Ana Menü (Fihrist)

Sayfayı Yeni Pencerede Aç

07 Ağustos 2017

DİN ÖĞRETİM STRATEJİSİ

Dr. Etem Levent

DİNİN TANIMI

 Din, akıl sahibi insanları kendi iradeleriyle sonsuz saadet yoluna sevk eden; insanlara kendi mahiyetlerini, yaratılışlarındaki gayeyi, yaratana ve yaratılanlara karşı sorumluluklarını bildiren; iman, ibadet, ahlâk vb. konularda hükümler ortaya koyan; peygamberlerin yüce Allah’tan aldıkları vahye ve ilhama dayanan tebliğ (ler) idir (Akseki, A. H. 1965) .

Bu gösteriyor ki, dinin kurucusu, yüce Allah’tır. Hiçbir insan, din icadedemez; Peygamberler, Allah’ın vahyettiğini insanlara bildirmekle görevlidirler. Dinin bildirdiği yüksek gayeye, dünya ve ahiret mutluluğuna erişebilmek için, insanın akıllı olması ve kendi iradesiyle dinin gösterdiği yolu tutması şartı bulunmaktadır. Böylece din, aklı bulunmayanlara sorumluluk yüklemez.

Buna göre, dinin tanımı analiz edilip, esasları tespit edilecek olursa:

Din:

1. Allah tarafından vahyedilmiştir.

2. İnsana dünya ve ahiret mutluluğunu gösteren hükümler içermektedir.

3. Peygamberlerin ilâhî vahye dayanan tebliğ(ler) idir.

Diğer bir ifadeyle dinin üç temel unsuru bulunmaktadır:

Vahiy, peygamberlik ve dünya-ahiret saadeti.

TEVHİD DİNİ

Yüce Allah’ın, Hazret-i Âdem’den son peygamber Hazret-i Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberlere vahyettiği, bildirdiği dinlere, semavî dinler denir. Semavî dinlerin hepsi, Tek Allah inancına dayanmaktadır. İman esasları aynıdır. Bundan dolayı hepsine, Tevhid dini denir. Tevhid dininin diğer adı da İslâm’dır. Şu halde İslâm dinî, Âdem peygamberden beri gelmiş olan Tek Allah inancını taşıyan bütün semavî dinlerin ortak adıdır.

Zamanla Tevhid dinine hurafeler eklenmeğe, Allah’ın vahiylerine insan sözleri karıştırılarak değiştirilmeye başlayınca, Hak teâlâ, bozulan bu semavî dini düzeltmeye, önce Hazret-i Musa’yı, sonra da Hazret-i İsa’yı memur etti. Diğer bir ifadeyle önce Musevî, sonra İsevî dinlerini gönderdi.

DİNLERİN SINIFLANDIRILMASI

Mitolojik ve arkeolojik bulguları esas alan Tarih ile Dinler Tarihine göre dinler, şöyle sınıflandırılabilir (Félicien C. 1972) :

1. Fetişist dinler,

2. Çok tanrılı dinler,

3. Tek ilâhlı/tanrılı dinler.

Mitolojide din, insanları bir veya birçok tanrıya inanış ve bağlanışlarıyla kurdukları düşünme ve davranma düzenidir. Bu tür dinlerde tanrı veya tanrılar, dünyayı, evreni yaratan birçok kuvvetin kaynağı olan kutsal varlıklardır.

Arkeolojik ve mitolojik verilere dayanan araştırmalara göre, ilkel toplumlarda, insanların kutsal sayarak tapındıkları putlara, fetiş, bunlara tapınmaya da fetişizm denir. Buna göre insanlarda ilk dinî duygular, cansız eşyaya tapmakla başlar ve fetişizm, dinin temelini teşkil eder.

Korku dinlerin anasıdır diyenler de vardır. Bilhassa ölüm korkusu, beşerî dinlerin doğmasında önemli bir rol oynamıştır. İlkel insanlar, ölümün doğal bir hâl olduğuna bir türlü inanamamışlardır. İnsanlar zamanla her canlı varlığın, bir ruhu veya gizli bir hayatı olduğu kanaatına varmışlar; bu kanaattan da ilk/beşeri dinler doğmuştur.

Animizm, ruhlara ibadet etmek demektir. Animizm’i kabul edenlere göre, insanlığın başlangıcı, mutlak bir ilkelliktir. İnsanlar kendilerinde, daha sonra bütün eşyada bir ruh bulunduğuna inanarak, evrende olan olayları, bu ruhlardan bilmişler ve bunlara tapınmaya başlamışlardır. Bu şekilde dinî âyinler ortaya çıkmıştır.

Bundan sonra naturizm denilen vesenîlik, daha sonra da, totemizm doğmuştur.

Mitolojik bilgilerden hareket eden Tarih ile Dinler tarihi açısından dinler, üç kademeden (fetişist, çok tanrılı, tek tanrılı) geçerek gelişmiştir. Başka bir deyişle, dinlerin tekâmülü, fetişist dinlerden, tek tanrılı dinlere doğru olmuştur.

İslâm ilimlerinde dinlerin çeşitleri ise şöyledir (Bilmen, Ö.N. 1964) :

1. Hak dinler,

2. Yürürlükten kalkan semâvi dinler,

3. Beşerî dinler.

Hak dinler, tevhid esasına dayanan dinlerdir. Âdem peygamberden Hazret-i Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberlerin dinleri, semavîdir, haktır. Çünkü hepsi, Allah tarafından gönderilmiş ve tek Allah inancını taşımaktadır. Yürürlükten kakmamış hâliyle Mûsevîlik ve Îsevîlik de tevhid dinlerindendir.

Son peygamber Hazret-i Muhammede gönderilen din, son tevhid dini İslâm'dır. İslâm dini, bütün tevhid dinlerini yürürlükten kaldırmıştır.

Beşerî dinler ise, tamamen insanlar tarafından kurulan, semavî bir kitabı bulunmayan inanç ve davranışlardan ibarettir. İslâm’a göre hepsi asılsızdır, bâtıldır. Beşerî dinlerin hiçbirinde, hakikî dinde olması gereken vahiy ve peygamberlik gibi temel unsurlar bulunmamaktadır. Bundan dolayı, bunlara din denilmesi, gerçek anlamda değildir, mecazîdir.

YAHUDİ DİNİ

Hazret-i İbrahim’in, İsmail ve İshak isminde iki oğlu oldu. Sonra bunlara, peygamberlik verildi. Hazret-i İsmâil, Hicazdaki Arapların; Hazret-i İshak da, İbranîlerin (Filistin ve çevresindeki yaşayan ve Sâmi kavimlerinden biri olan Yahudilerin) ceddi oldu. Diğer bir deyimle Araplarla İbranîler (Yahudiler) aynı babadan, fakat ayrı analardan gelme kardeşlerdir. Onun için, Hazret-i İbrahim’in, Araplarla akrabalığı vardır ve Hazret-i Muhammed’in dedelerindendir. Annesi Sâre olan Hazret-i İshak’ın da, Eys ve Ya’kûb adında iki oğlu dünyaya geldi. Ya’kûb’un diğer bir adı veya lâkabı İsrâil idi. Peygamber olan Hazret-i Ya’kub’un 12 evlâdı ve torunlarına Beni İsrâil/İsrail Oğulları denir. Beni İsrail peygamberlerinden bazıları; Hazret-i Yûsuf, Mûsa, (kardeşi) Hârun, Yûşa, Dâvud, (oğlu) Süleyman, İlyas, Elyesa, Yûnus, Zülkifl, Danyal, Zekeriyya, (oğlu) Yahya ve İsa peygamberlerdir (Adam, B. 1996) .

Yehûdilikte İnanç İlkeleri

Bir Tek Allah vardır. Kendiliğinden vardır. Doğmamıştır ve doğurmaz. Her şeyi görür ve bilir. Affetmek veya cezalandırmak, ancak onun irade ve kudretindedir.

Hazret-i Davud soyundan Mesih gelecektir.

Allah, emirlerini yerine getirenleri ödüllendirir, emirlerini ihlal edenleri tevbe etmezlerse cezalandırır.

Ruhumuz ölümsüzdür ve Allah’ın dilediği zaman ölüler hayata kavuşacaktır (Ahiret inancı, zamana, bölgeye ve şartlara göre değişik şekillerde ortaya çıkmaktadır) (Taplamacıoğlu, M. 1966; Tanyu, H. 1966; Adam, B. 1996) .

Yehûdilikte İbadet ve Kutsallık

Yahudi olmayan milletler, putperest (puta tapan) sayılır. Bunlardan uzak durmalıdır. Yabancılarla mümkün olduğu kadar, ilişkiyi kesmelidir. Kanlı veya kansız kurban kesilmelidir. Zamanla tuzsuz ekmekten yapılan çöreklerle hamursuz adı verilen pideler de kurban yerine geçti. Bunları dağıtmak da kansız kurban kesmek sayıldı.

Kısasa karşı kısas yapılır. Bir kötülük yapana, aynı şekilde mukabele edilir. Erkek çocuklar, haham (yahudi din adamı) tarafından sünnet edilir.

Eti yenilecek hayvanlar, kesilerek yenilir; başka şekilde öldürülen hayvan eti yenmez. Domuz eti haramdır. İbadetleri bir çok usüllere bağlıdır.

Kutsal gün Cumartesidir. Bu günde iş görülmez ve ateş yakılmaz. Yahudilerin bundan başka Purim, Passah (Haftalık bayram) , Kamış bayramı, Yeni yıl bayramı, Büyük bayram (Yom Kipur) gibi kutsal günleri vardır. Hahamların, hıristiyan papazları gibi, günah affetmek yetkileri yoktur. Ancak ibadetleri idare ederler. Allah huzurunda, bütün insanlar birdir ve aralarında hiçbir fark yoktur.

Dinî ayinleri ve hahamların ibadeti idare tarzı, Hazret-i Musa’dan sonra gelen peygamberler tarafından çoğaltılmış ve değiştirilmiş, yeni esaslar eklenmiştir. Hazret-i Dâvut’dan sonra Zebur'un da âyinlerde okunması veya çalgı ile çalınması, başkaları tarafından ibadete ilâve edilmiştir.

Dinî esasları özetlenecek olursa, şöyle denilebilir:

1.         Namaz. Günde üç defa: Sabah, öğleden sonra ve akşam.

2.          Oruç. Akşamdan akşama kadar sürer.

3.         Bazı günlerin kutsal kabul edilip bayram olarak kutlanması.

4.          Cumartesi’yi takdis.

İbadetten önce yıkayıp temizlenirler. Kıbleleri Kudüs’tür. Dua ve Tevrat okurlar. İbadetlerini cemaat halinde yaparlar. Allah’ın huzurunda öne doğru eğilerek rukû ederler. İbadet yerlerine sinagog ve havra denir (Dikme, H. 2012; Tanyu, H. 1966) .

Mezhepler

Yahudi mezhepleri, genel olarak dört grupta toplanır (Kutluay, Y. (1965) :

1. Şomronîm veya Şamerîm (Bir mezhep olmaktan ziyade, müstakil bir din hüviyetinde, itizalî/aklı esas alan bir harekettir) ,

2. Peruşîm, Sadukîm, İsiyîm,

3. İseviye, Yudgâniye, Anâniye, Karaîm (Karaîlik) ,

4. Kabala Hareketi, Hasidûd Hareketi.

Müstakil bir din hüviyetinde olan Şomronîm ile en çok ifrata giden Karaîm bir tarafa bırakılacak olursa, Yahudi mezhepleri, üç kolda düşünülebilir:

1. Muhafazakâr Yahudilik,

2. Ortodoks Yahudilik,

3. Reformist Yahudilik.

Yahudilik veya Yahudi dini, yalnız bir peygamberin değil, birçok peygamberin bildirdiği dindir. Bununla beraber, Hazret-i Mûsa’ya gönderilen Mûsevîlik, adeta yahudilikle eşanlamlı kabul edilmiştir.

Yehûdilikte Ahlâk İlkeleri/On emir

Ahlâk esasları, on kutsal emirdir. İnsanların bu on kutsal emre, harfi harfine uyması gerekir. İnsanın vücudu ayrı, ruhu ayrıdır. Ruh ölmez. İkinci âlemdeki hayata inanmak gerekir.

On emir (Sinanoğlu, M. (1998) ) , şunlardır:

1. İsrail oğullarının Allah’ı birdir. Başka ilâhları olmayacaktır.

2. Göklerde, yerde ve yer altında hiçbir şeyin putunu yapmayacak ve ona tapmayacaklardır.

3. Allah’ın ismini beyhude, yani uygun olmayan yerlerde anmayacaklardır.

4. Haftanın altı gününde çalışıp, Cumartesi gününde istirahat edeceklerdir.

5. Ana babaya hürmet ve itaat edeceklerdir.

6. İnsan öldürmeyeceklerdir.

7. Zina etmeyeceklerdir.

8. Hırsızlık yapmayacaklardır.

9. Komşusunun aleyhine yalan şehadette bulunmayacaklardır.

10. Komşusunun; karısına, evine, tarlasına, kölesine, cariyesine, öküzüne ve hiçbir şeyine tamah etmeyecekler (göz dikmeyecekler, zarar vermeyecekler)dir.

Bütün semavî dinlerde muhkem olan on vasıyyet, Kur’an-ı Kerim’de, En’âm sûresinin 151, 152 ve 153’üncü âyetlerinde şöyle açıklanmaktadır:

1. Allah’a hiçbir şeyi ortak yapmayın.

2. Ana babaya iyilik edin.

3. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızkını biz vereceğiz.

4. Kötülüklerin açığını da, gizlisine de yaklaşmayın.

5. Bir hak olmadıkça, Allah’ın haram ettiği cana kıymayın. İşte Allah size aklınızı başınıza alasınız diye bunları emretti.

6. Yetimin malına rüşdüne erişinceye kadar, o güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın.

7. Ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın.

8. Biz bir kimseye gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz.

9.          Söz söylediğiniz vakit akraba olsa dahi adaleti gözetin.

10. Allah’ın ahdini (verdiğiniz sözü) yerine getirin. İşte Allah size, iyi düşünesiniz diye bunları emretti.

Şüphesiz ki (emrettiğim ) bu (yol) benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı ) yollara sapmayın. Sonra bu (sapkın, bozuk, inkâr yolları) sizi Allah’ın yolundan ayırır. İşte Allah size, bunları emretti ki, kötülüklerden sakınasınız.

HIRİSTİYANLIK

Hıristiyanlık (Îsevîlik) ; Hazret-i İsa’nın tebliğ ettiği, Tek Allah inancına dayanan semavî bir dindir. Kitabı, İncil’dir. Ancak Hıristiyanlık, sonradan "İncil"in din adamları vasıtasıyla farklı şekillerde çoğaltılması (dört İncil) sebebiyle inanç ve ibadet usüllerinde değişikliğe uğramıştır.

Hazret-i İsa, 30 yaşında peygamber olmuş, 3 sene, 3 ay kadar peygamberlik yapmıştır. Annesi, Hazret-i Meryem’dir. İslâm dinine göre, Hazret-i Meryem, temiz, iffetli bir kadın olup, evlenmeden İsa’yı doğurmuştur. İsa Mesih’in babasız dünyaya gelişi; dünyayı ve bütün evreni yoktan var eden, Hazret-i Âdem’i anasız-babasız yaratan yüce Allah’ın "ol" emriyle dünyaya gelmiştir.

Hıristiyanlıkta İnanç İlkeleri

Bu ilkeler şu başlıklar altında ele alınabilir (Ebu Zehra, M. 1966) :

1. İnsanlar, günahkâr olarak doğarlar. Çünkü ilk insan Hazret-i Âdem, Allah’ın sözünü tutmamış ve bundan dolayı cennetten çıkarılmıştır.

2. Âdem peygamberden sonra gelen bütün insanlar bu günahı taşırlar.

3. Hazret-i İsa, insanları bu günahtan kurtarmak için, dünyaya gelmiş olan Alllah’ın oğludur.

4. Cenab-ı Hak, insanların günahını affetmek için, kendi oğlunu haça göndermiştir.

5. Dünya, bir çile yeridir. Dünyada zevk ve safa yasaktır. İnsanlar çile çekmek ve ibadet etmek için yaratılmıştır.

6. İnsanlar, doğrudan Allah ile temas edemezler. Allah’tan birşey isteyemezler. Ancak rahipler, insanların yerine, Allah’a yalvarabilirler ve onların günahını affedebilirler.

7. Hristiyanların başında Papa bulunur. Papa günahsızdır. Onun her yaptığı iş doğrudur.

8. İnsanlarda ruh ve vücut ayrıdır. İnsanın ruhunu ancak papazlar temizler; vücut ise, daima günahkâr kalan çirkin bir şeyden ibarettir (Ebu Zehra, M. 1966) .

Demek ki, Hıristiyanlıkta inanç sistemi, üç esasa dayanmaktadır:

a. Teslis akidesi (trinity) : 1) Baba Allah, 2) Oğul Allah (İsa) , 3) Ruhu’l-Kudüs Allah.

b. Hazret-i İsa’nın, insanlığı kurtarmak için haça gerilmesi ve kabrinden kalkıp ğöğe çıkması.

c. Hazret-i İsa’nın, ölü ve dirileri hesaba çekmesi.

Hristiyanlarca muteber sayılan inciller dört tanedir:

a. Matta, b. Markus, c. Luka, d. Yuhanna.

Hıristiyanlıkta İbadet İlkeleri

Hıristiyanlıktaki ibadetler, şu başlıklar altında toplanabilir:

1. Dua.

2. İstavroz (Haç) çıkarmak. Bu teslisi anmak içindir.

3. Vaftiz ve Communion (komünyon) âyinleri (Yıldırım, S. 1988; Ebu Zehra, M. 1966) .

Konsiller

Hazret-i İsa’dan 22 yıl sonra, resüller denilen havariler, Yeruşalim (Kudüs) de toplanarak, sünnet ve Tevrat’ın hükümleri konusunda karar almış ve kutsal saydıkları Ahd-i Atik’in zina etmek, kan içmek, boğulmuş hayvan eti ve putlar için kesilen hayvanı yemenin dışında, bütün yasakları kaldırmışlardır.

Böylece Hıristiyanlar için Konsil toplama, dinî bir hüviyet kazanmıştır.

Piskoposlar tarafndan toplanan konsillerde, çeşitli devrelerde alınan kararlarla, bugünkü teslis akidesi ortaya çıkarılmıştır.

İlk yüzyılda başlamak üzere 1869 tarihine kadar çeşitli aralıklarla toplanan ve sayısı 20’yi bulan konsillerden İznik (Nikeos ) Konsili (M. 325) önemlidir.

Bu Konsilde 318 piskoposun tezi olan İsa’nın tanrılığı, Kral Konstantin’in desteğiyle kabul edilmiş ve bunun aksini savunanların lâletleneceği ve afaroz edileceği ilân edilmiştir.

Bu karara muhalefet eden 1700 din adamından 700’ünün, Arius’un (Hazret-i İsa’nın tanrılığını reddedip Tek Allah inancını savunurlar) görüşünde olduğu belgelerde geçmektedir (Ebu Zehra, M. 1966; Yıldırım, S. 1988) .

Mezhepler

Hıristiyanlıkta belli başlı 10 mezhep vardır (Ebu Zehra, M. 1966; Yıldırım, S. 1988) :

Bunlar arasında tevhidçi görüşü savunan Paul de Samosate ve Ariusçular bulunmaktadır. İsimleri yaygınlık kazananlar da Nasturîler, Ya’kubîler, Süryanîler, Mısır kıptileri, Ermenîler ve Mârunîlerdir.

Kiliseler

Yukarıda görüldüğü gibi, hıristiyanlıkta belli başlı 10 ana mezheb olmakla birlikte, genel olarak bu mezhepler, üç tip kilise çevresinde toplanmıştır (Ebu Zehra, M. 1966) :

a. Eskiye sadık kalan mezhebler:

. Roma Katolik Kilisesi/Batı Kiliseleri.

. Rum Ortodoks Kilisesi/Doğu Kiliseleri.

b. Yenilik taraftarı olan mezhepler:

. Protestan Kiliseleri.

Roma Katolik Kilisesi: Bu kilise kendini Roma devletinin mirasçısı sayar. Roma Katolik Kilisesi başkanı Papa, ruhanî bir devlet reisi kabul edilir. Bütün dünyadaki katolikler, herkesten önce, Papa’nın emirlerine boyun eğerler.

Papa’dan sonra, kardinaller, piskoposlar ve rahipler gelir. Katolik rahipler evlenmezler. Katolik mezhebine bağlı olanlar, günah çıkartmak zorundadırlar. Cuma günleri et ve yağlı yemek yemezler. Dinin bütün kurallarını kelimesi kelimesine yapmak mecburiyetindedirler. Katolik mezhebi, boşanmayı tanımaz. Herkes ancak bir defa evlenir, ömrünün sonuna kadar, aynı kimseyle kalır.

Rum Ortodoks Kilisesi/Doğu Kiliseleri: İstanbul Patriği Mikhael Kerularios 1054’de, papa ile ilişkilerini keserek, ortodoks denen doğu kiliselerini, Roma hıristiyanlığından ayırdı. Doğu devletlerinin hepsi, kendilerine göre bağımsız kiliseler kurdu. Bunlar, Rus, Yunan, Sırp, Romen vb. kiliseleridir.

Ortodoks papazlarının evlenmelerine izin verilir. Ruhu’l-Kuds’ün, Baba ve Oğuldan doğduğuna inanılır.

Protestan Kiliseleri: Ortaçağ boyunca Roma kilisesinin, hıristiyanlığın temel kurallarından hergün biraz daha ayrıldığı görülüyordu. En sonunda, XVI. yüzyılda, dinde bir reform yapılması kararlaştırıldı. Reform hareketinin öncüleri, Almanya’da Martin Luther (1483-1546) ; İsviçre’de Ulrich Zwing (1484-1531) ve Fransa’da, Calvin (1509-1564) ’dir. Protestanlığın kurucusu Luther ise de, düzenleyicisi Calvin’dir. Protestanlık, Almanya, Fransa, İsveç, Danimarka, Norveç, Hollanda, İngiltere, Kuzey Amerika ve İsviçre’de yayıldı. Bu memleketlerdeki halkların çoğu, protestandır. Kiliseleri de, protestanlığın temel esaslarına göre teşekkül etmiştir.

Reformcuların Ana İlkeleri

1. Kutsal kitabın dışında, hiçbir emir kaynağı kabul etmezler. Kilise ve Azizlerin emirleri ile konsillerin kararlarını, Kutsal kitaba uyduğu takdirde kabul ederler.

2. Her kilisenin kendine mahsus bir rûhanî lideri bulunur. Herhangibir havâriden veya İsa Mesih’in kendisinden hilafet almış olan kilise hakimiyetini kabul etmedikleri gibi, kiliselerin bir genel lideri olmasını da istemezler.

3. Kilisenin, günah çıkartmak yetkisi olmadığını, günahı, ancak Allah’ın affedeceğini kabul ederler. Buna göre; dua ve âyin yapılması gereksizdir. Herkes yaptığının karşılığını görecektir ve yaptığı fiillere göre hesaba çekilecektir. İyilik yapmışsa iyilik görecek, kötülük yapmışsa, kötülük görecektir. Böylelikle azizlerden şefaat dilemenin yersiz olduğuna ve kişinin yaptığı iyiliği, kötülüğe veya kötülüğü, iyiliğe çeviremiyeceğine inanırlar.

Kısaca, günah çıkartmayı ve bağışlamayı, şahsın kendi ameline bağlı, bir eylem olarak değerlendirip, bu hakkın, Cenab-ı Hakk’a ait olduğunu, günahkârın tevbe edip pişman olması halinde Allah tarafından affedileceğini söylerler.

4. Herkes ibadeti, kendi diliyle yapar. Dolayısıyla İncil, millî dillere çevrilebilir.

5. Commonion (komünyon) ayininde ekmek ve şaraptan, birisinin insan eti, öbürünü de, insan kanı haline geçmesinin mümkün olamıyacağını ve bunun sırf bir hatıra mahiyetinde olduğunu kabul ederler.

6. Rahiplerin evlenmelerini caiz görürler.

7. Kiliselerde, heykellerin ve resimlerin, tapınma veya secde için bulundurulmasını reddederler.

Görüldüğü gibi Protestanlık; Katolik Kilisesi’ne karşı bir tepki olarak doğmuşsa da, hıristiyanlığın daha da karmışık hale gelmesine sebep olmuştur. Böylece İncil, herkesin anlayışına göre değişebilen bir kitap durumuna düşmüş; kaynağa/asla dönüş manasında kullanılan reform, hiçbir zaman, inanç ve ibadetler yönünden, Tek Allah inancına dayanan gerçek İsevîliğe dönüşü ifade etmemiştir (Ebu Zehra, M. 1966; Abdülaziz Çaviş, 1974) .

Karşılaştırma

Bu karşılaştırma genelde Katolik mezhebi inançlarını içermektedir:

Hıristiyanlıktaki inanç ve ibadetlerle, İslâmiyetin bazı esas ve ibadetleri karşılaştırılacak olursa, şunlar görülür:

. Hıristiyanlıkta Tanrı/ilâh inancı komplekstir: Üç tanrı vardır ve bu üç tanrı, bir Tanrı’ya eşittir. Peygamber, ulûhiyyet taşımaktadır.

.İslâmiyette ise, basit, sade bir Allah inancı vardır: Allah birdir; benzeri ve ortağı yoktur. Doğmamıştır ve doğurmamıştır. Peygamber, insandır; ilâhlıkla ilgisi yoktur.

. Hıristiyanlıkta, Tanrılar çoğaltılmıştır. Kiliselerde, Haç ile Hazret-i Meryem ve Hazret-i İsa’nın resimleri bulunur. Haç şekline ibadet edilir.

. İslâmiyette ise, ibadet, ancak Tek Allah’a yapılır. Putlara tapmak, yasaklanmıştır.

. Hristiyanlar, kiliselerine istedikleri şekilde girebilmektedirler.

. Müslümanlar ise, camiye, mutlaka boy abdestli olduğu halde girerler.

. Hıristiyanlıkta, kimse doğrudan doğruya Cenab-ı Hak’tan af ve merhamet istiyemez. Arada rahip olmazsa, günahlar affolunmaz. Din adamları, ruhban sınıfını teşkil ederler. Ruhban sınıfının, büyük mevki ve imtiyazları vardır. Hıristiyan halkın günahlarını affeder. Kilise usulüne aykırı hareket edenlere ceza verir; engizisyon mahkemeleri kurar; hatta, dinden tard edip lânet eder.

. İslâmiyet ise, hiçbir zaman bir insana günah affetmek yetkisini vermez. Günahları af etmek, ancak Hak taâlâ’ya mahsustur. Onun için müslüman, doğrudan doğruya Allah’ından merhamet ve af diler. Allah’ın kendisini gördüğünü bilir ve eğer kötü huylarından vazgeçer, bir daha günah işlememek için tevbe ve istiğfar ederse, Cenab-ı Hakk’ın onu affederceğine inanır.

Müslüman, Hazret-i Muhammed’in Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ eden, sadık, güvenilir ve günah işlemekten korunmuş, Allah’ın mübarek ve sevgili kulu ve peygamberi olduğuna inanır.

Müctehid İslâm âlimleri, Hazret-i Peygamberin tebliğ ettiği İslâm’ı, Kur’ân-ı Kerimde ve Hadis-i Şeriflerde beyan edilen esaslar ve kurallar çerçevesinde öğrenen ve  nakleden, kendi alanlarında uzman ve güvenilir kişilerdir. Kur’ân-ı Kerim’i ve Hadis-i Şerifleri, İslâm dininin ruhuna ve esaslarına aykırı ve yanlış yorumlayanlar, “dâl” ve “mudıl” (itikâden sapık ve yoldan çıkarıcı) olarak nitelendirilir.

Müslümanlar, ibadet ederken, yüce Allah’nın huzurunda secdeye kapanırlar. Çünkü Cenab-ı Hak, düşünebileceklerden yüce, en büyük varlıktır. Bütün insanlar, O’nun kullarıdır. İnsanlara dünyada herşeyi O vermiştir. O hepsini yaratmış, hepsine rızık ve nafaka ihsan etmiş, hepsine yaşama imkân ve zevkini bağışlamıştır. Bu kadar büyük bir zat, ne kadar sevilse, ne kadar sayılsa azdır!

İşte onun içindir ki, Müslümanlar, O’nun huzuruna çıkıp, O’na secde eder, yere kapanırlar. Allah’a secde ederken, bütün müslümanlar birdir. Aralarında mevki, servet ve makam farkı yoktur. Allah ile aralarında hiçbir kimse vasıta olmaz. Her bir kul, doğrudan doğruya, Allah’ına yönelir ve O’na ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz (Fatiha, 5) diyerek bağlılığını, kulluğunu bildirir.

. Hıristiyanlıkta, birbirinden farklı dört Kitap (incil) bulunmaktadır. İncil’de Hazret-i İsa, havariler gibi insanlarla ilgili sözler de vardır.

. İslâmiyette ise, Kitap birdir; o da Kur’an-ı Kerim’dir. İçinde Hazret-i Muhammed de dahil, insan sözü yoktur; hepsi yüce Allah’ın kelâmıdır, sözüdür.

İSLÂM DİNİ

Bir çocuk ergenlik çağına geldiğinde (bâlığ olduğunda) veya bir müslüman adayı kelime-i şahadeti söyleyince ve bunun manasına inanınca, müslüman olur. Kelime-i şehadet, şöyledir:

Eşhedü enlâilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh (Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Yine görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Hazret-i Muhammed, O’nun kulu ve Peygamberidir.) .

Böylece, o kişiningünahlarının hepsi, o anda af olur. Fakat bunun her müslüman gibi, imkân bulunca, hemen imanın altı şartını (Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine, kadere inanmak) , yani âmentü öğrenerek manasına inanması ve kısaca “İslâmiyet’e, yüce Allah’ın Hazret-i Muhammed’e bildirdiklerinin hepsine inandım” demesi lâzımdır. Daha sonra sırası gelince, karşılaştığı işlerden farz ve haram olanları öğrenir.

Böylece, şehadet kelimesini söyleyen, onun manasına inanan bir müslüman adayı, hiçbir törene gerek kalmadan, tertemiz müslüman olur. Sonra guslü, namazı ve gerektiği zaman diğer emirleri ve yasakları öğrenir (Akseki, A. H. 1965) .

İman Konusunda İlkeler

İslâm dininde imanın konusu, amentüde açıklanan konular esas olmakla birlikte, kısaca, Hazret-i Muhammed’in Peygamber olarak bildirdiği, zarurî bilgiler (zarûriyyât-ı dîniyye) dir. Bunlar da, İslâm âlimlerince Akâid kitaplarında, mü’menün bih (iman edilmesi gerekli olanlar) formülü ile belirtilmiştir (Ebu Hanife, İ.A. 1982) .

İmanın mevcut olmasının şartı ikidir: 1) Kalb ile tasdik, 2) Dil ile ikrar. Bir kimse, mü’menün bih olarak adlandırılan iman edilmesi gereken hususlara şüphe etmeksizin kalbi ile inanır ve bu inancını dili ile söylerse, mü’mindir; toplumda müslüman muamelesi görür.

İmanın altı temel unsuru âmentüde toplanmıştır: Yüce Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine (kadere) inanmaktır.

Yüce Allah’a inanmak: Her maddeyi, hücreyi, atomları, molekülleri, elementleri, bileşikleri, organik cisimleri, hayatı, ölümü, her olayı, her reaksiyonu, her çeşit kuvveti, enerji çeşitlerini, hareketleri, tabiat kanunlarını, ruhları, melekleri, canlı cansız her varı yoktan var eden ve hepsini her an varlıkta durduran, yalnız yüce Allah’tır.

Âlemde olan her şeyi yarattığı gibi, Kıyamet zamanı gelince, her şeyi yine yok edecektir. Her varlığın sahibi, hâkimi O’dur. O’nun hâkimi, âmiri, üstünü, ortağı yoktur. Birdir. O, yarattıklarından hiçbirine benzemediği gibi, hiçbiri de O’na benzemez. Kemal sıfatlarla sıfatlanmıştır. O’nda hiçbir kusur ve eksiklik yoktur. Zamanlı, mekânlı değildir. Ezelîdir (öncesi yoktur) , ebedîdir (sonrası yoktur) . Yüce Allah’ın üzerinden gecenin-gündüzün ve zamanın geçmesi düşünülemez; O, cihât-ı sitte (sağ, sol, ön, arka, alt, üst) ile de sınırlı değildir; bunlar, yaratıklar içindir. O’nda hiçbir değişiklik olmaz. O, hiçbir şeye hulûl etmez, hiçbir şeyle birleşmez. Yardımcısı, koruyucusu, anası, babası, oğlu-kızı, eşi yoktur. Her zaman, herkes ile hâzır, her şeyi muhît (ihata eden) ve nâzırdır. Fakat, hâzır, muhît ve nâzır olması, fizikî çerçevede değildir. Herkese can damarından daha yakındır. Her şeyi en iyi bilir, görür ve işitir (Bilmen, Ö.N. 1959) .

Kısaca, O’nun zâtî ve subûtî sıfatları vardır.

Zâtî sıfatları altıdır: Vücud (var olmak) , Kıdem (varlığının öncesi, başlangıcı olmamak) , Bekâ (varlığı, sonsuz olmak, hiç yok olmamak) , Vahdâniyet (bir olmak; ortağı, benzeri olmamak) , Muhâlefetün li’l-havâdis (hiçbir şeye benzememek) ve Kıyâmün bi-nefsihî’dir (varlığı kendindendir; hiçbir şeye muhtaç değildir) .

Subûtî Sıfatları sekizdir: Hayat (diri olmak) , İlim (bilmek) , Sem’ (işitmek) , Basar (görmek) , Kudret (gücü yetmek) , Kelâm (konuşmak) , İrâde (dilemek) ve Tekvîn (yaratmak) . Bütün sıfatları da Zâtı gibi ezelîdir, ebedîdir (sonsuz olarak vardır) .

Esmâ-i Hüsnâ (güzel isimleri) da sonsuzdur. İslâm dininde, bunlardan ancak 99’u bildirilmiştir (Bilmen, Ö.N. 1959) .

Meleklere İman: Melekler; cismanî, lâtif, nuranî, akıllı, diri, günah işlemez, yemez, içmez, evlenmez, erkeklik ve dişilikleri olmayan mübarek varlıklardır. Melekler, Allah’ın kullarıdır; ortakları, kızları değildirler. Cenab-ı Hakk’ın emirlerine itaatederler; asla isyan etmezler. Her güzel şekle girebilirler.

Cebrâil, İsrâfil, Mikâil ve Azrâil, meleklerin büyüklerindendir.

Kitaplara İman: Semavî kitaplardan biz insanlara bildirileni 104 adettir. Bunlardan 10 suhuf (kitapçık, forma, risale) , Âdem peygamber’e; 50 suhuf, Hazret-i Şît (Şîs) ’e; 30 suhuf, İdrîs peygamber’e ve 10 suhuf, Hazret-i İbrahim’e indirildiği bilinmektedir.

Tevrât kitâbı, Hazret-i Mûsâ’ya; Zebûr, Dâvud peygamber’e; İncîl, Hazret-i İsa’ya ve Kur’ân-ı Kerîm, Hazret-i Muhammed (s.a.v.) ’e indirilmişdir.

Kur’ân-ı Kerîm, Allah kelâmıdır, sözüdür.

Yüce Allah’ın son kitabı Kur’ân (Mushaf-ı Şerif) bütün semavî kitapları neshetmiş, hükümlerini yürürlükten kaldırmıştır.

Hazret-i Muhammed’in en büyük mucizesi, Kur’an-ı Kerim’dir. Bütün insanlar biraraya gelseler, hepsi, O’nun en kısa sûresi gibi bir söz söylemeye uğraşsalar, söyleyemezler (Bakara, 23) . Arabistan’ın en beliğ, edip ve fasih şairleri bir araya geldi; çok uğraştırlar; fakat, üç kısa ayeti gibi bir söz söyleyemediler.

Peygamberlere İnanmak: İnsanları, Cenab-ı Hakk’ın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir.

Her peygamberde; emanet (emin olmak) , sıdk (doğru olmak) , tebliğ (Allah’ın bildirdiğini açıklamak) , ismet (günah işlememek) ve fetanet (akıllı, anlayışlı olmak) sıfatları bulunur.

 Buna göre onlar; çok akıllı, adâlet sahibi, kendilerine güvenilir, emniyetli, ilâhî vahiy ve ilhamla aldıklarını insanlara ulaştıran, peygamberlikten önce ve sonra günah işlemeyen mübarek insanlardır.

Ahkâm konusunda, yeni bir şeriat/din tebliğ eden peygambere resûl; yeni bir din bildirmeyip, insanları önceki dine davet eden peygambere de nebî denir.

Peygamberlerin sayısı, biz insanlarca belli değildir. Ancak 28’inin isimleri Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir. Bunlar:

Hazret-i Âdem, İdris, Nuh, Hûd, Sâlih, İbrâhîm, Lût, İsmâil, İshak, Ya’kub, Yûsuf, Eyyûb, Şuayb, Mûsa, Hârun, Dâvud, Süleyman, Lokman, İlyas, Elyesa, Zülkifl, Yûnus, Zekeriyya, Yahya, Uzeyr, Îsa, Zülkarneyn ve Muhammed (a.s.) ’dır.

Bunlardan Lokman, Uzeyr ve Zülkarneyn’in, ancak bir veli, mübarek bir kişi olduğunu söyleyen âlimler de vardır (Bilmen, Ö.N. 1964) .

Peygamberlik, kesbî değildir; çok çalışmakla, açlık ve sakıntı çekmekle, kahramanlık göstermek ve çok ibadet etmekle elde edilmez. Ancak, Hak taâlâ’nın seçmesiyle olur. Bu da O’nun ihsanıdır.

Ahiret Günü’ne İnanmak: Yüce Allah tarafından yaratılan kâinat, bir gün yok edilecektir. Kıyametin ne zaman kopacağı bilinmemektedir. Ancak, alâmetleri, Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde açıklanmaktadır. Onun için, vukûuna/olacağına, şüphe ile bakılamaz.

Müslüman; Allah’ın bütün canlıları diriltip mahşer yerinde toplayacağına; hesap, mizan, cennet ve cehennemin hak olduğuna inanır.

İşte mü’min; gaybe, ahiretle ilgili dinin bildirdiği her şeye inandığından dolayı, dünya hayatını iyi değerlendirir; daima faydalı işler yapar. Müslümanların ve müslüman olmayanların, malına, canına ve namusuna asla dokunmaz. İsyan etmekten, fitne çıkarmaktan, bölücülük yapmaktan çekinir, korkar. Bilir ki, bir gün gelecek, ahiret hayatı başlayacak; mizan kurulacaktır. Hesap neticesinde, temize çıkan mü’minlerin cennete; müşrik ve kâfir olarak ölenlerin ise, cehenneme gideceklerine inanır. Onun için bu dünyada, Allah’a ve Peygamberine itaat etmeye, kul hakkıyla gitmemeye; kısacası, Kur’an-ı Kerim ve hadisler çerçevesinde müctehid İslâm âlimlerinin yazdıkları akâid, fıkıh ve ahlâk kitaplarında bildirilen İslâm dinine göre yaşamaya çalışır.

Kadere, Hayır ve Şerrin Yüce Allah’tan Geldiğine İnanmak: İnsanlara gelen; hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi, Allah’ın takdir etmesiyledir. O’nun bir şeyin varlığını ezelde dilemesine kader; kaderin (varlığı dilenilen şeyin) var olmasına kaza denir. Kaza ve kader kavramları, birbirinin yerinde de kullanılır.

Hak taâlâ, kullarının tâatlarını ve günahlarını irade eder ve yaratır. Fakat tâattan râzıdır. Günahtan razı değildir, beğenmez. Her şey O’nun irade ve halk etmesi ile var olmaktadır. En’âm suresinin 102. ayetinde “O’ndan başka ilâh yokdur. Her şeyin halikı (yaratıcısı) , ancak O’dur” buyruluyor (Bilmen, Ö.N. 1959; Ebu Hanife, İ.A. 1982; Taftazanî, S. 1982) .

İmanın Sahih ve Kabul Edilebilir Olmasının Şartları:

1. Ye’s (Ümitsizlik) halinde olmamak. Ölüm halinde edilen iman sahih değildir. Çünkü iman, gaybîdir.

2. İslâmiyette kesin olarak bilinen esas, hüküm ve haberlerden (zarûriyyât-ı dîniyye’den) birini; inkâr etmek, yalanlamak, alaya almamaktır. Meselâ, namaz farzdır; zina haramdır; Kur’an-ı Kerim’in hepsi, Allah’ın kelâmıdır. Bunlara, olduğu gibi inanılır.

3. Yine zarûriyyât-ı dîniyyenin hepsinin güzel, yerli yerinde olduğunu kabul edip, hiçbirinin yerine getirilmesinde, inat ve kibirlilik göstermemektir (Bilmen, Ö.N. 1959) .

Buna göre, iman ve imanla ilgili hususlar formüle edilecek olursa, şu ilkeler ortaya çıkar:

İmanla ilgili ilkeler (Bilmen, Ö.N. 1959; Ebu Hanife, İ.A. 1982; Taftazanî, S. 1982) :

1. İman, gaybîdir. Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği öldükten sonra dirilme, cennet ve cehennem gibi hakikatlara görmeden inanılır.

2. İman, bir bütündür; parçalanmaz (cüz’ün lâ yetecezzâ’dır) . İman edilecek esaslardan birine, meselâ peygamberlerden veya farzlardan birine; yahut Kur’an-ı Kerim’den bir âyet-i kerime’ye inanmamak, imanı bozar (küfürdür) . İman edilecek hususlarda, Hak taâlâ ile pazarlık yapılmaz.

3. İman; havf (korku) ve recâ (ümit) dengesinde olur. Mü’min, ne kadar ibadet ederse etsin, ayağının kaymasından, imansız gitmekten korkar. Ahiretteki azabı hatırlar. Bununla beraber, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz rahmetini de düşünerek, imanlı gideceğini; dolayısıyla cennete gireceğini ümit eder.

4. Müslüman, İslâm dininin hiçbir esas, hüküm ve haberini inkâr etmediği gibi, onları oyun ve eğlenceye de alamaz. Farzı farz; haramı haram bilir. İbadeti haramla karıştırmaz. Din ile alay eden, küfre düşer, İslâm dairesinden çıkar. Aynı şekilde, fıkıh kitaplarında elfâz-ı küfür olarak isimlendirilen küfür sözlerinden (dine, imana, peygambere, kitaba sözmek; dince mukaddes olan ezan, namaz ve nikâh gibi konularla alay etmekten) uzak durur; bu şekilde bir yaklaşımda bulunmaz. Bunları, imanını öldüren birer zehir bilir.

Zaten müslüman, içinde yaşadığı toplumun kanunlarına ve amirlerine karşı gelerek suç işlemediği gibi; dininin vecibelerine inanmamak ve karşı gelmekle de günah işlemez. Akıllı müslüman, insanlara faydalı olmak için, elinden geldiği kadar çalışır.

5. İman, daimî bir farzdır; geçici değildir. İman, hediyye olarak verilmez, vasıyyet edilmez. Bir müddet sonra kâfir olmaya niyet eden bir müslüman, o anda imanını kaybeder, dinden uzaklaşır.

6. Mü’minlerin imanı, mü’menün bih (iman edilen esas, hüküm ve haberler) yönünden, artmaz ve eksilmez. Bütün iman edenler, bu konuda eşittirler. Ancak, ma’rifet, yakın, tevekkül, muhabbet, rıza, havf (korku) ve recâ (ümit) bakımından, imanları farklıdır.

7. İman ve amel (ibadetler, ahkâmı islâmiyye) birbirinden ayrı şeylerdir. İnkâr etmedikçe, hafife almadıkça namaz kılmayana kâfir denmez. Hırsızlık yapmak, içki içmek, ana-babaya âsi olmak gibi büyük günah işleyenlerin (bunları günah olduğunu bilerek yaptıkları müddetçe) imanları gitmez. Ancak mü’mine yakışan, ibadetleri yapıp, haramlardan, günahlardan uzak durmasıdır. Bundan, amellerin imandan bir cüz’ (parça) olmadığı anlaşılmaktadır.

8. Gece, gündüzün; kötü, iyinin; çirkin, güzelin; zulmet, nurun; haram, helâlin; zulüm, adaletin; batıl, hakkın zıddı olduğu gibi, küfür de imanın zıddıdır. Gece olduğu zaman, gündüz olamıyacağı gibi, küfürün olduğu bir yerde de, iman bulunmaz. Bir kalpte, ya iman vardır veya küfür. Aynı anda ikisinin de bulunması mümkün değildir. Onun için zıdlar birleşmez denilmiştir. Müslüman, küfür düşmanından kendini koruyabilmek için, yanında beş muhafız/güvenlik görevlisi bulundurmaktadır. Bunlar;

1) Farzları yapmak, haramlardan kaçınmak,

2) Sünnetlere sarılmak,

3) Edepli ve ahlâklı olmak,

4) İhlâsa kavuşmak,

5) Yakîn elde etmek.

9. İman, hem inkârcıya/kâfire, hem de müslümana farzdır. İbadet ise, yalnız müslümana farzdır.

10. Amelsiz (ibadetsiz) iman, makbuldür; ama, imansız amel, makbul değildir, ahirette insanı, cehennem azabından kurtarmaz.

11. İmanın gerekliliği, iki şarta bağlıdır: Akıllı olmak ve bulûğa ermek (ergenlik çağına girmek) . Aklı olmayanlar, iman etmekle sorumlu değildirler. Din, herşeyden önce böylelerini muhatap olarak almaz. Onlar, akıllı olanların vesayeti altındadırlar. Nitekim çocuklar da böyledir.

İman ve İnkâr Açısından İnsanların Sınıfları:

İman yönünden insanlar, iki gruba ayrılırlar: Mümin ve kâfir.

Müminler de, itikatta, genel olarak iki kısımdırlar: Ehl-i sünnet ve Ehl-i bid’at.

Ehl-i sünnet inanışında olan müslümanlar da, sâlihler ve fâsık (=âsi=günahkâr) lar diye, iki grupta toplanırlar (Bilmen, Ö.N. 1959) .

Fâsık (âsi) , açıkça haram işleyen müslümandır. Ancak fâsık, tevbe ederse, tertemiz müslüman olur.

Sâlih Müslümanın belli başlı özellikleri, aşağıda "İslâmî Etik Değer ve İlkeler" başlığı altında verilmiştir.

İbadetlerle İlgili İlkeler

Bu ilkeler şöyle sıralanabilir (Bilmen, Ö.N. 1964) :

1. İbadet ancak Allah’a edilir.

Yüce Allah’tan başka hiçbir varlığa tapılmaz, ibadet edilmez. Çünkü, insanı ve bütün varlıkları O yaratmıştır. Rızıklarını halk eden O’dur. İnsanı ve evreni, varlık aleminde durduran; yok olmaktan koruyan, ancak Hak taâlâ’dır. Onun için, O’ndan başkası ibadet edilmeye lâyık değildir.

İbadet, ergenlik çağına gelen her akıllı müslümana farzdır. Allah’a inanmayana, farz değildir. Çünkü inkârda olan, önce iman etmekle sorumludur.

Buna göre, ibadetin farz olması; iman, akıl ve bulûğ (ergenlik) gibi üç temel şarta bağlıdır.

Akıllı olan ve ergenlik çağına giren müslümana mükellef denir. Mükelleflerin işleri (ef’âl-i mükellefîn) , sekiz kısımdır: Farz, vacib, sünnet, müstehab, mubah, haram, mekruh ve müfsid. İslâmiyetin amel, uygulama ile ilgili olan kısmına ahkâm-ı islâmiyye (fıkıh) denir.

Salih müslüman ibadetlerini, Kur’an-ı Kerim ve Hazret-i Peygamberin hadislerini esas alan alimlerin açıklamaları çerçevesinde yapar. Bu konuda Hanefî, Şafiî, Malikî ve Hanbelî alimlerinin fetvaları meşhur olmuş ve yaygınlık kazanmıştır.

İbadetten önce kalp temizliğinin yapılmış olması gerekir.

Kalp temizliği demek, itikadın doğru olmasıdır. İtikadın doğru olması, Hazret-i Peygamberin sünneti, onun yolu üzerinde olma anlamına gelir. Çünkü müctehid islâm alimleri, eshab-ı kiram’ın bu yolda olduklarını, Hazret-i Peygamberin bu itikadı tebliğ ettiğini bildirmektedirler. Onun için ehl-i sünnet ve’l-cemâat, Hazret-i Peygamberin ve eshabının yolunda olanlar demektir.

Kalp temizliğinden sonra, iki ana temizliğe dikkat edilir:

1) Hadesten temizlik (Boy abdesti ve namaz abdesti almak) ,

2) Necasetten temizlik (Bedeni, elbiseyi ve namaz kılınacak yeri, her türlü necasetten, pislikten temizlemek) .

İslâmın beş şartından (kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacca gitmek ve Ramazan ayında oruç tutmak) biri olan kelime-i şehadetten sonra, en önemlisi namazdır. Namaz, dinin direğidir. Çünkü namaz; tekbir, hamd, kırâat, rukû, secde, salâvat ve dua gibi ibadetlerin çoğunu kendinde toplamıştır.

Namaz vakitleri, insanın vaktini tanzim eden bir nevi dinî programlardır. Bu bakımdan müslümanın, disiplinli ve düzenli olması çok tabiîdir.

Şartlarına uygun kılınan namaz; insanı, günah ve çirkin işlerden alıkor. Onun için namaz kılan bir müslüman, müslüman kardeşlerinin ve diğer insanların hukukuna riayet eder; hırsızlık, karaborsacılık, kumar ve içki gibi, kedine ve başkalarına zararı olan haram işlerden uzak durur.

İnsanın yaratılış gayesi, Allah’ı tanımak, O’na kul olmak, diğer bir ifadeyle ibadet etmektir (Zariyat, 56) . Zaten farzları yapan ve haramlardan uzak kalan bir müslümanın, iyi niyetle dairesinde, bürosunda, kışlasında, işyerinde ve tarlasındaki çalışması, ibadet olmaktadır.

2. İbadetler ihlâs ile yapılmalıdır.

Allah için yapılmayan veya haram karıştırılarak yahut dünya menfaatı karşılığında yapılan ibadetler, sahih olsa bile, makbul olmaz (ecir, sevap verilmez) .

İhlâs; insanı, riyadan (gösterişten) , kibirden, kula kul olmaktan uzaklaştırır. Kalbi, dağınıklıktan, İslâmiyetin yasakladığı şeylere bağlanmaktan korur. Neticede, kalbe Allah sevgisi yerleşir. Bu da insanı, ihsan derecesine yükseltir:

İhsan, müslümanın Allah’ı görür gibi ibadet etmesidir. Her ne kadar kul O’nu görmüyorsa da O, (her zaman ve her yerde) kulunu görmektedir (Müslim, İman 1, 8) .

3. “Dinî hüküm” açısından mükelleflerin işleri, ya “ibadet” veya “muamele” grubundandır.

Bunların da dünyevî veya uhrevî yönleri vardır.

Böylece dünyevî (dünyaya ait) maksatlar bakımından mükellefin işleri (Haydar Efendi, B. 1966) :

1) Sahih, 2) Bâtıl, 3) Fâsid ( Bu üç kısım hem ibadet, hem de muamelâtta bulunur) , 4) Mün’akid veya gayr-i mün’akid, 5) Nâfiz veya gayr-i nâfiz, 6) Lâzım veya gayr-i lâzım kısımlarına ayrılır. Bunlara ahkâm-ı sitte denir.

Uhrevî (ahiretle ilgili) maksatlar bakımından mükellefin işleri ise:

Azimet ve ruhsat olmak üzere iki grupta toplanır. Azimet de şu kısımlara ayrılır:

1) Farz, 2) Vacip, 3) Sünnet, 4) Nâfile/Mendup/Müstehap, 5) Haram, 6) Mekruh, 7) Mubah.

Bunlara ahkâm-ı teklîfiyye denir (Haydar Efendi, B. (1966) :

Mükellef, akıllı ve bulûğa (ergenlik çağına) ermiş, dinin emir ve yasaklarından sorumlu kadın/erkek her müslümandır.

4. Ameller (işler) in kısımları:

Ameller üçe ayrılır:

1) Tâ’at. Yüce Allah’ın beğendiği şeylerdir. Bunlara hasene de denir. Tâ’at yapan müslümana ecir (sevap) , iyilik verileceği va’d edilmiştir.

2) Ma’sıyet. Günah olan işlerdir ki, bunları Hak taâlâ beğenmez. Allah’ın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmaktır.

3) Mubah. Günah veya tâ’at olduğu bildirilmemiş olan işlerdir. Yapanın niyetine göre tâ’at veya günah olur. Günahlar, niyetsiz veya iyi niyet edilerek işlenirse, günah olmaktan çıkmaz.

Ameller ise, ancak niyetlere göredir; iyi veya kötü olur. Herkesin niyetine göre amelinin karşılığı vardır hadisi (Buhâri, Bed'ü'l-vahy 1) , niyete göre, tâ’at ve mubahlara sevap verileceğini bildirmektedir. Bir kimse, birinin gönlünü almak için başkasını incitse veya başkasının malı ile sadaka verse, yahut haram para ile okul, cami yaptırsa, cahillik, bilgisizlik etmiş olur. Zulüm, haram, iyi niyetle işlense bile, yine günah olur. Günah olduğunu bilmiyerek yaparsa, bilmemesi, öğrenmemesi de günahtır. Çünkü müslümanın bilmesi gereken emir ve yasakları bilmemesi özür sayılmaz.

Tâ’atler, niyetsiz veya Allah için niyet edilerek yapılınca sevap hasıl olur. Tâ’at yaparken, Allah için yaptığını bilse de bilmese de kabul olur (sevap hasıl olur) . Bir kimse Allah için yaptığını bilerek tâ’at yaparsa, buna kurbet denir. Kurbet olan işi de yaparken sevap hasıl olması için niyet etmek şart değildir. Sevap hasıl olması için, Allah rızası için niyet etmek lâzım olan tâ’ata, ibadet etmek denir. Niyetsiz alınan abdest, ibadet olmaz, kurbet olur. Bununla hadesten temizlenme hasıl olup namaz kılınır.

Görülüyor ki, her ibadet, kurbettir ve tâ’attır; fakat her kurbet veya tâ’at, ibadet değildir. Kuran-ı Kerim okumak, vakıf, sadaka, abdest almak (Hanefî mezhebinde) ve benzerleri yapılırken sevap hasıl olması için niyet lâzım (şart/farz) olmadığından kurbettirler ve tâ’attırlar; fakat ibadet değildirler. Böylece tâ’at veya kurbet olan bir iş yapılırken, Allah için niyet edilirse, ibadet yapılmış olur. Fakat bunlar, ibadet olarak emrolunmadı.

Yüce Allah’ı tanımaya yarayan fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibi bilgileri öğrenmek tâ’attır; kurbet değildir. Tâ’at, kötü niyet ile yapılırsa, günah olur. Güzel niyetlerle tâ’atın sevabı artar. Meselâ, camide oturmak, tâ’attır. Mescidin, Allah’ın evi olduğu düşünülerek ziyaretine niyet edilirse, sevabı daha çok olur. Namaz kılmayı beklemeye; dışarıda gözü, kulağı günah işlemekten korumaya; mescitte itikâf ederek ahıreti düşünmeye; mescitte Hak taâlânın adını zikretmeye; orada emr-i ma’ruf ve nehy-i münker yapmaya (iyilikleri söylemeye ve kötlüklerden sakındırmaya, yani vaaz etmeye) ; vaaz dinlemeye; yüce Allah’tan haya ederek edepli olmaya ve benzerleri gibi ayrı ayrı niyet edilirse, her niyet için sevaba kavuşulur. Her tâ’atta böyle çeşitli niyetler ve sevaplar da vardır (niyet, tâ’at, kurbet ve ibadet tabirleri için bk. Reddü’l-Muhtâr, Kitabu’t- tahâre, matleb el-farku beyne’t-tâa ve’l-kurbe) .

Her mubah, iyi niyetle yapılınca tâ’at; kötü niyetle yapılınca günah olur. İyi giyinen kimse; gösteriş yapmak, kibirlenmek, dinen haram olan işleri yapmak için giyinirse, günah işlemiş olur. Bu kimse, şık giyinir ve camiye saygı için, camide yanına oturan müslümanları incitmemek, temiz olmak, sıhhatli olmak, toplumda İslâm’ın vakarını, şerefini korumak için diye niyet ederse, her niyeti için ayrı ayrı sevap kazanır.

İslâm alimleri, her mubah işte, hatta yemede, içmede ve uyumada bile, iyi niyet etmenin unutulmamasını söylemektedirler. İnsan mubah bir işe başlarken, niyetine dikkat etmelidir. Niyeti iyi ise, o işi yapmalı; niyeti iyi (Allah için) değilse yapmamalıdır. Çünkü hadis-i şerifte, yüce Allah sizin bedenlerinize ve şekillerinize bakmaz. Ancak kalplerinize ve amellerinize (kalplerinizdeki iyi niyete) ve iyi niyetle yaptığınız amellerinize bakar (Buharî, Nikâh 45, Edeb 57) buyruldu.

Böylece yüce Allah, insanın yeni, temiz elbisesine; hayrat ve hasenatına; malına, rütbesine, makamına bakarak sevap vermez. Bunları ne düşünce ile, ne niyetle yaptığına bakarak, sevap veya azap verir.

O halde, her mü’mine önce farz olan şey, imanı, farzları ve haramları öğrenmektir. Bunlar öğrenilmedikçe, müslümanlık tam olmaz; niyet ve ahlâk düzeltilemez, temizlenemez. Niyet doğru, düzgün olmadıkça, hiçbir farz da sahih, makbul sayılmaz.

6. İbadetler; yapılması yönünden farz, vacip, sünnet ve nâfile; terki bakımından haram ve mekruh kısımlarına ayrılır.

Hiçbir sünnet veya nâfile, farz derecesine çıkamaz. Bir milyar parası olan, yarısını sadaka (nâfile) olarak fakirlere dağıtsa, zekât olarak vereceği bir simit karşılığındaki paranın sevabını alamaz. Böylece farz, Allah’ın emri olduğu için, sevabı, hiçbir nâfile ile mukayese edilemediği gibi, terk edilmesinin cezası da o derece büyüktür.

7. Hak taâlânın rızası, ibadetlerde, hayırlı işlerde; gazabı, azap vermesi de haramlarda, şer işlerde gizlenmiştir.

Bir kimse küçük görülen bir sevabı, hayrı işlemesi sebebiyle, Allah’ın sevgili kulu olabileceği gibi, çok küçük görülen bir günahı, kasıtlı olarak yapmasıyla da Allah’ın gazabına, azabına uğrayabilir.

8. Farz ile haram karşılaştığında, haramı işlememek için, farz tehir edilir (geri bırakılıp kaza edilir) .

Düşmanla savaşırken, namazın farzını kılacak kadar vakit bulamıyan bir kimse, namazını kaza eder.

9. Her günah, diğer bir günaha yol açar.

Küçük günahlarda ısrar etmek (Âl-i İmrân, 135) , büyük günahtır (Suyutî, Câmiu’s-sagîr, II, 203) . Her farzın terki, haramdır. Haramları işlemek de, kalbi karartır. Böyle bir kalp ile yapılan ibadetlerde huşû (Mü’minûn, 2) ve hudûun sağlanması, ibadetlerden zevk duyulması, tat alınması çok zordur.

10. İslâmiyetin her farzında, emrinde mutlaka bir husün (güzellik, iyilik, fayda) ; her haram kıldığı, yasakladığı şeyde de mutlaka bir kubûh (çirkinlik, zarar) vardır (A’raf, 28) .

Akıl, bazı işlerde, husün ve kubûhü anlamada rehber olabilirse de; husün ve kubûhün doğru olarak tayininde din hâkimdir. Peygamberlerin gönderilişi, bunun açık delilidir.

11. Meşekkat ve zorluklar, kolaylıkları çağırır (Bakara, 185) . Buna göre seferde/yolculukta namazlar kısaltılır; oruç tehir edilebilir.

İyileşmesi ümit edilmeyen hasta, fidye verir. Namazını ayakta kılamayan, oturarak kılar. Kadınların, muayyen günlerinde kılamadıkları namazları, muaftır; kaza edilmesi gerekmez.

12. Zarûretler de yasaklanan şeyleri mubah kılar.

Ölümle karşı karşıya gelen bir müslümanın, başka yiyecek bulamadığı zaman, dine uygun kesimi yapılmayan bir hayvanın etinden (Bakara, 173) veya haram kılınan yiyeceklerden ölmeyecek kadar yemesi caiz olur.

13. İslâmiyette, insanın hürriyeti, hür olma hakkı, en tabiî haklarındandır.

Hür insan ticareti yapmak, şiddetle yasaklanmıştır. Hür olmıyanların hürriyetlerine kavuşmaları içinde çeşitli müeyyideler/yaptırımlar getirilmiştir. Yalan yere yemin eden bir kimsenin keffâret olarak bir köle âzat etmesi/köle bir kimseyi hürriyetine kavuşturması (Maide, 89) bunlardan biridir.

Sâlih Müslümanın Özellikleriyle İlgili İlkeler

Bu özelliklerle ilgili ilkeler şöyle sıralanabilir (Akseki, A. H. 1965; Bilmen, Ö.N. 1964) :

1. Salih Müslüman, Kur’an-ı Kerim ve sünneti esas alan müctehid İslâm âlimi İmam-ı A’zam Ebû Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel gibi mezhep sahibi âlimin rehberliğinde dinî yaşayışını düzenler.

2. İtikatta (imanî konularda) , İslâm âlimlerince yazılan akâid kitaplarını; amelde (İslâm ahkâmı ile ilgili hususlarda) , yine müctehid âlimlerce yazılan fıkıh kitaplarını; ahlâkî konularda da, Hasan-ı Basrî, Cüneyd-i Bağdadî, Ebu’l-Kâsım el-Kuşeyrî, Mevlâna Celâleddin Rûmî, İmam-ı Rabbâni, Hacı Bayram Velî, İmam-ı Birgivî gibi âlimlerin ahlâkla ilgili eserlerini, esas kabul edip itikad ve amelde bulunur; nefsini tezkiye eder.

3. Müctehid olmayan, itikad veya fıkha ait bir mesele ile karşılaştığı zaman, önce bu ilimlerde yazılı âlimlerin kitaplarına müracaat eder. Çünkü netice itibariyle Akaid, imanla ilgili; Fıkıh da, amel (İslâm ahkâmı) ile ilgili âyet-i kerime ve hadislerin tefsiri, yorumudur. Dolayısıyla, temel Akaid ve Fıkıh kitaplarına baş vuran, Kuran-ı Kerim ve hadise müracaat etmiş olur.

4. Salih Müslüman, reformcu değildir. Reformcular; İslâm'ın esaslarında bazı dinlerde olduğu gibi değişiklik yapmak isterler. Hazret-i Peygamberi devreden çıkarma, Kur'an dışında sünnet, icma ve fukahayı delil kabul etmeme, namazı üç vakte indirme, Kur'an'ı, dolayısıyla İslâm'ın temel esaslarını İslâm dışı sistemlere göre yorumlayarak “karma bir din”, kısaca peygambersiz, farzsız ve yasaksız bir din vücuda getirme, bunun en açık örnekleridir.

Reformcular, yabancı ideolojilere angaja olmanın bir sonucu olarak Hazret-i Peygamber’i ve selefi (eshab-ı kiram, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn) örnek alan müctehid İslâm âlimlerini küçümser, aşağılar, hatta onlara hakaret ederler. Bazıları bunu, sahih sünnetin dinde delil olarak kullanılamıyacağına kadar vardırır. “Cahil bir müslüman bile Kur’an’dan mana çıkararak ibadet edebilir” diyerek, ilim ve uzmanlığın değerini inkâr ederler.

Sâlih müslüman; reformcuların bu tutumlarıyla, müslümanlar arasında fitne ve anarşi çıkardıklarına; dolayısıyla müslüman cemaatın üzerinde bulunduğu doğru yoldan ayrıldıklarına inanır.

5. Dinî deliller olarak, Kur’an-ı Kerim, hadis, icmâ ve kıyâs-ı fukaha’i kullanır.

6. Kütüb-i Sitte (Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim, Sünen-i Ebû Dâvud, Sünen-i Tirmizî, Sünen-i Nesâî, Sünen-i İbni Mâce) , Muvatta ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel gibi hadis kitaplarını, en kıymetli, muteber hadis kitapları kabul eder.

7. (Ehl-i sünnette salih Müslümanın itikadında) İmâm-ı Ma’sûm-Âyetüllah görüşüne yer yoktur (Taftazanî, S. 1982) . Çünkü İslâmiyet, ancak peygamberlerin ve meleklerin ismet sıfatına sahip olup günah işlemediklerini, günahsız olduklarını, Allah’ın vahiy ve ilhamı ile vazifelerini yaptıklarını bildirmektedir. Bunun dışında hiç kimsenin, hatta velinin dahi, ma’sûm olamayacağına inanır.

8. Salih Müslüman, Eshab-ı Kiram’ın hepsine saygı gösterir. Dört halife (Hazret-i Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali r.anhüm) ve diğer sahâbe-i kiram arasında ayırım yapmaz; hiçbirine dil uzatmaz ve hiçbirine asla sövmez. Hepsini hayırla anar. Hadis, Siyer ve Akâid kitaplarında sayılan üstünlüklerini yâd eder.

9. Dinin temel esaslarına aykırı tarikatçılık yapmaz ve efsane, büyü-sihir, üfürükçülük gibi İslâm’ın yasakladığı şeylerden uzak durur ve bunların haram olduğuna inanır. Bâtıl inanç ve hurâfeleri reddeder.

10. Âyet ve hadis gibi nasları bir kenara bırakarak, din konusunda kendi görüşünü İslâm diye ileri sürmeyi, küfür ve imanda intihar bilir.

11. Kâhinin, falcının, medyumun, doğru yoldan ayrılan tarikatçının Gayble ilgili verdikleri haberlerde, onları doğrulamanın küfür ve inançta sapıklık olduğuna inanır.

12. Dirilerin hukukuna riayet ettiği gibi, ölülerine ve kabirlerine de saygılıdır. Kabir ziyaretinde bulunup, Kur’an-ı Kerim okur, dua eder; sevabını orada medfun bulunan müslümanlara bağışlar. Ölülerin de bundan istifade edeceklerine itikat eder. Kur’an-ı Kerim’de, Bakara suresinin 154. ayetinde, şehitlerin, insanın anlayamayacağı bir hayatla, kabirlerinde diri oldukları bildirilmektedir. Buna göre, Peygamberlerin kabirlerinde bu şekilde diri olduklarına inanır.

Salih müslüman; kabirleri çiğnemez ve onların üzerine oturmaz. Ölülerin kemiklerini kırmayı, yakmayı, haram kabul eder. Zimmî, gayri müslim vatandaşların ölülerini dahi incitmez.

13. İslâmiyyetin, sosyal adâlet dini olduğunu bilir. Bunu, sosyalizm-kominizm veya İslâm sosyalizmi ile ilişkilendirmez. İslâm’da sosyalizmi savunmak; iyiye, kötü; gündüze, gece; adâlete, zulüm; nura, zulmet; hakka, bâtıl demeye benzer. İslâmiyet, hiç bir beşerî ideolojiyi, ne kendi yapısında bulundurur, ne de arkasına takar. O, katkısız, eksiksiz ve kusursuz, ilâhî menşeli bir dindir.

14. İslâmiyetin; insan sağlığına, ilme, akla, fenne, tekniğe ve endüstriye lâyık olduğu önemi verdiğine; aklî ve mantıkî olduğuna; ancak akıldan neş’et etmediğine, insan ürünü olmadığına; vahiy ve nübüvvet gibi iki temel unsuru bulunmadığına inanır. İslâmiyet’e Yunan ve Hind felsefelerini karıştırarak, onu, filozofların kendi düşüncelerinin ürünü olan sistemlerinin üzerine oturtmak suretiyle beşerîleştirmeyi asla kabul etmez.

15. İçinde yaşadığı toplumun kanunlarına saygılıdır. Kanunlara ve amirlerine karşı gelerek, suç işlemez, isyan etmez. İslâm’da devrim ve cihad bahanesiyle, fitne çıkarmaz, işkence yapmaz, adam öldürmez ve gayr-i meşru tasarruflarda bulunmaz.

İslâmiyet, yüce Allah’ın insanlara gönderdiği, merhamet ve adâlet esasına dayanan, huzur ve sulh (barış) dinidir. Onun için, mutlak müctehid âlimlerin fetvalarına, kitaplarına ters düşen bir yorumla hareket etmeyi, hüsran kabul eder. Hâricîlerin (Suriye ve Irak'ta bazı dini terör gruplarının) yaptığı gibi, her günah işleyenin fert olarak, muhakeme etmeden sorgusuz-sualsiz cezasını vermeye kalkmak (yargısız infazda bulunmak) haramdır; müslümanlar arasında anarşi doğurur. Anarşi ise, fertleri ve toplumu, felâkete sürükler.

16. Salih müslüman, hiç kimsenin hukukuna tecavüz etmez. İnsan haklarına saygılıdır. Ülkesindeki vatandaşlarıyla, din ve mezhep ayırımı yapmadan, herkesle iyi geçinir, adâletle hareket eder, kimseye zulmetmez, gayr-i müslim vatandaşlar dahi olsa, insanların kalbini kırmaktan, onları incitmekten sakınır.

17. Güzel ahlâk ve edep sahibidir. Gıybet etmekten, tecessüsten (gizli kusur aramaktan, insanların mahremine girmekten) ve kalp kırmaktan çok korkar. Herkese karşı güler yüz gösterir, yumuşak, mülâhim davranır.

18. Kötü ahlâkın her çeşidinden uzak durur. Kibir, kendini beğenme, kıskançlık, söz taşıma, alay etme, başkalarını birbirine düşürme gibi müslümanlar arasındaki huzuru bozan ve sevgiyi azaltan olumsuz davranışlardan kaçınır.

19. Sosyal hayatında ve ilmî/bilimsel çalışmalarında, derslerinde ya da konferanslarında doğru, dürüst olur.

Bir konuda farklı müctehid, âlim ve mezhep görüşleri olduğu halde, cumhûrun/ehl-i sünnnetin görüşünü gizleyerek şâz veya marjinal bir görüşü İslâm'ın görüşü olarak empoze etmeye kalkışmak, ideolojik davranmak olur. Çünkü bilimsel çalışmada realite prensibi vardır. Buradaki realite, o konuda başka ilim adamlarının da görüşlerinin olmasıdır. Onların da söylenmesi, gizlenmemesi gerekir.

Meselâ, Mu'tezile mezhebinin görüşü olan "kul fiilinin hâlikı/yaratıcısıdır". Dolayısıyla Mu'tezile kadere inanmaz. Halbuki Ehl-i sünnette kadere iman vardır. Mu'tezile "yüce Allah'ın sıfatları yoktur" der, Ehl-i sünnet "vardır" der. Bazı Reformcular “Allah, benim sandalyede oturduğum gibi Arş üzerinde oturmaktadır” der. Ehl-i sünnette ise, yüce Allah’a mekan isnat edilmez. Şi'a, Eshab-ı Kiram arasında ayırım yapar, hatta bazılarına ta'n eder, kötü söyler. Ehl-i sünnet, sahâbe-i kiram arasında asla ayırım yapmaz, hiçbirini kötülemez. Hepsini sika/güvenilir bilir.

20. Bir Müslümanın, bir konuda Mutezile’nin ya da dinde Reformcuların görüşünü İslâm’ın görüşü olarak söyleyerek Ehl-i Sünnet’in itikadını, görüşünü gizlemesi etik değildir. İslâm’da etik dışı her davranış, hakikatı örten bir ideolojiyi yansıtır.

Mezheplerle İlgili İlkeler

İslâm'da müctehidler; Hazret-i Peygamber ve eshab-ı kiramın bildirdiği İslâmiyet’i; genel çerçevede, akâid ve fıkıh yönünden esaslarını belirleyerek sistemleştirmişlerdir.

Böylece, Cumhurca tasvip edilen Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî gibi mezhepler doğmuştur. Bu mezhepler sayesinde, müslümanların bütünlüğü korunmuş; dağılıp parçalanmalarının önüne geçilmiştir. Her ne kadar bu dört mezhebin yolunda olmayan çeşitli fırkalar ve gruplar çıkmışsa da, müslümanların çoğu, ana cadde olan dört mezhebin çevresinde toplanmıştır. Bu ana caddeye, ehl-i sünnet yolu denir. Bu yoldaki müslümandan beklenen salih olma sıfatına kavuşmalarıdır.

Salih müslüman, diğer bir adıyla sünnet yolundaki müslüman, ehl-i beyti çok sever. Onlara yapılan hakareti kendine yapılmış bilir. Ehl-i beyti istismar eden, yehudi dönmesi münafık Abdullah b. Sebe’ ve taraftarlarının hilelerini, ehl-isünnet ortaya çıkarmıştır. Tarih boyunca; temiz, salih müslümanlardan olan Hazret-i Ali taraftarlarının gerçek dostları, ehl-i sünnet müslümanları olmuştur.

Ehl-i sünnet, sahabenin hepsine engin saygı gösterir, hiçbirini kötülemez. Onun için birleştirici, bütünleştiricidir. Camilerde, dört halife ile birlikte, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in levhalarının asılması da, bunu açıkça göstermektedir.

Durum bu olduğu halde, bazı bozuk inançlı kişiler, sinsi din aldatıcılarının da tesiriyle, yetmişiki bid’at fırkasını ihdas ederek (Şehristânî, Ebû’l-Feth M. 1968) , Hazret-i Peygamberin işaret ettiği ana caddedeki müslümanları, bölmeğe, parçalamaya teşebbüs etmiş; İslâmiyet’i, yanlış yorumlarıyla ana esaslarından uzaklaştırmaya kalkmışlardır (Şehristânî, Ebû’l-Feth M. 1968) :

Kimisi, Hazret-i Ali’ye, Peygamber, hatta ilâh derken; başka biri, kâfir demiş.

Kimisi Eshab-ı Kiram’a sövmüş; kimisi ise, Allah’ın sıfatlarını inkâr etmiş.

Bazısı, “kader denilen bir şey yoktur, kul fiilinin yaratıcısıdır” derken; bazısı da, “hayır! kulun iradesi yoktur, o, rüzgârın önünde uçan bir yaprak gibidir” diyerek, irade-i cüziyyeyi tanımamış.

Başka biri, “günah, haram işlemek, insana zarar vermez inanışıyla, her şeyin mübah olduğunu söylerken; başka birisi de, “haram işleyen o anda kâfir olur” demiş.

Kimisi, Allah’ı madde gibi düşünmüş; kimisi ise, insanın sandalyede oturduğu gibi, Allah’ın arş üzerinde oturduğuna kail olmuş.

Bazısı, vahyi inkâr etmiş; bazısı ise, akıl tek rehberdir demiş.

Başka biri, Allah’ın insana hulûl ettiğini, dolayısıyla insanın, bir nevi ilâhlaştığını söylemiş; başka birisi ise, “ölümden sonra başka bir hayat yoktur diyerek ahireti inkâr etmiş.

Kimisi, Hazret-i Peygamberin çocukluğunda puta kurban kestiğini, dolayısıyla puta saygı gösterdiğini iddia etmiş; kimisi ise, peygamberin, ancak 50 civarında sahih hadisi vardır demiş.

Bazısı, her müslümanın, Kur’an’dan mana çıkarıp kendi anlayışına göre İslâm’ı yaşaması gerektiğini, dolayısıyla müctehid imamlara uymanın caiz olmadığını söylemiş; bazısı ise, dinde reform gereklidir, namaz ve diğer ibadetler, dinin gösterdiği şekilde değil, yürürlükten kalkmış dinlerde olduğu gibi, dua şeklinde yapılmalıdır demiş (Şehristânî, Ebû’l-Feth M. 1968) .

Kimisi, İslâmiyetin beş esasının Hazret-i Peygamberin açıkladığı gibi olmadığını, dolayısıyla, haccın, şeyhin evini ziyaret; zekâtın, şeyhe verilen para; oruçun, tarikatın sırlarını saklamak; namazın, şeyhi övmek olduğunu söylemiş;

Kimisi de, müslüman din âlimlerinin kabirlerini ziyaret edip, Kur’an-ı Kerim okumanın, dua etmenin caiz olmadığını, dolayısıyla böyle hareket edenlerin müşrik olacaklarını iddia etmiş.

Bazısı, İslâmiyetteki tevekkülü, bir hırka, bir lokma şeklinde yanlış anlıyarak, çalışmayı, özellikle fen ve teknik alanda araştırma yapmayı ihmal etmiş; bazısı ise, İslâm sosyalizmi teorisi ile müslümanlara, baskıya dayalı komünizm ideolojisini kabul ettirmek istemiştir.

Yukarıda sıralanan fikir ve inanışlar gibi, daha yüzlerce-binlercesi vardır. Bunların hiçbirinin, Hazret-i Peygamber ve eshab-ı kiram’ın bildirdiği İslâmiyet’e uymadığı açıktır.

İşte, müctehid din alimleri; bütün müslümanların, Hazret-i peygamberin ve eshab-ı kiram’ın yolunda birleşmeleri, birlik halinde olmaları; gruplara, hiziplere ayrılmamaları (Âl-i İmrân, 103) ; yıkıcı ve bölücü olmamaları için, geceli gündüzlü durmadan çalışarak, verdikleri fetvalar ile müslümanların birliğini korumuşlar; müslümanların, yukarıda belirtilen bozuk-yanlış fikir ve inançlara saplanmalarını önlemişlerdir. Hanefî, Malikî, Şafiî ve Hanbelî gibi mezheplerinin doğuşu, böyle bir zaruretin neticesinde olmuştur. Ve bu mezhepler, hiçbir grubu, hizbi desteklemediği, bölücülüğün karşısında olduğu için ehl-i sünnet ismini almışlardır. Yani, sünnet ehli, “Hazret-i Peygamber’in yolunda gidenler diye isimlenmişlerdir. Bunun böyle olması da tabiîdir. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bütün müslümanların aynı yolda, aynı itikatta olmalarını emretmiş ve tefrikayı, gruplara, hiziplere ayrılma haram kılmıştır. Ehl-i sünnet olan dört imam, yüce Allah’ın bu emrini yerine getirerek, müslümanların birliğini, beraberliğini sağlamışlar; böylece, müslümanların kardeşlikleri pekişmiştir.

Ahlâkla İlgili İlkeler

Ahlâk, insanda istemeden, kendini zorlamadan ortaya çıkan meleke, alışkanlık, diğer bir deyişle yerleşmiş huy/seciye/tabiattır. İnsanın sözleri ve davranışları, ahlâkına bağlı olarak meydana gelir. Kötü huylardan kurtulup, iyi huylu olma yollarını konu alan ilme, Ahlâk ilmi denir.

İnsanlar, iyiliğe, güzelliğe ve yükselmeye elverişli olarak doğarlar. Hiç kimsenin huyu yaratılışındaki gibi kalmaz. İyi veya kötü yönde değişir. Böyle olmasaydı, peygamberlerin gönderilmesine gerek kalmazdı. Halbuki onlar, insanları hep iyiye, doğruya çağırmışlardır. İlim adamları çocukların terbiyesi konusunda kurallar ortaya koymuşlardır.

İslâm toplumunda iyi ve güzel ahlâkın temelini, ilâhî vahye dayanan din oluşturmaktadır. Dine dayanan ahlâk müessesesi, insanların ruhlarını doyurmak, huzura kavuşturmak ve maddî-manevî yükselmelerini sağlamakla ilgili ilkeler getirmiştir.

İslamiyet, insanlığa, temelinde Allah sevgisi, Allah korkusu ve her yaptığını, ihlâsla, kimseden bir menfaat beklemeden yalnız Allah için yapma, nefsini kontrol etme ve ona hakim olma esasları bulunan en yüksek ahlâk kurallarını sunar. Hak taâlânın emirlerine saygı ve yarattıklarına merhamet, bu kaidelerin en önemlilerindendir. Müslümanların ahlâk üzerindeki titizliği, İslam dininin kısa zamanda süratle yayılmasına sebep olmuştur. Müslümanlar her gittikleri yere adâlet ve güzel ahlâkı da götürmüşlerdir.

İslam ahlâkına göre huylar, güzel ve çirkin olmak üzere iki kısma ayrılır. Güzel huylara “ahlâk-ı hasene/ahlâk-ı hamîde”, kötü huylara da “ahlâk-ı kabîha/ ahlâk-ı zemime” denir. Edep, haya, cömertlik, tevazu/alçak gönüllü olmak, ikram gibi huylar güzel; kibir, kıskançlık, kin, düşmanlık, cimrilik, sefihlik gibi huylar da kötüdür (Gazzalî, M. 1969) .

İslâm dininde ahlâk, şu başlıklar altında ele alınabilir (Birgivi, M. 1969) :

1. Güzel Ahlâk

Konuyla ilgili bazı hadisler, şöyle sıralanabilir:

Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz (Tirmizî, Birr 33, 1953) .

1) Mü’minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır (Ebu Dâvud, Sünnet 16, 4682) .

2) İyilik, güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının görmesinden korktuğun şeydir (Müslim, Birr 15, 2553)

3) Kıyâmet günü, mü’minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Yüce Allah, çirkin, düşük söz ve davranış sahiplerine buğzeder (Tirmizî, Birr 62, 2003) .

4) İnsanlara karşı iyi ahlâklı ol (Muvatta, Hüsnü’l-hulk 1) .

2. Güzel Ahlâk Örnekleri

1) Merhametli olmak

 İnsanlara merhamet etmeyene, Allah da merhamet etmez (Buhâri, Tevhid 2) .

2) Yumuşak davranmak/sert olmamak

Ateş, (halka) yakın olana, yumuşak huyluya (sert olmayana) ve insanlara kolaylık gösterene haram kılınmıştır (Tirmizi, Kıyamet 46, 2490) .

Bir kimse yumuşak davranmaktan mahrum ise, hayrın tamamından mahrumdur (Müslim, Birr 75, 2592) .

Allah refîktir (yumuşaklık ve kolaylık gösterenden râzıdır) . Bu sebeple rıfkı sever, rıfk sahibine mahsus bir yardımı vardır ki, şiddet sahipleri bu yardımı göremez (Muvatta, İsti’zân 38, 979) .

3) Kardeşlik

Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona (ihânet etmez) , zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, ona hakaret etmez. Kişiye kötülük olarak, müslüman kardeşini küçük görmesi yeterlidir. Her müslümanın malı, kanı ve ırzı diğer müslümana haramdır...Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın müslüman kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl olmaz (Buhari, Nikah, 45) .

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu tehlikede yalnız bırakmaz. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse, Allah da onun ihtiyacını görür. Kim bir müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da onu Kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir müslümanı(n ayıbını) örterse, Allah da onu Kıyamet günü örter (Buhari, Mezalim 3, İkrah 7; Müslim, Birr 58, 2580) .

Sizden biri, kendisi için sevdiğini, kardeşi için sevmedikçe, gerçek imana kavuşamaz (Buhârî, İman 6; Müslim, İman 71) .

Kim bir fakire kolaylık gösterirse, Allah da ona dünyada ve ahirette kolaylık gösterir...Kişi kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da onun yardımındadır (Müslim, Zikr 38, 2699)

Din nasihatten ibarettir!

Müslüman müslümanın kerdeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Herbiriniz, kardeşinin aynasıdır, onda bir rahatsızlık görürse, bunu ondan gidersin (Tirmizi, Birr 17) .

4) Sevgide ölçü

Dostunu severken öyle ölçülü sevgi ki, günün birinde senin düşmanın olabilir. Düşmanına düşmanlık gösterirken öyle ölçülü ol ki, günün birinde senin dostun olabilir (Tirmizi, Birr 60, 1998) .

Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minlerin misali, bir bedenin organları arasındaki ahenk gibidir. Bedende bir organ rahatsız olsa, diğer organlar uykusuzluk ve hararette (rahatsızlıkta) ona ortak olurlar (Buhari, Edeb 27)

5) Tatlı dilli/güler yüzlü olmak

Yapılan iyilikten hiçbirini küçük görme! Kardeşini güler yüzle karşılaman olsa bile (önemsiz görüp ihmâl etme!) (Müslim, Birr 144, 2626) .

Her bir iyilik sadakadır (Buhârî, Edeb 33) . Kardeşini güler yüzle karşılaman, kendi kabından kardeşinin kabına su dökmen de bir iyiliktir (Tirmizî, Birr 45, 1971) .

Güneşin doğduğu her yeni günde kişiye, her bir mafsalı için bir sadaka vermesi gerekir. İki kişi arasında adâlet yapman, bir sadakadır. Kişiye hayvanını yüklerken yardım etmen, bir sadakadır. Güzel söz sadakadır, namaza gitmek üzere attığın her adım, sadakadır. Yoldan rahatsız edici bir şeyi kaldırıp atman sadakadır (Buhârî, Cihâd 72, 128; Sulh 33) .

Kardeşine karşı göstereceğin tebessümün bir sadakadır (Tirmizi, Birr 36, 1957) .

6) Hanımına iyi davranmak

Mü’minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En iyiniz de hanımına karşı en iyi davrananızdır (Tirmizî, Rad11, 1162) .

Ben aileme karşı hepinizden daha hayırlıyım. Arkadaşınız öldüğü zaman arkasından (kusurlarını söylemeyi) terkedin (Tirmizî, Menâkıb 85, 3892) .

7) Komşu hakkına riayet

Hazret-i Cebrâil bana komşu hakkında o kadar tavsiyelerde bulundu ki, komşu komşuya varis olacak zannettim (Buhari, Edeb 28) .

Komşusu zararlarından emin olmayan kimse, cennete giremez (Buhari, Edeb 29; Müslim, İman 73, 46) .

Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa misafirine ikram etsin. Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa, komşusuna iyilikte bulunsun. Kim Allah’a ve ahirete inanıyorsa, hayır söylesin veya sükût etsin (Buhari, Edeb 31, 85; Nikah 80; Rikak 23) .

8) Saygılı olmak

Yaşlılara saygı gösteren ve yardım eden, yaşlanınca, Allah da ona yardımcılar nasibeder (Tirmizi, Birr 75, 2023) .

Küçüklerimize acımayan, büyüklerimize saygılı olmayan bizden değildir (Tirmizi, Birr 15, 1920) .

9) Alçak gönüllü olmak

Allah için alçak gönüllü olan bir kimseyi Allah yüceltir (Müslim, Birr, 69 2588) .

10) İyilik yapmak

Kardeşine karşı göstereceğin tebessüm bir sadakadır, iyiliktir.

İyiliği söyleyip kötülükten sakındırman sadakadır.

Yolunu kaybeden kimseye yolu göstermen sadakadır.

Görme özürlüye yardım etmen sadakadır.

Yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp atman sadakadır.

Kabından kardeşinin kabına su boşaltman sadakadır (Tirmizi, Birr 36, 1957) .

(Resûlullah’a soruldu) :

-Mü’minlerden hangisi en faziletlidir?

- Ahlakça en güzel olanıdır!

- Pekiyi, mü’minlerden hangisi en akıllıdır?

- Ölümü en çok hatırlayan ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlık yapandır. İşte akıllılar bunlardır (İbnu Mâce, Zühd 31, 4259) .

İyi ahlâkı koruyabilmek için, kötü ahlâkı sonuçlandıran davranışlardan uzak durmak lâzımdır.

3. Kötü ahlâk

İnsana dünya ve ahirette zarar veren herşey, genellikle kötü ahlâktan gelmektedir. Başka bir ifadeyle; zararların, kötülüklerin başı, kötü huylu olmaktır.

Kötülüklerden sakınmaya takva denir. Takva, ibadetlerin en kıymetlisidir. Çünkü birşeyi süslemek için, önce kirlilikleri, kötülükleri yok etmek gerekir. Günahlardan temizlenmedikçe, tâ’atların, ibadetlerin lezzeti, tadı duyulmaz.

Kötülüklerin en kötüsü ise, küfürdür. Küfür/şirk, kalp hastalıklarının başında gelir. Ondan sonra, bid’atlara inanmak ve bid’at işlemek gelir. Bid’at; dinde, sonradan (Hazret-i Peygamber ve dört halifesinden sonra) ortaya çıkıp, ibadet olarak inanılan veya yapılan şey demektir. Farzları artırmak, eksiltmek ve sünnetleri değiştirmek gibi. Bid’atın, dünya işleri, fen ve teknikle bir ilgisi bulunmamaktadır.

Küfür/şirk ve bid’attan sonra, manevî hastalıkların başlıcaları; riya (iki yüzlülük) , kibir, gazap (ölçüsüz kızmak, öfkelenmek) , sû-i zan (kötü zan) , hırs, fitne, hased (kıskançlık) , tenbellik, cahillik ve (Allah’ı unutarak ve başkalarının hakkına tecavüz ederek) dünyaya bağlılık/dünya sevgisi’dir.

Kötü ahlâktan kurtulmak için, önce kalp, el, dil, göz, kulak ve diğer organlarla yapılan bütün günahlardan uzak durmak gerekir (Gazzalî, M. 1969) .

4. Kötü Ahlâk Örnekleri

1) Kıyamet gününde, Allah nazarında en kötü olanlardan bir kısmını, iki yüzlülerin teşkil ettiğini göreceksiniz. Bunlar, bazılarına bir yüzle, bazılarına da başka bir yüzle giden insanlardır (Buhâri, Edeb 52; Müslim, Fedâil 199, 2526) .

2) Sakın zanna (şüphe, kötü sanma) yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır.

Tecessüs etmeyin (birinin kötü tarafını araştırmayın) ,

Haber koklamayın,

(Kıskançlık içinde) rekâbet etmeyin,

Kıskanmayın,

Birbirinize kin beslemeyin,

Birbirinize sırt çevirmeyin.

Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun! Müslüman müslümanın kardeşidir.

Ona (ihânet etmez) ,

Zulmetmez,

Onu mahrum bırakmaz,

Ona hakaret etmez. Kişiye şer (kötülük) olarak, müslüman kardeşine hakaret etmesi, onu küçük düşürmesi yeterlidir.

Her müslümanın malı, kanı ve ırzı, diğer müslümana haramdır.

Allah sizin suretlerinize ve giyişinize bakmaz, fakat kalplerinize ve işleri hangi niyetle yaptığınıza bakar (Buhari, Nikah 45, Edeb 57, Feraiz 2; Müslim, Birr 28-34, 2563 - 2564) .

3) Size eski milletlerin hastalığı sirayet etti: Bu, kıskançlık ve kindir. Bu (duygular) kazıyıcıdır. Biliniz, kazıyıcı derken, saçı kazır demiyorum. Bunlar, dini kazıyıcıdır (dini ortadan kaldırıcıdır) . Beni yaşatan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 57, 2512) .

4) Bir kimsenin “insanlar helâk oldu!” dediğini duyarsanız, bilin ki o, herkesten çok helâk olandır (Müslim, Birr 139, 2623) .

5) Mü’min saftır, kerimdir. Fâcir, hilekârdır, leîmdir (alçaktır) (Ebu Dâvud, Edeb 6, 4790) .

6) Ben rahmet olarak gönderildim, lânetleyici olarak değil (Müslim, Birr 87, 2597) .

7) Birbirinize, Allah’ın lâneti, Allah’ın gazabı ve cehennem temennisiyle bedduada bulunmayın (Ebu Dâvud, Edeb 53, 4906) .

8) Mü’min ne sövücü, ne lânet edici, ne kaba ve çirkin sözlü, ne de hayasızdır (Tirmizî, Birr 48, 1978) .

9) Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa, o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir:

Emanet edilince hiyanet eder,

Konuşunca yalan söyler,

Söz verince sözünde durmaz,

Düşmanlık edince sınırı aşar (Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, 58) .

10) Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak olanınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en sevimsiz olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.

- Ey Allah’ın Resûlü! Yüksekten atanlar kimlerdir`?

- Onlar büyüklük taslayan kimselerdir (Tirmizî, Birr 77, 2019) .

11) Yüce Allah buyurdu: Büyüklük ve izzet, benim sıfatlarımdır. Kim bu ikisinde benimle ortak olmaya kalkarsa, ona azabederim (Müslim, Birr 136) .

12) Kalbinde hardal tanesi kadar iman bulunan bir kimse, cehenneme girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez (Müslim, İman 147; Ebu Dâvud, Edeb 29, 4091) .

13) Allah, Kıyamet günü, büyüklenerek elbisesini çalımla sürüyenin yüzüne bakmayacaktır (Buhâri, Libas 1) .

Zımmi denilen gayr-i müslim vatandaşlara ve izin ile (pasaport ile) gelmiş olan yabancı tüccara, yabancı iş adamlarına ve turistlere de kibirli olmamalıdır.

Küçüklere, fasıklara ve facirlere karşı da kibirli olmak doğru değildir. Yalnız tekebbür sahibine (büyüklük gösterene) karşı, tekebbür edilir (kibirli gibi davranılır) .

Salih müslüman, bir bid’at sahibini veya kâfiri görünce “İnsanın hali, son nefesinde belli olur. Acaba benim halim ne olacak?” der, bunlara da tekebbür etmez (kibirli davranmaz) .

Kâfirler, Allah’a inanmadıklarından dolayı O’nu sevmediklerini ilân etmişlerdir. Böylece, kâfirlerin; inançları, ibadetleri, dinî adet ve ayinleri sevilemez (Mümtehıne, 1) . Bunun böyle olması da tabiîdir. Nasıl, hür, bağımsız ve bir devlet çatısı altında yaşayan bir milletin, kendi bayrağı, vatanı, örf-adet ve değer hükümleri varsa ve bunların korunması, o milletin şeref, haysiyet ve bağımsızlığını simgeliyorsa; din ve dince mukaddes sayılan şeylerin korunmasında da durum aynıdır.

5. Tevbe ve İstiğfar

Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin. Yemin ederek söyliyorum ki ben, Rabbim taâlâ’ya günde yüz kere tevbe ederim (Müslim, Zikr 42, 2702) .

Şurası gerçek ki, bazan kalbime gaflet geldiğini düşünürüm. Ben Allah'a günde yüz kere istiğfar eder (affımı dilerim) (Müslim, Zikr 41, 2702)

İstiğfar eden kimse günde yetmiş kere de tevbesinden dönse, günahta ısrar etmiş sayılmaz (Ebü Dâvud, Salât 361, 1514) .

İnsanoğlunun herbiri hata yapar. Ancak hata yapanların en hayırlısı, tevbe edenlerdir (İbnu Mâce, Zühd 30, 4251) .

Son nefesini vermedikçe Allah, kulun tevbesini kabul eder (Tirmizî, Da’avât 103, 3531)

Allah ile kul arasında olan, kul hakkı bulunmayan günahların af olması için, gizlice tevbe etmek yeterlidir. Başkalarına haber vermek, imam efendiye bildirmek lâzım değildir. Para vererek, papaza günah çıkartmak, Hıristiyanlıkta yapılmaktadır. İslâmiyette böyle bir uygulama yoktur.

Hayvan hakkı bulunan günahları afettirmek çok güçtür. Hayvanı haksız olarak öldürmek; dövmek, yüzüne vurmak, gücünden fazla yürütmek; ağır yük vurmak; otunu, yemini, suyunu zamanında vermemek, günahtır. Bu günaha, hem tevbe etmek, hem de istiğfar ederek yalvarmak lâzımdır.

Kul hakkı da beş çeşittir: Mal, nefis, ırz, mahrem ve din ile ilgili haklar. Kul haklarında, tevbe ve istiğfardan önce, hak sahibi ile helâllaşılır. Eğer dünyada helâllaşmazsa, ahirette sevapları hak sahibine verilerek, helâllaştırılacaktır. Mal sahibi ölmüş ise, varisine ödenir. Varisi yoksa veya mal sahibi bilinmiyorsa, salih müslüman bir fakire hediyye olarak verilip, sevabı sahibine gönderilir. Kâfirin hakkı için de, onunla helâllaşmak lâzımdır. Gönlü alınmazsa, ahirette affolunmasının çok güç olacağı bildirilmektedir.

Müslüman nefis ve şeytanın şerrinden sakınır. İnsanın; dinini, imanını, edebini, hayasını ve ahlâkını bozan kötü arkadaş ve her türlü yayın vasıtalarının kötülüklerinden korunur.

Salih müslüman; uğursuzluk, efsun, İslâm dinine aykırı şeyler yazılı muska, kehanet ve benzeri şeylere, bunların mahakkak iş yapacaklarına; mezarlara mum dikmeye, tel ve iplik bağlamaya inanmaz. Sahte tarikatçıların, yalancı şeyhlerin bozuk, sapık inanç ve telkinlerinden korunabilmek için, Hazret-i Peygamber’in gösterdiği şekilde, eshâb-ı kiram’ın ve müctehid din alimlerinin (İmam-ı A’zam Ebû Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Ahmed, İmam-ı Ebu Mansur Maturidî ve İmam-ı Eş’arî gibi) yoluna girerek, itikad eder ve ibadette bulunur.

Hasan-ı Basrî, Cüneyd-i Bağdadî, İmam-ı Gazalî, Ebu’l-Kâsım el-Kuşeyrî, Ferîdü’d-dîn-i Attar, Yunus Emre, İmam-ı Rabbanî Ahmed Farukî, Hazret-i Mevlâna, Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bayram Veli gibi büyük mutasavvıfların, ahlâk alimlerinin, düstur ve ölçüleriyle, nefsini tezkiye eder/temizler ve ahlâkını tezyin eder/süsler.

Dört mezhepten birinde olan bir müslüman, diğer mezhepteki din kardeşini (meselâ, bir Hanefî, mezhep taassubuyla, hiçbir Şafiîyi veya Malikîyi yahut Hanbelîyi) kötüleyerek mezhepçilik yapmaz. Zaten, salih bir müslüman, ehl-i sünnet inancında olmayan müslümanların, fâsık ve kâfirlerin de haklarına tecavüz etmez; bölücülük yapmaz; kanunlara karşı gelmez. Bir münker, kötülük gördüğü zaman, eğer sözü dinlenecekse, onun kötü olduğunu söyliyerek nasihat eder. Fitne çıkma ihtimali varsa, onu da söylemez; ancak kalben kötülüğü sevmez.

İnkârcıların, kâfirlerin de bulunduğu toplumlarda müslümanlar, böyle hareket ederler. Toplumda münkerlerin, kötülüklerin “el ile düzeltilmesi, hükümetin görevidir. Bu durumda cihadı fertler değil, devlet yapar. Devletin yer almadığı bir harekette, insanların birbirlerine saldırmalarına ve ceza vermelerine, çapulculuk, barbarlık, cinayet ve katliam, kısaca terör denir. İslâmiyet, gayr-i nizamî bir din değildir. Bağlılarını tam disiplin altına alan, adâlet ve merhamet temellerine dayanan, kimseye, kâfire dahi olsa, zulmü, işkenceyi reva (uygun ve câiz) görmeyen bir dindir.

İslâm Dini ile İlgili Genel İlkeler

1. İlme ve Teknolojiye Önem Verir

Vakit, çok kıymetlidir. Önemli işleri, bugün yapmalı, yarına bırakmamalıdır. Çünkü ömrün, ne zaman biteceği belli değildir. İki günü birbirine eşit geçenlerin zararda oldukları çok açıktır.

İslâm dini, daima ilerlemeyi emretmektedir. Nisa suresinde (95. ayetinde) kâidlerle, (evinde oturanlarla) mücahidlerin (dine uygun olarak insanların kurtuluşu için çalışanların) aynı olmadıkları; mücahidlerin büyük dereceler aldıkları bildirilmektedir.

Enfâl suresinin 60’ıncı ayetinde de “Siz de düşmanlara karşı, gücünüz yettiği kadar, kuvvet (harp vasıtaları) ... hazırlayın” buyrulmaktadır.

İman, ibadet ve ahlâk konuları, ilme dayanmaktadır. Onun için, kadın ve erkeğin, kendilerine gerekli olan ilmihal bilgilerini öğrenmesi farz kılınmıştır.

İlim öğrenmek, her müslümana farzdır (Suyûtî: C.Sagîr, II, 54) .

İlim Çin’de de olsa, aramak, almak gerekir (Suyûtî: C.Sagîr, II, 44.)

Kim ilim öğrenmek niyetiyle yola çıkarsa, Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenin üstüne kanat gererler. Gök ve yerde olanlar, hatta denizdeki balıklar, âlim (ilim yolunda olan) için istiğfar ederler (Tirmizi, İlm 19, 2683) .

Âlimin âbid (çok ibadet eden) üzerindeki üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler, peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler, para pul miras bırakmazlar, ama ilim bırakırlar. Kim de ilim elde ederse, bol bir kazanç elde etmiş olur (Tirmizî, İlm 19, 2683) .

Bir saat ilim öğrenmek, bir gece nafile ibadetten hayırlıdır (Suyûtî: C.Sagîr, II, 54) .

İlim elde etmeğe çalışmak, geçmiş günahlara keffarettir (Tirmizî, İlim 2, 2650) .

İlim, mü’minin yitiğidir, nerede bulursa alır (Tirmizi, İlim 19, 2688) .

Bu esaslar çerçevesinde hareket eden bir müslüman, asla tembel olamaz. Çağdaş teknolojiye sahip olmak için, durmadan çalışır. İzzetini ve şerefini, ancak çalışmakla koruyabilir.

2. Din Ayırımı Gözetmeden Bütün İnsanlara Çağrıda Bulunur

İslâmiyet; müslümanların huzur ve sükûnunu sağlayan, sulh (barış) ve mutluluk içinde yaşamalarını temin eden esaslar koyduğu gibi, müslüman olamayanların da, hak ve adâlete kovuşmaları, zulümden kurtulmaları için, şu çağrıyı yapmaktadır:

Peygameberim şöyle: “Ey kitap ehli, hepiniz, bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye (esasa) gelin! (O da şudur: ) Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım. Allah’ı bırakıp da, kimimiz kimimizi, rabler, ilâhlar edinmesin (Âl-i İmran, 64) .

Görülüyor ki, İslâmiyet, insanlara barış elini uzatmaktadır. Hangi din ve mezhepten olursa olsun, Allah’ın birliğini, Hazret-i Muhammed’in Peygamberliğini kabul eden herkes, müslüman olmaktadır.

3. Birlikte Yaşama Kuralını Gösterir

Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adâletli olanları sever (Mümtehıne, 8) .

(Resûlüm!) De ki: Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz. Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim. Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır (Kâfirun, 1-6) .

Müminler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete kavuşasınız (Hucurat, 1-6) .

4. Hiç Kimse Başka Birinin Günahından Sorumlu Tutulmaz

İslâmiyette hiç kimse (işlemediği, sebep olmadığı) başka birinin günahını yüklenmez, bundan dolayı cezalandırılmaz (Bk. En’am, 164; İsra, 15) . Buna göre bir çocuk, ana-babasının, atasının günahını tevarüs etmez.

5. Ruhbanlık Yoktur

İslâm dininde; Allah adına, insanların günahlarını affeden; onlara, cennetin anahtarlarını satan ve gerektiğinde afaroz eden; böylece, Allah ile kul arasına girerek görev yapan bir din sınıfı, ruhban sınıfı yoktur. Ruhban sınıfı, dini, dünya çıkarlarına âlet edebilmektedir. İslâmiyetteki din alimleri, İslâm dinini bildirmekte; Yüce Allah’ın ve Resûlünün beyanını açıklamaktadırlar. Hiçbiri, hiçbir kimsenin günahını affetmeye yetkili değildir. Çünkü İslâmiyette ruhbanlık yoktur.

6. Maddeye ve Ruha Önem Verir

7. Dünya ve Ahirete Ait Hükümler Taşır

Allah’ın sana ihsan ettiği şeylerle ahiret saadetini ara, ahiret için çalış; dünyadan da nasibini unutma (Kasas, 77) .

8. İnsanın Temel Haklarını Tanır

 İslâmiyet, insanın temel hakları olan;

- Hayat hakkı,

- Hürriyet hakkı (hür olma hakkı) ,

- Mal edinme ve tasarruf hakkı,

- Eşitlik Hakkı

ile ilgili olarak bazı esas ve müeyyideler getirmiştir. Aynı şekilde mükteseb haklarını da korumaktadır. Başka bir sınıflandırmaya göre, haklar;

- Hukûkulllah (Allah hakları) ,

- Hukûk-ı ıbâd (Kul hakları)

olmak üzere ikiye ayrılır. Kul hakkı, hukûkullah’a takdim olunur. Haklardan istifade herkesin hakkıdır. Haktan istifadeden kimse men’edilemez. İnsanlar, hak bakımından eşittirler. Her şahıs, hak sahibidir. Bu hak, doğumla başlar, ölümle biter. Hatta daha ana karnında iken bile, kişinin bazı hakları vardır.

9. Dinde Zorlamaya Gidilmez

Dinde zorlama yoktur (Bakara, 256) . İman; insanın, iradesiyle, iman edilecek şeyleri kalbinin tasdik etmesidir. Bunu dil ile de söyler. Yoksa, kimse zorla müslüman yapılamaz.

10. Güçlük Kolaylaştırılır

İslâm dininde güçlük yoktur. İslâmiyette, kolaylık esastır. Şöyle ki:

Allah size kolaylık ister; zorluk istemez (Bakara, 185) .

Allah hiçbir nefse, gücünün yetmiyeceğini teklif etmez (Bakara, 286) .

Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyin, nefret ettirmeyin (Buhârî, İlm 12, Edeb 80) .

Allah’ın en sevdiği amel, az da olsa, devamlı olanıdır (Nesâî, Kıyâmu’l-leyl 19) .

11. Aşırılık Hoş Karşılanmaz

İslâmiyet’te ifrat (sınırı aşma) ve tefrit (sınırı daraltma) yoktur (Buharî, İ'tisam 2) .

12. İslâm Evrenseldir

İslâm dinî; bir kabileye, bir millete değil, bütün insanlığa gelmiştir. Onun için evrenseldir.

13. Son Kitap Kur’an-ı Kerim, Son Peygamber Hazret-i Muhammed’dir

İslâm Dinî, en son semavî dindir. En son Peygamber (Ahzab, 40) Hazret-i Muhammed (a.s.) ’tir.

Kur’an-ı Kerim, Allah kelâmıdır; bugüne kadar hiç değişikliğe uğramamıştır (Bakara, 23) . Dolayısıyla İslâmiyet, reforma tabi tutulmamıştır; buna gerek de yoktur.

İslâm dinî, bütün peygamberleri ve onlara indirilenleri kabul eder.

14. Hidayet Allah’tandır

Hidayet Allah’tandır (Kasas, 56) . Peygamberler, Allah’tan aldıkları vahyi bildirmekle görevlidirler; hidayet yolunu, doğru yolu gösterirler (Tevbe, 33) ; dalâletin kötülüğünü anlatırlar. Hidayeti yaratan, Hak taâlâdır.

15. Tevbe Kapısı Son Nefese Kadar Açıktır

İslâm Dinî’nde, tevbe kapısı son nefese kadar açıktır. (Tirmizî, Da’avât 103, 3531; İbn Mâce, Zühd 30, 4253) . Günahlarına pişman olan, üzülen, tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur. Yüce Allah, çok merhamet edici, bağışlayıcıdır. Rahmeti geniştir. Tevbeleri kabul edicidir.

KAYNAKLAR

Akseki, A. Hamdi. İslâm Dini İtikad, İbadet ve Ahlâk. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 22. Baskı, 1965.

Aydın, Ali Arslan. İslâm İnançları ve Felsefesi. İstanbul: 1968.

Bilmen, Ömer Nasuhi. Muvazzah İlmi Kelâm. İstanbul: Ergin Kitabevi, 1959.

____. Büyük İslâm İlmahali. İstanbul: Bilmen Yayınevi, 1964.

Birgivi, İmam Muhammed b. Pir Ali. Tarikat-i Muhammediyye. Çeviren: Celal Yıldırım. İstanbul: Demir Kitabevi, 1969.

Büyük Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersler (İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1966).

Çubukçu, İ. Agâh. Gazzalî ve Batınîlik. Ankara:1964.

Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat. Ankara: 1962.

Ebu Muhammed Osman. Sapıklarla Dinsizlerin Çeşitli Mezhepleri. Ter. Yaşar Kutluay. Ankara: AÜ. İlâhiyat Fak. Yayınları, 1962.

Ebu Zehra, Muhammed. İslâm’da Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi. Ter. Ethem Ruhi Fığlalı ve Osman Keskioğlu. İstanbul: Cağaloğlu Yayınevi, 1963.

____. Hristiyanlık Üzerine Konferanslar. Ter. Akif Nuri. İstanbul: Fikir Yayınları, 10, 1966.

Félicien Challaye. Dinler Tarihi. çev. Samih Tiryakioğlu. İstanbul: Varlık Yayınevi, 1972.

Fığlalı, Ethem Rûhi. Türkiye’de Alevilik Bektâşîlik. İstanbul: Kent Basımevi, 1989.

Hatiboğlu, Vecihe. Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1972.

İbrahim Hakkı, Erzurumlu. Marifetname. Osmalıcadan Sadeleştiren: Faruk Meyan. İstanbul: Veli Yayınları, 1981.

İmam-ı Azam Ebu Hanife. Fıkh-ı Ekber. Ter. Hasan Basri Çantay. Ankara: DİB Yayınları: 24, 1982.

____. İmam-ı Azam’ın Beş Eseri. Çev. Mustafa Öz. İstanbul: 1981.

İmam-ı Gazzalî, Muhammed, Ebu Hamid. el-Münkızü mined-Dalâl. İstanbul: Cağaloğlu Yayınevi, 1963.

____. Kimya-yı Saâdet. Ter.: A. Faruk Meyan. İstanbul: Bedir Yayınevi, 1969.

Kadızade Ahmed b. Muhammed Emin Efendi. Birgivi Vasiyetnamesi (Kadızade Şerhi). İstanbul: Bedir Yayınevi, 1970.

____. Kadızade Ahmed b. Muhammed Emin Efendi. Büyük Amentü Şerhi. Hazırlayan: A. Faruk Meyan. İstanbul: Berekât Yayınevi, 1978.

Karaman, Hayrettin ve Bekir Topaloğlu. Arapça-Türkçe Yeni Kamus. İstanbul: 1975.

Kara, Mustafa. Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi.  İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998.

Karasar, Niyazi. Araştırmalarda Rapor Hazırlama. 5. Basım. Ankara: 1991.

el-Kastalanî, İmâm, Ahmed b. Muhammed eş-Şafiî. el-Mevahib-i Ledünniyye. Şerheden: Mahmud Abdülbakî. Çeviren: İhsan Uzungüngör. İstanbul: Semerkant Yayınları, Nu: 1, 1972.

Koçyiğit, Talât. Hadîs Usûlü. Ankara: AÜ İlâhiyat Fak. Yayınları, 1967.

Kuşeyrî, Abdulkerim. Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risalesi. Hazırlayan: Süleyman Uludağ. İstanbul: Dergah Yayınları, 1991.

Kutluay, Yaşar. Siyonizm ve Türkiye. İstanbul: Selçuk Yayınları, 1967.

____. İslâm ve Yahudi Mezhepleri. Ankara: AÜ İlâhiyat Fak. Yayınları, 1965.

Mustafa Halidi ve Ömer Ferruh. İslâm Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm. Ter. Osman Şekerci. İstanbul: 1968.

Nûredddin es-Sâbûnî. Mâturîdiyye Akaidi. Ter. Bekir Topaloğlu. İstanbul: 1978.

Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslâm Hukuku (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 179).

Özek, Ali. Hadîs Ricâli. İstanbul: 1967.

Özek, Ali ve Arkadaşları. Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali. Medine-i Münevvere: 1407/1987.

Suyûtî, el-Câmiu’l-sagîr (Kahire: 1954).

Taftazanî. Kelâm İlmi ve İslâm Akaidi. Haz. Süleyman Uludağ. İstanbul: 1980.

Taplamacıoğlu, Mehmet. Karşılaştırmalı Dinler Tarihi. Ankara:1966.

____. Din Sosyolojisi. Ankara: AÜ İlâhiyat Fak. Yayınları, 121, 1962.

Unat, Faik Reşit. Hicrî Tarihleri Milâdi Tarihe Çevirme Kılavuzu. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. Dizi VII- Sa. 37, 1974.

Yıldırım, Suat. Mevcut Kaynaklara Göre Hristiyanlık. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 269, 1988.

Zebîdî, Zeynüddîn Ahmed. Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi. Ter. Ahmed Naîm ve Kamil Miras. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: 55, 1961-1975.

İletişim:

Dr. Etem Levent – Öğretim Üyesi (*)

 

(*) Marmara Üniversitesi’nden Emekli

     Şu anda İ Aydın Üniversitesi’nde

etemlevent@gmail.com

etemlevent@aydin.edu.tr

Ana Sayfa