TALEBE
Endülüs, Mısır ve Filistin
taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: Talebeye tövbeden sonra ilk emredilen, kötü
arkadaşları terk etmesi, maksaddan uzaklaştıracak şeylerden uzak durmasıdır.
Yine buyurdular ki: Kalben
hocasını beğenmeyen, hocasından gelen hiç bir feyze kavuşamaz.
Evliyânın meşhurlarından
Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebelerine ve dostlarına en
faydalı işin sâlih kimselerle, iyi insanlarla görüşüp sohbet etmek, arkadaşlık
kurmak olduğunu söylerdi. Ahlâk ve davranış bakımından sâlih, iyi kimselere
uymak lâzım olduğunu önemle tavsiye ederdi. Ayrıca velîlerin kabirlerini
ziyâreti, arkadaş ve dostlara hizmeti tavsiye ederdi. Kendi günahlarının tamâmen
bağışlandığına kanâat getirmeyen kimsenin herhangi bir günahı sebebiyle
başkasını kınamasını doğru bulmazdı. Kişinin ise kendi günahlarının tamâmen
bağışlandığını bilemeyeceğine göre, başkalarını kınama husûsunda hiç konuşmaması
gerektiğini belirtirdi.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah-ı Turuğbâdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Allah
yolunda bulunup, O'nun rızâsını kazanmak isteyen talebenin vasfı nasıldır?" diye
sorulduğunda; "Talebe, bu yolda meşakkat ve sıkıntı içindedir. Fakat
karşılaştığı zorluklar, kendisine neşe ve huzur vermektedir. Hakîkî talebe böyle
olur!" cevâbını verdi.
Irak velîlerinden ve Hanbelî
mezhebi fıkıh âlimi Ebû Bekr Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Hocanın, talebeyi azarlamaması, talebenin de, hocasına çekinmeden sorması
lâzımdır."
Anadolu'da yetişen büyük
velîlerden Harputlu İshak Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) talebeleri
üzerine çok titrer, "Talebe, solmayan güle ve konuşan bülbüle benzer."
buyururdu.
Büyük velîlerden İbn-i
Hafîf (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Dört şey talebeye zarûrî
lâzımdır: "Birincisi; bir binek hayvanıdır, bu sabırdır. İbâdetlere yönelmede,
günahlardan sakınmakta ve musîbetlere tahammülde ona binilir. İkincisi; oturup
rahat edebileceği ve korunup barınacağı bir evdir, bu akıldır. Onunla şeytanın
vesvesesinden ve nefsin helâk edici muhâlefetinden korunmak mümkün olur.
Üçüncüsü; görenin beğeneceği güzel bir elbisedir, bu hayâdır. Bununla kötü iş ve
sözlerden korunulmuş olur ve nefsi terbiye etmek mümkün olur. Dördüncüsü;
aydınlatıcı bir kandildir, bu da faydalı ilimdir. Bu, talebeyi doğru yolda
hidâyet nûruna ulaştırır."
İbn-i Hafîf hazretlerinin
talebelerine yaptığı vasiyeti şöyledir: "Bir hocaya talebe olmaya karar vermiş
bir kimse, bildireceğimiz hasletlere uyarsa ve onları muhâfaza ederse, nefsin
isteklerinden kurtulup, kulluk vazifesini tam yaparak Allahü teâlâya kavuşur. Bu
da Allahü teâlânın ihsânı ve muvaffak kılması ile mümkündür. Bu hasletler yirmi
beş tâne olup şunlardır:
İlk haslet nedâmettir. Yâni,
gaflet ve günahlarla geçen vakitlerine pişmân olup, Allah ve kul haklarından
borcu olanlara ödeyip tövbe etmek.
İkincisi; kullanacağı
faydalı ilimleri öğrenmek.
Üçüncüsü; sükût, halvet ve
zikre devamdır. Sükût (susmak), nefsin konuşmasını (vesveseyi) önler. Halvet
(yalnızlık), hislerin dağılmamasını sağlar. Zikir, kalbin tasfiyesini
(saflaşmasını, temizliğini) temin eder.
Dördüncüsü; ayakta durma,
oturma ve bütün hâllerinde Allahü teâlânın emir ve yasaklarını düşünüp,
hareketlerini ona göre düzeltmek.
Beşincisi; her işine,
meşveret etmeden (danışmadan) başlamamaktır. Böylece, işin bozuk ve kötü
olmasından korunur.
Altıncısı; bir din kardeşi
ile birlikte bulunup, vesveselerden kurtulmak gerekir.
Yedincisi; her işinde ve
sözünde doğru olmaktır.
Sekizincisi; mîde ve dili
korumaktır. Çünkü, talebe şehvet sevgisine mübtelâ olursa, günleri gaflet ve
tenbellik ile geçer. Böylece, Allahü teâlâya ulaşmaktan mahrûm kalır. Dil
konuşmaya meylederse, gönlü zikre alışmaz. Zîrâ dilin günahı (isyânı) diğer
bütün günahlardan daha çoktur.
Dokuzuncusu; bütün âzâlar
ile, içten ve dıştan edebli olmaktır. Susmalı ve ancak lüzum olunca
konuşmalıdır.
Onuncusu; üç şeye riâyet
etmelidir: İlki, çok acıkmayınca yememelidir. İkincisi, çok susamadıkça su
içmemelidir. Böylece uyku basmasından korunulmuş olur. Üçüncüsü, çok uyku
bastırmadıkça uyumamalıdır.
On birincisi; kadınlarla
sohbet etmekten ve bilhassa şehvet uyanmasına sebeb olacak yerlerde onlarla
berâber bulunmaktan sakınmalıdır. Ancak böyle yapmakla nefsin ve şeytanın
şerrinden korunabilirsin.
On ikincisi; lüzumsuz veya
zararlı yerlere bakmaktan gözü korumaktır. Hadîs-i şerîfte; "Müslümanların
odalarına, gizlice ve kötü gözle bakanlar münâfıktır." buyrulmuştur.
On üçüncüsü, yemek ve uyku
öncesi dâhil olmak üzere, devamlı abdestli bulunmaktır. Bunun faydaları çok
olup, bundan gâfil olmamak lâzımdır.
On dördüncüsü; zarûret hâli
hâriç, gaflet ehli, yâni Allahü teâlâyı hatırlamıyanlar ile berâber
bulunmamalıdır ki, onların gafletleri bulaşmasın.
On beşincisi; sâliha bir
hâtun bulup, bir an önce onunla evlenmektir. Evlenmekte acele edin ki,
akıllarınız bununla meşgûl olup Allahü teâlâdan uzaklaşmayasınız.
On altıncısı; boş sözleri
dinlemekten sakınmalıdır. Kalbin fesat ve dağınıklığı, çoğu zaman bundan doğar.
Boş sözleri çok dinleyenin, dünya sevgisine mübtelâ olup, helâk olmasından
korkulur.
On yedincisi; "Şöyle
yapsaydım, böyle olurdu. Şöyle yapmasaydım, böyle olmazdı..." gibi sözlerden
sakınmalıdır. Bunlar münâfıkların sözlerindendir. "Hakkın dilediği oldu,
dilemediği olmadı. Takdir ettiği olacak. Sâdece Allah bize kâfidir. O ne iyi
vekildir." diye söylemelidir.
On sekizincisi; kaçınılmaz
durumlar hâriç, bozuk fırkalar ve bid'at ehli ile münâzara etmemelidir. Bunların
îtikâdlarını değiştirmeleri, normal olarak mümkün değildir. İlmi ve aklı az olan
biri, bu münâzara yüzünden sapıtabilir.
On dokuzuncusu; kimseyi
azarlamamalıdır. Çünkü Hak yolun tâliplerine bu iş yakışmaz. İnsanlara Allah
için iyi davranılırsa, insanın tabiatı iyi ahlâklara alışır ve gadablardan yâni
olur olmaz şeylere kızmaktan kurtulur.
Yirmincisi; nefsin vesveseye
kapılıp, kendisini başkalarından hayırlı (daha iyi) veya başkalarının
bilmediğini biliyor olarak görmesini önlemelidir. Böylece nefsin, işlerin en
hayırlı olanları ile meşgûl olması sağlanır.
Yirmi birincisi; kibirden
sakınmalıdır. Kibrin alâmeti; kendini yüksek veya başkalarını aşağı görmektir.
Çok büyük bir kusurdur.
Yirmi ikincisi; ucubdan
(kendini beğenmekten) sakınmalıdır. Ucbun alâmeti; kendini, kendi aklını ve
fikrini beğenip, kimseden nasîhat kabûl etmemektir. Ucub sâhibi, çok bildiğini
sandığından çok yanılır.
Yirmi üçüncüsü; hasetten
sakınmalıdır. Hasedin alâmeti; Allahü teâlânın bir kuluna verdiği nîmetlerin, o
kuldan gitmesini istemektir.
Yirmi dördüncüsü; kalbini,
Allahü teâlâyı unutturacak hiçbir şeyle meşgûl etmemelidir.
Yirmi beşincisi; kalbini,
diline uygun hâle getirmek ve dünyâ sevgisini kalbinden uzaklaştırmaktır."
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Talebe çok zaman,
hocasına “Neden?” dediği için nîmetlerinin arttırılmasından mahrum kalmıştır.”
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir kimse,
hocasının hareket ve davranışlarından istifâde edemiyorsa, sözlerinden hiç
istifâde edemez.”
Büyük velîlerden Yûsuf
bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allah yolunda
yürümek arzusunda bulunan bir tâlib, azimeti bırakıp ruhsatla amel ederse, artık
ondan hayır gelmez, ilerleyemez.” |