CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

VASİYET (A)

Tâbiîn devrinin büyük velîlerinden Abdullah bin Avn (rahmetullahi teâlâ aleyh) vasiyetlerinde; "Ey kardeşlerim! Sizin için üç şeyi seviyorum. Kur'ân-ı kerîmi gece-gündüz okumanızı, cemâate devâmınızı ve kötü işlere mâni olmanızı." buyurdu.

Hindistan evliyâsından ve Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerden Abdullah-ı Dehlevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin âdetleri öyle idi ki, hastalandığında vasiyetnâme yazdırırlardı. Şimdi de hem yazdırdılar hem söz ile anlattılar ve buyurdular ki: "Devamlı zikrediniz. Büyüklere bağlılığınızı muhâfaza ediniz. Güzel ahlâklı olup, insanlarla iyi geçininiz. Kazâ ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız. Yol kardeşleri ile birlik olmayı lâzım biliniz. Fakr, kanâat, rızâ, teslim, tevekkül ve ferâgat üzerine olunuz. Benim cenâzemi, âsâr-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize âit eserlerin) bulunduğu Delhi'deki Büyük Câmiye götürünüz. Allah'ın Resûlünden şefâat isteyiniz."

Yine buyurdu ki: Hazret-i Hâce Behâeddîn Nakşibend; "Bizim cenâzemizin önünde;

 

Huzûruna müflis olarak geldim,

Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim.

 

Şu boş zenbilime elini uzat,

O mübârek eline güvenirim

 

beytlerini okuyun!" buyurmuşlardı. Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:

 

Kerîmin huzûruna azıksız geldim,

Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,

Bundan daha çirkin hangi şey olur?

Azık götürürsün, O ise Kerîm.

 

Anadolu velîlerinden (Zileli) Abdurrahmân Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) 13 sene Şeyh Şâbân-ı Velî tekkesinde insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu. 1673 senesi içerisinde vasiyetnâmesini yazarak Amasya'da bulunan ve orada halkı irşâd etmekte olan Şeyh İbrâhim Efendiye gönderdi. Vasiyetnâmenin özeti şu şekildedir:

"Ey benim aziz kardeşim Hâfız İbrâhim Efendi! Size dahî` mâlum olsun ki biz zâhirî olarak hacca gitmeye niyet edip onun tedâriki ile meşgûl iken, bir seher vaktinde gaipten bir sedâ geldi. "Hazır ol mânevî hacca gitsen gerektir." denildi. Biz cenâb-ı Hakk'ın emrini beklemekte iken Recep ayının yirmi yedinci gecesi ki mîrâc gecesi ruhlar âleminde geziyorduk. Resûl-i ekrem mîrâca giderken bindiği burağa binmiş olarak geldiler. Bizi de burağın arkasına aldılar ve gittik. Levh-i mahfûzun yanına varınca; "Siz burada eğlenin, bundan öte izin yoktur." buyurdular. Levh-i mahfûza nazar eyledik, baktık ki kendimizin Şâban ayında dünyâ evinden âhirete gideceğimizi, sizin de Şâban Efendi Tekkesinde şeyh olacağınızı gördük. Ey benim kardeşim! Levh-i mahfûzda yazılan sizsiniz. Hemen fakîre duâ eyle ve duâdan unutmayıp tekkede meşgâle ve mücâhede Allahü teâlânın dînini yaymakla meşgûl olup gayret kemerini yedi yerden kuşanıp ve benim evlatlarımı dahi gözden ve gönülden çıkarmayınız. Kapı dervişi Molla Hasan altı senedir tekkenin hizmetindedir. Lâkin irşâdı sizden olmakla bu zamâna tehir edilmiştir. İrşâd ile faydalanmadıkça salıvermemenizi ricâ ederiz. Bize lâzım olan hakkı tebliğ eylemektir."

Şeyh Abdurrahmân Efendi bu vasiyetnâmeyi İbrâhim Efendiye gönderdikten sonra yazdığı gibi H.1083 senesi Şâbanında hayâta gözlerini kapadı. Kastamonu'daki Şâbân-ı Velî hazretlerinin türbesine defnolundu.

Meşhûr velîlerden Abdurrahmân Tafsûncî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vefâtı yaklaştığı zaman, oğlu, kendisine vasiyette bulunmasını istedi. O da; "Ey oğlum! Sana şöyle vasiyet ederim ki, Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî'ye her zaman saygı ve hürmetini muhafaza edip, emirleri üzere hareket et. Hizmetinden ayrılma!"

Babası vefât edince, oğlu, Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin yanına geldi. Şeyh hazretleri, ona ikrâmda bulunarak hırkasını giydirdi. Sonra da öz kızı ile onu evlendirdi. Artık o, hep âlimlere mahsus bu elbiseyi giyerdi.

Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) oğlu Abdurrezzâk'a şöyle vasiyet eyledi: Ey oğlum! Allahü tealâ bize ve sana ve bütün müslümanlara tevfîk, başarı ve muvaffakiyet ihsân eylesin! Sana Allah'tan korkmanı ve O'na tâat üzere olmanı, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim.

Ey oğlum! Allahü teâlâ bize, sana ve müslümanlara tevfîk versin! Bizim bu yolumuz, Kitap ve Sünnet üzere bina edilmiştir. Kalbin selâmeti, el açıklığı, cömertlik, cefâ ve ezâya katlanmak ve din kardeşlerinin kusurlarını affetmek üzere kurulmuştur.

Ey oğlum! Sana vasiyet ederim! Derviş yâni Allah adamlarıyla berâber ol. Meşâyıha, tasavvuf büyüklerine hürmeti gözet! Din kardeşlerinle iyi geçin! Küçük ve büyüklere nasîhat üzere ol. Dinden başka şey için kimseye düşmanlık etme!

Ey oğlum! Allahü teâlâ bize ve sana tevfîk versin! Fakirliğin hakîkati, senin gibi olana muhtaç olmaman, zenginliğin hakîkati ise, senin gibi olandan bir şey istememendir. Tasavvuf hâldir, söz değildir, söz ile de ele geçmez. Dervişlerden, Allah'tan başkasına ihtiyaç duymayan birisini görürsen, ona ilim ile değil, rıfk, yumuşaklık, güler yüz ve tatlı söz ile muâmele eyle! Zîrâ ilim onu ürkütür, rıfk, yumuşaklık ise çeker ve yaklaştırır.

Ey oğlum! Zenginlerle sohbetin, görüşmen izzet ile, onlara değer vermeyerek, fakirlerle görüşmen ise, kendine değer vermiyerek olsun.

İhlâs üzere ol! İhlâs, insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır. Sebeplerde Allahü teâlâya dil uzatma. Her hâlde Allahü teâlâdan gelene râzı ve sükûn üzere ol. Allah adamlarının huzûrunda şu üç sıfat üzere bulun: Alçak gönüllülük, iyi geçinmek ve kötülüklerden arınmış bir kalb. Hakîkî yaşamak, nefsini öldürmenle, nefsinin arzularını, haram ve zararlı isteklerini yerine getirmemenle olur.

Evliyânın büyüklerinden Abdülmecîd Şirvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından önce buyurdular ki: "Bizi sevenler kabrimizin üzerine türbe yapmak sûretiyle, bu âcizi diğer müslümanlardan ayırmasınlar." diye vasiyet etmişti. Fakat Mevlânâ Abdülmecîd'i çok seven zenginlerden bâzıları kabrinin üzerine türbe yaptırmak istediler. Kubbe tamamlandığı gece temelinden yıkıldı. Birkaç kere kubbe yaptılar ise de aynı şekilde yıkıldı. Bunun üzerine kabri belli olsun diye etrafını taşlarla çevirdiler. Hâlen bu kabir Tokat ve çevre halkı tarafından ziyâret edilmektedir.

Fas evliyâsından Abdüsselâm bin Meşîş Hasenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Ali isimli talebesi, "Efendim, bana vasiyette bulunur musunuz?" deyince; "Allahü teâlâdan kork. İnsanlardan sakın. Dilini insanların boş sözlerinden koru. Kalbini onların kötü düşüncelerinden muhâfaza et. Âzâlarını gözet ve onları harama düşmekten, günah işlemekten koru. Ne için yaratılmışlar ise, onları o vazîfede kullan. Allahü teâlânın farz kıldığı işleri zamânında yap. Böyle yaparsan, Allahü teâlânın hıfz u himâye ve korumasında olursun. Allahü teâlânın sana emrettiği işleri yaparsan, verâ sâhibi (haramlardan sakınan) olursun. Şöyle duâ et: Yâ Rabbî! Senden alıkoyan her şeyden beni koru. İnsanların şerlerinden beni muhâfaza et. Senin rızân ile kalbimi zenginleştir. Sen her şeye kâdirsin" buyurdular.

Mısır evliyâsından Seyyid Ahmed-i Bedevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebesine şöyle vasiyette bulundular: "Ey Abdül'âl! Dünyâ sevgisinden sakın. Zîrâ sirke saf balı bozduğu gibi dünyâ sevgisi de sâlih ve iyi amellerini bozar. Yetimlere, şefkat, çıplaklara elbise giydirmekle merhamet, açları doyurmakla himâye, garipleri zayıfları ikrâm ile korumak âdetin olsun. Bu işlerin Allahü teâlâ katında kaybolmaz.

Ey Abdül'âl! Zikre, Allahü teâlâyı anıp, hatırlamaya devâm et. Bir an bile Allahü teâlâdan gâfil olma, O'nu unutma. Gece kıldığın bir rekat namaz, gündüz kıldığın bin rekatdan daha üstündür. Allahü teâlâyı zikretmek kalp ile olur, sâdece dil ile olmaz. Allahü teâlâyı hâzır bir kalp ile an! Allahü teâlâdan gâfil olmaktan sakın! Çünkü, bu gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allahü teâlânın hükmüne rızâ göstermektir. O'nun hükmüne rızâ göstermek ve emrine teslim olmak demek, nîmete kavuştuğunda sevinip ferahlık duyduğu gibi, musîbet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir. Nitekim Allahü teâlâ, Bekara sûresinin 155. âyet-i kerîmesinde meâlen, Peygamber efendimize hitâben; "(Ey habîbim! Musîbet ve ezâya) sabredenlere (lütûf ve ihsânlarımı) müjdele!" buyuruyor. Zühd sâhibi olmak, dünyâya düşkün olmamak demek; dünyevî arzu ve istekleri terk etmek sûretiyle, nefse muhâlefet etmek demektir. Harama düşmek korkusundan dolayı, yetmiş tâne helâli terk etmektir. Tefekkür etmenin hakîkati, Allahü tealânın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allahü teâlânın zâtı hakkında düşünmemektir.

Ey Abdül'âl! Allahü teâlânın kullarından birine bir musîbet gelse, bunun için sakın sevinme! Gıybet ve dedi-kodu yapma! İnsanlar arasında söz taşıma! Sana eziyet vereni, zulmedeni affet! Kötülük yapana iyilik et! Sana vermeyene ver.

Ey Abdül'âl! Dervişliğin, talebeliğin şartları; kötü iş ve sözlerden sakınmak, harama bakmamak, iffetli olmak, her zaman Allah korkusuna sâhib olmak, Allahü teâlânın emirlerine uygun yaşamak, Allahü tealâyı hiç unutmamak, âhirette başa gelecekleri düşünerek hep uyanık ve dikkatli olmaktır.

Ey Abdül'âl! Yolumuz, Kur'ân-ı kerîme ve Peygamber efendimizin sünnet-i seniyyesine, bildirdiklerine uymak, doğruluk, verdiği sözü yerine getirmek üzerine kuruludur. Âlimler yanında dilini, insanların ileri gelenleri yanında gözünü, hocanın huzûrunda kalbini muhâfaza et. Edep ve vakâr üzere ol.

Ey Abdül'âl! İlmi olmayan kimsenin dünyâda da âhirette de hiçbir kıymeti yoktur. Hilmi, yumuşaklığı olmayan kimseye, ilmi fayda vermez. Allahü teâlânın kullarına şefkat etmeyen kimseye, Allahü teâlâ katında şefâat yoktur. Sabırlı olmayan kimseye, işlerinde selâmet yoktur. Takvâsı, Allahü teâlâdan korkması, haramlardan sakınması olmayan kimsenin, Allahü teâlâ indinde hiçbir kıymeti yoktur. Bu altı hasletten nasîbi olmayan kimsenin, Cennet'te yeri yoktur.

Mısır evliyâsından Ahmed Behlül (rahmetullahi teâlâ aleyh) vefâtından önce şöyle vasiyet etti: "Beni, Karafe kabristanının yakınındaki yola defnedin. Kabrimin üstüne sanduka ve türbe yapmayın. Böyle şeyler, benim kabirde rahat etmeme mâni olur. Bırakın kabrim sâde olsun, üzerimde hayvanlar gezinsin." O sırada orada bulunan talebelerinden biri; "Efendim! Sizin için Bâtiha Câmii avlusunda bir kabir hazırladık. Oraya defnedeceğiz." deyince Ahmed Behlül hazretleri;

"Cenâzemi oraya taşımaya gücünüz yeterse, öyle yapın." buyurdular.

Ahmed Behlül hazretleri H.928 senesinde Kahire'de vefât etti. Cenazesini defnetmeye götürmek istediklerinde, tabutu Bâtiha Câmiine doğru götüremediler. O tarafa doğru gitmek istediklerinde, tabut çok ağırlaşıyor, hareket ettiremiyorlardı. Kendisinin daha önce bildirdiği şekilde Karafe kabristanının yakınındaki yola doğru götürmek istediklerinde tabut hafifledi ve rahatça götürdüler. Bu hâlin onun bir kerâmeti olduğu anlaşıldı.

Osmanlı âlim ve velîlerinin en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl Paşa (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin Mısır dönüşü yolculuk sırasında bir ara atının ayağından sıçrayan çamurlar, Yavuz Sultan Selîm Hanın kaftanını kirletmişti. Pâdişâhın kaftanına çamur sıçrayınca, İbn-i Kemâl mahcûb olup, atını geriye çekerek ne yapacağını şaşırdı. Ancak Yavuz Sultan Selîm Han ona dönerek: "Üzülmeyiniz, âlimlerin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim için süstür, şereftir. Vasiyet ediyorum, bu çamurlu kaftanım, ben vefât ettikten sonra kabrimin üzerine örtülsün." dedi. Bu vasiyet, vefâtından sonra yerine getirildi. Bu hâdiseyi hatırlatan o kaftan, şimdi de Yavuz Sultan Selîm Hanın kabri üzerinde, bir câmekân içinde, târihî bir hâtıra olarak durmaktadır.

Anadolu velîlerinin büyüklerinden Ahmed Kuddûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin vasiyetnâmesi şöyledir: Ey evlâdım, eşim, akrabâ-ı taallukatım! Size vasiyet ederim ki: Allahü teâlâya ve Resûlüne sallallahü aleyhi ve sellem itâat edesiniz, benim için ağlamayasınız. Gece vefât edersem, gasl edip sabah namazının akabinde birkaç komşu ile cenâze namazımı kılıp, Eski Mezâr'da uygun bir yere defnedin. Halka zahmet olmasın. Beni medhetmeyin. Zîrâ kabirde bu söylenilen sıfatlar sende var mıydı diye melekler sorarlarmış. Hemen duâ ve istigfâr edin. Kur'ân-ı kerîm ve tevhîd okuyup, rûhuma hediye edersiniz. Nasîhat kitaplarımı okuyup, nasîhat alasınız. İnşâallah bana ve size faydalı olur. Beni seven talebelerim; evlâdıma nasîhat, hüsn-i nazar ve terbiye etsinler. Nasîhatta esrâr ve çok faydalar vardır. Zikr ederken Allahü teâlânın emrine yapışmak niyeti ile etmelidir.

Kefenimi Niğde bezinden yapın. Cesedime ve kefenime yazı yazmayın. Kabristanda tegannî ile Kur'ân-ı kerîm okuyarak, oradaki müslümanları bıktırmayın. Allahü teâlâ benden râzı olur ise, tegannîsiz üç İhlâs-ı şerîf yeter. Allah korusun râzı olmaz ise her biriniz bir hatm-i şerîf okusanız fayda vermez.

İlmi, tâliplerine ve fukarânın sâlihlerine verin. Dostlarınızın ne kadar kusurları çok olursa da, onlara muhabbet besleyin ve ihsân edin. Dervişlerin İslâm dînine uymayanlarından uzaklaşın. Ekseri sihir ve simyâ kullanarak herkesi aldatıp, mürşid-i kâmiliz derler. Kıyâmet, yeryüzünde âlim var iken kopmayıp, câhil üzerine ve Allahü teâlânın ism-i şerîfini bilip söylemeyen kimselerin üzerine kopacakdır. Siz bu durum karşısında mağrur olup, nefsin hevâsına tâbi ve Allahü teâlânın mekrinden emîn olmayasınız. İblis ve emsâlini düşünesiniz. Sâlih amel işledikten sonra hamd ve şükür etmeli. Beşeriyet sebebiyle günâh sâdır olur ise hemen istigfâr etmeli, Allahü teâlânın rahmetinden ümîd kesmemeli.

Bu vasiyetnâmemi mümin kardeşlere gösteresiniz.

Büyük âlim ve velîlerden Ârif-i Dikgerânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ömrünün son günlerinde, hac dönüşünde Merv'de kalan ve insanları irşâd edip, doğru yolu gösteren Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî hazretlerine haberci göndererek; "Çabucak yetişiniz. Âhirete göç etmemiz yakınlaştı. Size vasiyetlerim var." buyurdu. Haberi alır almaz, Merv'den ayrılan Şâh-ı Nakşibend hazretleri süratle Buhârâ yolunu tuttu. Dikgerân köyüne geldiğinde, Ârif-i Dikgerânî'nin yanında yakınlarından ve talebelerinden bir topluluk bulunuyordu. Mevlânâ Ârif, Şâh-ı Nakşibend hazretlerini saygıyla karşıladı. Yanındaki topluluğa kendilerini başbaşa bırakmalarını istedi ve; "Hace Behâeddîn ile aramızda bir sır var. Bu sırrı görüşmek için ikimiz tenhâ bir yere gideceğiz, yoksa siz buradan çekilmeği tercih eder misiniz?" buyurdu. Topluluk uzaklaşınca, Şâh-ı Nakşibend Buhârî hazretlerine dönerek; "Aramızda mânâda büyük birlik ve berâberlik hâsıl oldu. Şimdi de bu birlik ve berâberlik üzereyiz. İşte vakit sona erişti. Kendi yakınlarıma ve sizinkilere nazar ettim. Bu tarîkatte ehliyeti ve yokluk sıfatını en ziyâde Hâce Muhammed Pârisâ'da buldum. Tarîkatte elime geçen her lütfu ihsânı ve mânâyı ona havâle ettim. Yakınlarıma ona bağlanmalarını emrettim. Sizin de bu hususta yardımınızı esirgemeyeceğinizden emin olmak isterim. Zâten Muhammed Pârisâ sizin de bağlılarınızdandır. Şimdi sizden isteğim; kendi elinizle su kaplarını yıkayın, iki diziniz üzerine oturup elinizle ateş yakın ve suyumu ısıtın. Techiz ve tekfin için lâzım olan şeyleri yerine getirin. Vefâtımdan üç gün sonra da yerinize dönün." buyurdu.

Yakınları ve talebeleriyle görüşüp helâlleştikten sonra Dikgerân'da vefât eden Ârif-i Dikgerânî hazretlerinin cenâzesini Şâh-ı Nakşibend Buhârî yıkadı ve namazını kıldırdı. Onu defnettikten sonra tekrar Merv'e döndü.