VASİYET (A)
Tâbiîn devrinin büyük
velîlerinden Abdullah bin Avn (rahmetullahi teâlâ aleyh) vasiyetlerinde;
"Ey kardeşlerim! Sizin için üç şeyi seviyorum. Kur'ân-ı kerîmi gece-gündüz
okumanızı, cemâate devâmınızı ve kötü işlere mâni olmanızı." buyurdu.
Hindistan evliyâsından ve
Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı
Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin âdetleri öyle idi ki,
hastalandığında vasiyetnâme yazdırırlardı. Şimdi de hem yazdırdılar hem söz ile
anlattılar ve buyurdular ki: "Devamlı zikrediniz. Büyüklere bağlılığınızı
muhâfaza ediniz. Güzel ahlâklı olup, insanlarla iyi geçininiz. Kazâ ve kader
husûsunda nasıl ve niçini bırakınız. Yol kardeşleri ile birlik olmayı lâzım
biliniz. Fakr, kanâat, rızâ, teslim, tevekkül ve ferâgat üzerine olunuz. Benim
cenâzemi, âsâr-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize âit eserlerin) bulunduğu
Delhi'deki Büyük Câmiye götürünüz. Allah'ın Resûlünden şefâat isteyiniz."
Yine buyurdu ki: Hazret-i
Hâce Behâeddîn Nakşibend; "Bizim cenâzemizin önünde;
Huzûruna müflis olarak
geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir
şey isterim.
Şu boş zenbilime elini uzat,
O mübârek eline güvenirim
beytlerini okuyun!"
buyurmuşlardı. Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle
okunmasını istiyorum:
Kerîmin huzûruna azıksız
geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru
kalbim,
Bundan daha çirkin hangi şey
olur?
Azık götürürsün, O ise
Kerîm.
Anadolu velîlerinden
(Zileli) Abdurrahmân Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) 13 sene Şeyh
Şâbân-ı Velî tekkesinde insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu. 1673
senesi içerisinde vasiyetnâmesini yazarak Amasya'da bulunan ve orada halkı irşâd
etmekte olan Şeyh İbrâhim Efendiye gönderdi. Vasiyetnâmenin özeti şu şekildedir:
"Ey benim aziz kardeşim
Hâfız İbrâhim Efendi! Size dahî` mâlum olsun ki biz zâhirî olarak hacca gitmeye
niyet edip onun tedâriki ile meşgûl iken, bir seher vaktinde gaipten bir sedâ
geldi. "Hazır ol mânevî hacca gitsen gerektir." denildi. Biz cenâb-ı Hakk'ın
emrini beklemekte iken Recep ayının yirmi yedinci gecesi ki mîrâc gecesi ruhlar
âleminde geziyorduk. Resûl-i ekrem mîrâca giderken bindiği burağa binmiş olarak
geldiler. Bizi de burağın arkasına aldılar ve gittik. Levh-i mahfûzun yanına
varınca; "Siz burada eğlenin, bundan öte izin yoktur." buyurdular. Levh-i
mahfûza nazar eyledik, baktık ki kendimizin Şâban ayında dünyâ evinden âhirete
gideceğimizi, sizin de Şâban Efendi Tekkesinde şeyh olacağınızı gördük. Ey benim
kardeşim! Levh-i mahfûzda yazılan sizsiniz. Hemen fakîre duâ eyle ve duâdan
unutmayıp tekkede meşgâle ve mücâhede Allahü teâlânın dînini yaymakla meşgûl
olup gayret kemerini yedi yerden kuşanıp ve benim evlatlarımı dahi gözden ve
gönülden çıkarmayınız. Kapı dervişi Molla Hasan altı senedir tekkenin
hizmetindedir. Lâkin irşâdı sizden olmakla bu zamâna tehir edilmiştir. İrşâd ile
faydalanmadıkça salıvermemenizi ricâ ederiz. Bize lâzım olan hakkı tebliğ
eylemektir."
Şeyh Abdurrahmân Efendi bu
vasiyetnâmeyi İbrâhim Efendiye gönderdikten sonra yazdığı gibi H.1083 senesi
Şâbanında hayâta gözlerini kapadı. Kastamonu'daki Şâbân-ı Velî hazretlerinin
türbesine defnolundu.
Meşhûr velîlerden
Abdurrahmân Tafsûncî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtı
yaklaştığı zaman, oğlu, kendisine vasiyette bulunmasını istedi. O da; "Ey oğlum!
Sana şöyle vasiyet ederim ki, Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî'ye her zaman saygı ve
hürmetini muhafaza edip, emirleri üzere hareket et. Hizmetinden ayrılma!"
Babası vefât edince, oğlu,
Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yanına geldi. Şeyh hazretleri, ona
ikrâmda bulunarak hırkasını giydirdi. Sonra da öz kızı ile onu evlendirdi. Artık
o, hep âlimlere mahsus bu elbiseyi giyerdi.
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğlu Abdurrezzâk'a
şöyle vasiyet eyledi: Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve sana ve bütün müslümanlara
tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana Allah'tan korkmanı ve O'na
tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu
gözetmeni vasiyet ederim.
Ey oğlum! Allahü teâlâ bize,
sana ve müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina
edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve
din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur.
Ey oğlum! Sana vasiyet
ederim! Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol. Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine
hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol.
Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme!
Ey oğlum! Allahü teâlâ bize
ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman,
zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf
hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah'tan başkasına
ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler
yüz ve tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise
çeker ve yaklaştırır.
Ey oğlum! Zenginlerle
sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise,
kendine değer vermiyerek olsun.
İhlâs üzere ol! İhlâs,
insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır.
Sebeplerde Allahü teâlâya dil uzatma. Her hâlde Allahü teâlâdan gelene râzı ve
sükûn üzere ol. Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alçak
gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak,
nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine
getirmemenle olur.
Evliyânın büyüklerinden
Abdülmecîd Şirvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından önce buyurdular ki:
"Bizi sevenler kabrimizin üzerine türbe yapmak sûretiyle, bu âcizi diğer
müslümanlardan ayırmasınlar." diye vasiyet etmişti. Fakat Mevlânâ Abdülmecîd'i
çok seven zenginlerden bâzıları kabrinin üzerine türbe yaptırmak istediler.
Kubbe tamamlandığı gece temelinden yıkıldı. Birkaç kere kubbe yaptılar ise de
aynı şekilde yıkıldı. Bunun üzerine kabri belli olsun diye etrafını taşlarla
çevirdiler. Hâlen bu kabir Tokat ve çevre halkı tarafından ziyâret edilmektedir.
Fas evliyâsından
Abdüsselâm bin Meşîş Hasenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Ali
isimli talebesi, "Efendim, bana vasiyette bulunur musunuz?" deyince; "Allahü
teâlâdan kork. İnsanlardan sakın. Dilini insanların boş sözlerinden koru.
Kalbini onların kötü düşüncelerinden muhâfaza et. Âzâlarını gözet ve onları
harama düşmekten, günah işlemekten koru. Ne için yaratılmışlar ise, onları o
vazîfede kullan. Allahü teâlânın farz kıldığı işleri zamânında yap. Böyle
yaparsan, Allahü teâlânın hıfz u himâye ve korumasında olursun. Allahü teâlânın
sana emrettiği işleri yaparsan, verâ sâhibi (haramlardan sakınan) olursun. Şöyle
duâ et: Yâ Rabbî! Senden alıkoyan her şeyden beni koru. İnsanların şerlerinden
beni muhâfaza et. Senin rızân ile kalbimi zenginleştir. Sen her şeye kâdirsin"
buyurdular.
Mısır evliyâsından Seyyid
Ahmed-i Bedevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebesine şöyle vasiyette
bulundular: "Ey Abdül'âl! Dünyâ sevgisinden sakın. Zîrâ sirke saf balı bozduğu
gibi dünyâ sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat,
çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyurmakla himâye, garipleri
zayıfları ikrâm ile korumak âdetin olsun. Bu işlerin Allahü teâlâ katında
kaybolmaz.
Ey Abdül'âl! Zikre, Allahü
teâlâyı anıp, hatırlamaya devâm et. Bir an bile Allahü teâlâdan gâfil olma, O'nu
unutma. Gece kıldığın bir rekat namaz, gündüz kıldığın bin rekatdan daha
üstündür. Allahü teâlâyı zikretmek kalp ile olur, sâdece dil ile olmaz. Allahü
teâlâyı hâzır bir kalp ile an! Allahü teâlâdan gâfil olmaktan sakın! Çünkü, bu
gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermektir.
O'nun hükmüne rızâ göstermek ve emrine teslim olmak demek, nîmete kavuştuğunda
sevinip ferahlık duyduğu gibi, musîbet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve
ferahlığı duyabilmek demektir. Nitekim Allahü teâlâ, Bekara sûresinin 155.
âyet-i kerîmesinde meâlen, Peygamber efendimize hitâben; "(Ey habîbim! Musîbet
ve ezâya) sabredenlere (lütûf ve ihsânlarımı) müjdele!" buyuruyor. Zühd sâhibi
olmak, dünyâya düşkün olmamak demek; dünyevî arzu ve istekleri terk etmek
sûretiyle, nefse muhâlefet etmek demektir. Harama düşmek korkusundan dolayı,
yetmiş tâne helâli terk etmektir. Tefekkür etmenin hakîkati, Allahü tealânın
yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahü teâlânın zâtı hakkında
düşünmemektir.
Ey Abdül'âl! Allahü teâlânın
kullarından birine bir musîbet gelse, bunun için sakın sevinme! Gıybet ve
dedi-kodu yapma! İnsanlar arasında söz taşıma! Sana eziyet vereni, zulmedeni
affet! Kötülük yapana iyilik et! Sana vermeyene ver.
Ey Abdül'âl! Dervişliğin,
talebeliğin şartları; kötü iş ve sözlerden sakınmak, harama bakmamak, iffetli
olmak, her zaman Allah korkusuna sâhib olmak, Allahü teâlânın emirlerine uygun
yaşamak, Allahü tealâyı hiç unutmamak, âhirette başa gelecekleri düşünerek hep
uyanık ve dikkatli olmaktır.
Ey Abdül'âl! Yolumuz, Kur'ân-ı
kerîme ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine, bildirdiklerine uymak,
doğruluk, verdiği sözü yerine getirmek üzerine kuruludur. Âlimler yanında
dilini, insanların ileri gelenleri yanında gözünü, hocanın huzûrunda kalbini
muhâfaza et. Edep ve vakâr üzere ol.
Ey Abdül'âl! İlmi olmayan
kimsenin dünyâda da âhirette de hiçbir kıymeti yoktur. Hilmi, yumuşaklığı
olmayan kimseye, ilmi fayda vermez. Allahü teâlânın kullarına şefkat etmeyen
kimseye, Allahü teâlâ katında şefâat yoktur. Sabırlı olmayan kimseye, işlerinde
selâmet yoktur. Takvâsı, Allahü teâlâdan korkması, haramlardan sakınması olmayan
kimsenin, Allahü teâlâ indinde hiçbir kıymeti yoktur. Bu altı hasletten nasîbi
olmayan kimsenin, Cennet'te yeri yoktur.
Mısır evliyâsından Ahmed
Behlül (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından önce şöyle vasiyet etti: "Beni,
Karafe kabristanının yakınındaki yola defnedin. Kabrimin üstüne sanduka ve türbe
yapmayın. Böyle şeyler, benim kabirde rahat etmeme mâni olur. Bırakın kabrim
sâde olsun, üzerimde hayvanlar gezinsin." O sırada orada bulunan talebelerinden
biri; "Efendim! Sizin için Bâtiha Câmii avlusunda bir kabir hazırladık. Oraya
defnedeceğiz." deyince Ahmed Behlül hazretleri;
"Cenâzemi oraya taşımaya
gücünüz yeterse, öyle yapın." buyurdular.
Ahmed Behlül hazretleri
H.928 senesinde Kahire'de vefât etti. Cenazesini defnetmeye götürmek
istediklerinde, tabutu Bâtiha Câmiine doğru götüremediler. O tarafa doğru gitmek
istediklerinde, tabut çok ağırlaşıyor, hareket ettiremiyorlardı. Kendisinin daha
önce bildirdiği şekilde Karafe kabristanının yakınındaki yola doğru götürmek
istediklerinde tabut hafifledi ve rahatça götürdüler. Bu hâlin onun bir kerâmeti
olduğu anlaşıldı.
Osmanlı âlim ve velîlerinin
en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl Paşa (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin Mısır dönüşü yolculuk sırasında bir ara atının
ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selîm Hanın kaftanını kirletmişti.
Pâdişâhın kaftanına çamur sıçrayınca, İbn-i Kemâl mahcûb olup, atını geriye
çekerek ne yapacağını şaşırdı. Ancak Yavuz Sultan Selîm Han ona dönerek:
"Üzülmeyiniz, âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür,
şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftanım, ben vefât ettikten sonra
kabrimin üzerine örtülsün." dedi. Bu vasiyet, vefâtından sonra yerine getirildi.
Bu hâdiseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selîm Hanın kabri
üzerinde, bir câmekân içinde, târihî bir hâtıra olarak durmaktadır.
Anadolu velîlerinin
büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
vasiyetnâmesi şöyledir: Ey evlâdım, eşim, akrabâ-ı taallukatım! Size vasiyet
ederim ki: Allahü teâlâya ve Resûlüne sallallahü aleyhi ve sellem itâat
edesiniz, benim için ağlamayasınız. Gece vefât edersem, gasl edip sabah
namazının akabinde birkaç komşu ile cenâze namazımı kılıp, Eski Mezâr'da uygun
bir yere defnedin. Halka zahmet olmasın. Beni medhetmeyin. Zîrâ kabirde bu
söylenilen sıfatlar sende var mıydı diye melekler sorarlarmış. Hemen duâ ve
istigfâr edin. Kur'ân-ı kerîm ve tevhîd okuyup, rûhuma hediye edersiniz. Nasîhat
kitaplarımı okuyup, nasîhat alasınız. İnşâallah bana ve size faydalı olur. Beni
seven talebelerim; evlâdıma nasîhat, hüsn-i nazar ve terbiye etsinler. Nasîhatta
esrâr ve çok faydalar vardır. Zikr ederken Allahü teâlânın emrine yapışmak
niyeti ile etmelidir.
Kefenimi Niğde bezinden
yapın. Cesedime ve kefenime yazı yazmayın. Kabristanda tegannî ile Kur'ân-ı
kerîm okuyarak, oradaki müslümanları bıktırmayın. Allahü teâlâ benden râzı olur
ise, tegannîsiz üç İhlâs-ı şerîf yeter. Allah korusun râzı olmaz ise her biriniz
bir hatm-i şerîf okusanız fayda vermez.
İlmi, tâliplerine ve
fukarânın sâlihlerine verin. Dostlarınızın ne kadar kusurları çok olursa da,
onlara muhabbet besleyin ve ihsân edin. Dervişlerin İslâm dînine uymayanlarından
uzaklaşın. Ekseri sihir ve simyâ kullanarak herkesi aldatıp, mürşid-i kâmiliz
derler. Kıyâmet, yeryüzünde âlim var iken kopmayıp, câhil üzerine ve Allahü
teâlânın ism-i şerîfini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacakdır. Siz bu
durum karşısında mağrur olup, nefsin hevâsına tâbi ve Allahü teâlânın mekrinden
emîn olmayasınız. İblis ve emsâlini düşünesiniz. Sâlih amel işledikten sonra
hamd ve şükür etmeli. Beşeriyet sebebiyle günâh sâdır olur ise hemen istigfâr
etmeli, Allahü teâlânın rahmetinden ümîd kesmemeli.
Bu vasiyetnâmemi mümin
kardeşlere gösteresiniz.
Büyük âlim ve velîlerden
Ârif-i Dikgerânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün son günlerinde, hac
dönüşünde Merv'de kalan ve insanları irşâd edip, doğru yolu gösteren Şâh-ı
Nakşibend Behâeddîn Buhârî hazretlerine haberci göndererek; "Çabucak yetişiniz.
Âhirete göç etmemiz yakınlaştı. Size vasiyetlerim var." buyurdu. Haberi alır
almaz, Merv'den ayrılan Şâh-ı Nakşibend hazretleri süratle Buhârâ yolunu tuttu.
Dikgerân köyüne geldiğinde, Ârif-i Dikgerânî'nin yanında yakınlarından ve
talebelerinden bir topluluk bulunuyordu. Mevlânâ Ârif, Şâh-ı Nakşibend
hazretlerini saygıyla karşıladı. Yanındaki topluluğa kendilerini başbaşa
bırakmalarını istedi ve; "Hace Behâeddîn ile aramızda bir sır var. Bu sırrı
görüşmek için ikimiz tenhâ bir yere gideceğiz, yoksa siz buradan çekilmeği
tercih eder misiniz?" buyurdu. Topluluk uzaklaşınca, Şâh-ı Nakşibend Buhârî
hazretlerine dönerek; "Aramızda mânâda büyük birlik ve berâberlik hâsıl oldu.
Şimdi de bu birlik ve berâberlik üzereyiz. İşte vakit sona erişti. Kendi
yakınlarıma ve sizinkilere nazar ettim. Bu tarîkatte ehliyeti ve yokluk sıfatını
en ziyâde Hâce Muhammed Pârisâ'da buldum. Tarîkatte elime geçen her lütfu ihsânı
ve mânâyı ona havâle ettim. Yakınlarıma ona bağlanmalarını emrettim. Sizin de bu
hususta yardımınızı esirgemeyeceğinizden emin olmak isterim. Zâten Muhammed
Pârisâ sizin de bağlılarınızdandır. Şimdi sizden isteğim; kendi elinizle su
kaplarını yıkayın, iki diziniz üzerine oturup elinizle ateş yakın ve suyumu
ısıtın. Techiz ve tekfin için lâzım olan şeyleri yerine getirin. Vefâtımdan üç
gün sonra da yerinize dönün." buyurdu.
Yakınları ve talebeleriyle
görüşüp helâlleştikten sonra Dikgerân'da vefât eden Ârif-i Dikgerânî
hazretlerinin cenâzesini Şâh-ı Nakşibend Buhârî yıkadı ve namazını kıldırdı. Onu
defnettikten sonra tekrar Merv'e döndü. |