|
|
||
|
|
Önce zihinleri göç etti, sonra da bedenleri
Fuat Uğur - Fugur1864@gmail.com 27.09.2018 Tam 1506 yabancı okul vardı 1904 tarihi itibariyle Osmanlı topraklarında. Sırf Amerikalı Protestan misyonerlere ait okul sayısı 465’i buluyordu. 752 adet Fransız okulu vardı. Dahası; İngiliz, Alman, İtalyan, Rus, hatta İran okulları. İlk yabancı okul 1583 yılında Fransız Cizvit rahiplerinin eseri: Saint Benoit. Bugün İstanbul’da Karaköy-Tophane arasında. Sultan II. Mahmut döneminde yayınlanan bir fermanla Osmanlı milletinden öğrenciler de orada eğitim görmeye başladı. Sonra Saint Joseph geldi, ardından Notre Dame de Sion. Ve pıtırak gibi çoğalarak 1506’yı buldular. Elazığ’dan Van’a, Erzurum’dan Merzifon’a, Samsun’dan Tarsus’a, Kayseri’den İzmir’e ve İstanbul'a yüzlerce yabancı okul. Bu okullara gönderilen Türk ve Müslüman çocukların beyni yıkanıyordu ama aileleri zerrece aldırmıyor, evlatlarının değişimiyle âdeta gurur duyuyorlardı. Çünkü bu okullarda çocuk okutmak bir gelişmişlik ve statü göstergesiydi. Üstelik denetlenemiyorlardı.
1909’da
bir teşebbüs oldu Maarif-i
Umumiye Kanunu çıkarmak
için ama yabancı elçiliklerin tehditleriyle iptal edildi. Köylere kadar
yayıldı bu okullar. Kötülük ve düşmanlık tohumlarını sinsice ektiler ve körpe
beyinleri zehirlediler. Bu sayede yüzyıllar boyunca birlikte yaşayan halklar
düşman edildi birbirine. Arapların bağımsızlık mücadelesi altında
açtıkları isyan bayrağının önde gelen isimlerinden Refik
Rızzık Selum, Osmanlı
Divan-ı Harbi huzurunda ifade
verirken itiraf etti: Yabancı okullara giden öğrenciler, “Yüksek bir hayat seviyesine kavuşmak, Avrupa görmek, medenî olmak, toplumda önemli bir statü kazanmak” gibi değişik teşviklerle yetiştirildiler. Hızla kendi toplumlarının değerlerinden uzaklaştırıldılar. Aileler buna aldırmıyordu çünkü çocuklarının ileride iş bulmalarında yabancı okullardan mezun olmak ayırt edici bir unsurdu. İngilizlerin İstanbul’u işgalinde kılını kıpırdatmayan yabancı okul mezunu elitlerimiz ülkenin yüz karası olarak tarihe yazıldılar ama ne gam. Onlar varlıklarını Cumhuriyet kurulduktan sonra da aynı güçle sürdürmeye devam ettiler. Üstelik Atatürk’ün siyasal partisi CHP’nin içinde bizzat görev alarak. Cumhuriyet ilan edildikten sonra, sınırlarımız daraldığı için yabancı okulların sayısında büyük bir azalma oldu. Ama yine de 50’ye yakın yabancı okul mevcuttu. 1925 ve 1926 yılında çıkarılan genelgelerle zapturapt altına alındılar. Atatürk resmi duvarlara asılacaktı. Ders kitaplarında ve derslerde Türkiye’nin dünü ve bugünü aleyhine hiçbir şey olmayacak, Hıristiyanlık propagandası yapılmayacak, dinî semboller bulunmayacaktı. Okullarda Türk dili ve edebiyatı, tarih ve coğrafya okutulacak, öğretmenleri ve müdürleri de Türk olacaktı. Ancak azınlık nüfus azaldığı için bu okullara artık daha çok Türk ve Müslüman ailelerin çocukları kaydediliyordu. Değişen bir şey yoktu. Osmanlı’yı yıkan yabancı hayranlığı ve Batıcılık, Cumhuriyet döneminde de aynen devam etti. Üstelik CHP eliyle. Amerikalı, Fransız, Alman ve İngiliz misyonerler bu okullar vasıtasıyla körpe beyinleri yıkayarak nasıl Osmanlı’yı yıkmışsa, aynı güçlü silahı Cumhuriyet döneminde de kullandılar. Ama denetimler nedeniyle daha rafine yöntemlerle yaptılar bunu. Savaşlarda tüm entelektüel sermayesini kaybetmiş olan Türkiye, bu okullardan mezun olan “münevverler”e teslim oldu. Onlar iş adamı oldular, siyasetçi ve yönetici oldular ve en yüksek bürokratik kademelere terfi ettiler. O günden bu yana Galatasaray Lisesi, Robert Kolej, Saint Benoit, Saint Joseph, Alman Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, İtalyan Lisesi ve Amerikan Kolejlerini bitirmek bir ayrıcalık oldu ve ülkeyi onlar yönettiler. Bu okullara 1990’lı yıllardan itibaren açılan özel okullar, İngilizce eğitim veren Anadolu liseleri eklendi. Yerli sermayeyle Batı hayranlığının tohumlarını eken, öğrencisini ülkesine yabancılaştıran, vatan sevgisinden uzak gençleri yetiştirdiler tıpkı yabancı okullar gibi. Devlet okulları da onlara eşlik etti, çürümüş eğitim sistemiyle. FETÖ okulları ise bu ihanetin son ve en kanlı çemberi oldu.
Sonuca geliyorum. 254 bin kişi yurt dışına gitmiş ve kendilerine oralarda bir hayat kurmaya karar vermiş. Bir de BEYİN GÖÇÜ var tabii. Şaşırtıcı bir sonuç değil. İnsanlarımız bu okullara gitmeye başladığı tarihte başladı beyin göçü aslında. Önce zihinleri göç etti, sonra da bedenleri. Bu toprakların onlara sağladığı imkânlarla okudular, en kıymetli mevkileri elde ettiler, en iyi paraları kazandılar ve şimdi artık haram olan birikimi yabancı topraklara yatırıyorlar. En ufak bir zorlukta gemiyi terk eden sıçanlar gibi sıvışıyorlar. Bu konuda sadece şu parantezi açabilirim: İktidarların liyâkati esas almayan, nepotizm, kayırmacılık, torpil, rüşvet yöntemleri nedeniyle istediklerini Türkiye’de yapamayacağını anlayıp yurt dışına çıkmak zorunda kalan, sayıları sınırlı, gerçekten namuslu, vatansever insanları tenzih ediyorum. Kısacası beyin göçü ve göç diye adlandırılan “kaçış”, bu ülke insanlarının kendisi ve ülkesiyle imtihanıdır. Bu yüzden eğitim sistemimizi önce bu zihinsel göçe karşı yapılandırmamız çok elzem. KAYNAK: http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/fuat-ugur/604360.aspx |