Dördüncüsü garib’tir ki bir şahsın rivâyetiyle teferrüd ettiği haber olup, senedin hangi tarafında bu teferrüd vuku bulursa, ona göre garib-i mutlak veya garib-i nisbi kısımlarına ayrılır ve onunla amel edilmez. Amel olunmayan haber ise, merdud haber gibidir; ancak onun merdud olması, haberde red sıfatının sübutu dolayısıyle değil, kabulü gerektiren sıfatın bulun maması dolayısıyladır.
İşte, az evel meşhur, aziz ve garip olmak üzere üç kısma ayrılmış olan ahad haberler içinde, bazan, mevcut karineler sebebiyle ilmi nazariyi ifade eden haberler de yer alır. Bazı muhalif görüşe sahip olanların bulunmasına rağmen tercih edilen doğru görüş budur. Bununla beraber, bu ihtilaf aslında lafzidir; çünkü ahad ile hasıl olan şeye “ilm” lafzının ıtlakmı tecviz edenler, bu “ilm” i “nazan” ise, istid lal ile hasıl olan ilimdir. Halbuki “ilm” lafzının ıtlakını tecviz etmeyenler, bu lafzı sadece mütevâtir haberlere tahsis etmişler, mütevâtirin dışındaki haberler için “zanni” lafzını kullanmışlardır. Ancak bunlar, bir takım karineleni ihtiva eden haberi ahadın, bu karinelerden hali olan haberlerden daha kuvvetli ve tercihe şayan olduğunu reddetmemişlerdir.
Karineleri ihtiva eden ahad haberlerin muhtelif çeşitleri vardır. Bunlardan biri, Şeyhan (el-Buhârî ve Müslim)’in Sahih’lerinde naklettikleri mütevâtir derecesine ulaşmayan haberi ahadtır. Bu haberleri bir takım kanineler kuşatmıştır ki, bunlardan biri, el-Buhârî ve Müslim’in bu sahada ki üstünlükleri, başkalarına nisbetle sahihi sahtesinden ayırmak hususundaki titizlikleri ve kitaplarının ulema arasında birinci derecede kabul görmesidir. Yalnız bu karine, yani kitaplarının ulema arasında birinci derecede kabul görmesi bile, ilim ifade etmesi yönünden mütevâtir derecesine ulaşmıyan mücerred turuk çokluğuna nisbetle daha kuvvetlidir. Ancak bu, her iki kitapdaki hadisler arasında hafızlardan birinin tenkidine uğramayan ve manaları arasında tercihi mümkün olmayacak şekilde tenakuz bulunmayan haberlere mahsustur; zira birbirine muhalif iki haberden birini diğerine tercih etmedikçe, iki mütenakızın doğruluğu hakkında ilim hasıl olması imkansızdır. Gerek ulemanın tenkidine uğramayan ve gerekse tercihi mümkün olmayacak manaları birbirine zıt olarak nakledilenlerin dışındaki haberlerin sıhhati üzerinde icma hasıl olmuştur. Ancak burada bir itiraz vaki olur ve ulemanın, Sahihan’dakj haberlerin sıhhati üzerinde değil, onlarla amel etmenin vücubu üzerinde ittifak ettikleri söylenirse, deriz ki; Buhârî ve Müslim, kitaplarında nakletmemiş olsalar bile, sahih olan her haber ile amel etmenin vucubu üzerinde ulema ittifak etmiştir. Ancak, onların ittifakı, yalnız amelin vücubu üzerinde vaki olsaydı, Sahihan için bu ittifaktan hiçbir meziyyet hasıl olmazdı. Halbuki icma veya ittifak, her iki kitabın sahip oldukları sıhhate raci meziyyetleri üzerinde de hasıl olmuştur.
El-Buhârî ve Müslim’in naklettikleri haberlerin ılm-i nazan ifade ettikleri, üstad Ebu İshak el-lsferayini, hadis imamlarından Ebu Abdillah el-Humeydi, Ebu’l-Fazl İbn Tahir ve diğerleri tarafından tasrih edilmiştir.
Burada şuna da işaret etmek yerinde olur ki, yukarıda bahis konusu edilen meziyyet için, el-Buhârî ve Müslim’in, ki taplarında naklettikleri hadislerin “sahihin en sahihi olma larıdır” denilmesi bile muhtemeldir.
Karineleri ihtiva eden haber çeşitlerinden bir diğeri, ayrı ayrı turuku olan, râvi zayıflığından ve illetlerden salim bulunan meşhur haberlerdir. Bu haberlerin de ilmi nazan ifade ettikleri, üstad Ebu Mansur el-Bağdadi, üstad Ebu Bekir ibni Furek ve diğerleri tarafından açıklanmıştır.
Karineleri muhtevi diğer bir haber çeşidi, hıfz ve itkan (ti tizlik) yönünden tanınmış imamlarla muselsel olan haberlerdir; öyle ki, böyle bir haber, Ahmed İbn Hanbel’in rivâyet ettiği isnad yönünden garip olmayan bir hadis gibidir. Mesela Ahmed İbn Hanbel bir hadis rivâyet ettiği zaman bir başkası aynı hadisi eş-Şafi’i den rivâyetle ona ve bir başkası da Malik İbn Enes’ten rivâyet ederek eş-Şafi’iye eş olur. İşte bu çeşit bir haber râvilerinin üstünlüğü yönünden istidlal yoluyla işitenleri için ilim ifade eder. Çünkü bu râviler, kabulü gereken öyle üstün sıfatlara sahiptirler ki, bunlar, bir hadisin kabulünde bazan başlıca amil olan râvi çokluğu (ad ed-i kesir) yerine geçerler. Bu sebeple, hadisçilerin ve tarih çilerin haberleriyle en az mümaresesi bulunan bir kimse dahi, mesela kendisine Malik İbn Enes tarafından şifahen bir şey haber verilmiş olsa, Malik’in bu haberdeki doğruluğu hakkında hiç bir şüphe ve tereddüde düşmez. Eğer bu haberi vermek hususunda Malik İbn Enes’e kendi seviyesinde biri daha katılacak olursa, mezkur haber, sıhhat yönünden bir kat daha kuvvetlenmiş, aynı zamanda hata ve unutkanlık korkusundan da uzak kalmış olur.
Yukarıda zikrettiğimiz karinelerle kuşatılmış üç haber çeşidinden olan bir haberin doğruluğu hakkındaki ilim, yalnız hadisi iyi bilen, bu konuda mütebahhir ve mütehassıs olan, râvilerin hallerine vakıf ve illetlere muttali bulunan kimseler için hasıl olur. Bu kimseler dışında kalanlar için, bu çeşit haberlerin doğruluğu hakkında ilim hasıl olmaması, yukarıda saydığımız vasıfların bu kimselerde bulunmaması sebebiyledir. Fakat bu gibi kimseler için ilim hasıl olmaması, hadise vakıf kimseler için bu ilmin husul bulmasına engel teşkil etmez.
Zikrettiğimiz bu üç kısımla ilgili olarak şu neticeye işaret edebiliriz. Bu kısımlardan birincisi Şahihan’a mahsustur.
İkincisi, müteaddit turuku bulunan haberi meşhura, üçüncüsü ise, imamların rivâyet ettikleri hadislere mahsustur. Bazan, her üç karinenin de tek bir hadis üzerinde birleşmesi mümkündür; bu takdirde hadisin doğruluğu kesinlikle sübut bulmuş olur.