartır; öyle ki, bu lafızların çıkması, hadisin ne delalet ettiği manada ihtilafa ne de beyanın bozulmasına sebep olur; hatta metinden zikrolunan ibarelerde hazfolunanlar, iki ayrı haber vasfını kazanır; yahutta zikrettikleri hazfettiklerine delalet eder. Fakat mananın bozulmasına sebep olacak şeyleri bilmeyen kimse, haberden zikredeceği ibarelerle ilgili bulunan bir ibareyi de hazfetmek suretiyle mananın bozulmasına sebep olur. Cahil bir kimsenin, bir ibare içerisinde geçen istisnayı terketmesi böyledir.
Bazan kalb, hadisin metninde de olur. Müslim’in Sahih’inde yer alan bir hadis buna misal olarak gösterilebilir. Allahü teâlâ’nın, arşının gölgesinde gölgelendirdiği yedi kişi hakkındaki bir Ebu Hureyre hadisinde şöyle denilmiştir:
“Bir adam sadaka verir ve bunu gizler; öyle ki, sol elinin verdiğini sağ eli bilmez.”
İşte bu, râvilerden biri üzerine münkalib olmuş bir hadistir. Aslı Sahihan’da da olduğu gibi “...öyle ki, sağ elinin verdiğini sol eli bilmez” şeklindedir.
Hadisin mana ile rivâyetine gelince, bu konudaki ihtilaf da meşhurdur.
Hadisçilerin çoğu, mana ile rivâyetin caiz olduğu görüşündedirler ve bu husustaki en kuvvetli delilleri, lslam şeri’atının yabancı milletler için kendi dilleriyle izahının cevazı üzerindeki icma’dır. Buna göre, dine taalluk eden bir şeyin yabancı dile çevrilmesi caiz olunca, aynı şeyin yine arapçaya çevrilmesindeki cevaz evla olur.
Bazılarına göre mana ile rivâyet müfredatta caiz olduğu halde mürekkebatta caiz değildir.
Bazılarına göre de, lafızları hatırlayan ve bunları üzerinde tasarrufa ehil olan kimseler için caizdir.
Bazıları ise demişlerdir ki: Mana ile rivâyet, yalnız, hadisi hıfzeden, sonra lafızlarını unutan ve sadece manası hatırında kalan kimseler için caizdir.
Bazıları ise demişlerdir ki: Mana ile rivâyet, yalnız hadisi hıfzeden, sonra lafızlarını unutan ve sadece manası hatırında kalan kimseler için caizdir. Böyle kimselerin, hüküm çıkarmak maksadıyle, hadisi manen rivâyet etmeleri lazımdır; fakat lafzı hatırlayan kimseler için bu caiz değildir.
Yukarıdan beri zikrolunan şeyler, mana ile rivâyetin cevaz ve ademi cevazına müteallık değişik görüşlerdir. Şüphe yoktur ki, bu konuda en doğru olanı tasarrufa gitmeksizin hadisin lafzan rivâyetidir. Nitekim el-Kadi lyaz bu konu ile ilgili olarak şöyle demiştir:
“Eskiden ve halen, birçok râvilerde vaki olduğu gibi, iyi rivâyet ettiğini zannedipte iyi rivâyet etmeyen kimselerin hadise musallat olmamaları için mana ile rivâyet kapısını kapamak lazımdır.