CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

KERÂMET’E İTİRAZ

Suriye'de yetişen velîlerden Abdurrahmân bin Muhammed es-Sekkâf (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında bir defâsında, bâzı kimseler gemi ile bir yere gidiyorlardı. Yolcular arasında Abdurrahmân hazretlerinin talebelerinden birkaç kişi de vardı. Bir ara, geminin tabanından bir yer delindi. Ne yaptılarsa delinen yeri tıkayamadılar. Vazîfeliler çâresiz kalıp, geminin batmasından korktular. Onlardaki bu telaşı görüp, vaziyeti anlayan talebeler, hocaları Abdurrahmân bin Muhammed'den yardım istediler. O esnâda hocalarını gemide gördüler. Ayağını, gemiye su giren yere koydu. Sonra bir şeyler ile o delik yeri kapadı. Su girmez oldu. Bu duruma yolcular çok sevindi. Herkes rahatlamıştı. Abdurrahmân hazretleri, birden gözden kayboldu. O büyük zâtın talebeleri hürmetine, diğerleri de kurtuldular ve yollarına devâm ettiler. Bu hâdiseyi işitenlerden bâzıları, onun bu kerâmetini inkâr ettiler. "Böyle şey olmaz." dediler. Îtirâzcılar, bir yolculuğa çıkmışlardı. Yollarını kaybettiler. Üç gün üç gece dolaştıkları hâlde yollarını bulamadılar. Ellerinde bulunan yiyecek ve suları da bitmişti. Başlarına gelen bu sıkıntının, o zâtın kerâmetini inkâr etmekten olduğunu anladılar. Îtirâzlarına tövbe ederek, bu sıkıntıdan kurtulmaları hâlinde mallarından belli mikdârını o zâta vermeyi ve hizmetinde bulunmayı adadılar. Tam bu sırada yanlarına, hiç tanımadıkları biri geldi. Bunlara tâze hurma ve su verdi ve yolu târif edip gitti. O kimseler, hurmalarla karınlarını doyurdular ve sudan içtiler. Târif edilen yere doğru gidince, yollarını kolayca buldular. Memleketlerine vardıkları zaman adaklarını yerine getirdiler.

Evliyânın büyüklerinden ve Şafiî mezhebi fıkıh âlimi İbn-i Kavvâm  (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin  bulunduğu yerde bir kişi vefât etti. Cenâze namazında, o beldenin ileri gelenleri de bulundu. Cenâze defnedilirken; vâli, kâdı ve imâm bir tarafa oturdular. Ebû Bekr bin Kavvâm ve talebeleri bir tarafa oturdular. Vâli ve kâdı, evliyânın kerâmetleri hakkında konuştular. Evliyânın kerâmetleri için, hakîkat olmadığını söylediler. İmâm ise, sâlih bir kimse olduğu için, o konuda hiçbir şey söylemedi. Defin işi bittikten sonra, orada bulunanlar Ebû Bekr bin Kavvâm'ın yanına gelip selâm verdiler. O da, imâma dönüp; "Ya imâm! Senin selâmına cevap vermem." dedi. O da sebebini sorunca; "Çünkü sen, evliyâ hakkında gıybeti reddetmedin ve onlara mâni olmadın." buyurdu. Sonra kâdı ve vâlinin bulunduğu yere gitti ve onlara; "Siz evliyânın kerâmetlerini mi inkâr edersiniz? Sizin ayaklarınızın altında ne olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Onlar, ne olduğunu sordular. Ebû Bekr bin Kavvâm da; "Sizin ayaklarınızın altında bir mağara var. İçinde bir kimse ile hanımı medfundur. Onlar şimdi kalkacak ve benimle konuşacaktır. Bu kişi, bundan bin sene evvel bu beldelerin meliki idi. Kendisi, hanımıyla birlikte bir sedirin üzerinde oturmaktadır." dedi. Sonra kimsenin gitmesine izin vermedi ve orayı kazmalarını emretti. Kazılan yerde her şeyin İbn-i Kavvâm'ın söylediği gibi olduğunu gördüler.

Bu olaydan sonra, vâli ve kâdı, evliyânın kerâmetlerini inkâr etmedi.

Mısır'da yetişen büyük velîlerden Muhammed Şâzilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Sakın velîlerin kerâmetini inkâra kalkışmayın. Zîrâ kerâmet, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler ile sâbittir. Âdet dışı hâllerin olması, velîler için câizdir. Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebinin îtikâdı böyledir. Çünkü, rivâyete göre İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe, bir ara duâ etti ve kendisine semâdan bol yemeklerle dolu bir sofra indi."

Endülüs’te yetişen büyük velîlerden Osman es-Serûcî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak bir kimse şöyle anlatır: “Ben Elbîr’de, Osman Serûcî’nin yakınında bulunurdum. Fakat yüksek bir zât olduğunu bilmezdim. Bir gün sefere çıktım. Uzak bir memlekete vardım. Orada bir kimseyle karşılaştım. O kimse benim Elbîr’den geldiğimi anlayınca, Osman Serûcî hazretlerinin nasıl olduğunu sordu. Onu çok seviyor, hürmet ve edeble bahsediyordu. Ona selâm ve hürmetlerini götürmemi, duâ etmesini istiyordu. O kimseye; “Sen bu zâtı bu kadar büyük tutuyorsun. Üstünlüğünden bahsediyorsun. Peki sen onu gördün mü?” diye sordum. O da şöyle anlattı: “Benim böyle söylememe hayret mi ediyorsun? Onun büyüklüğünden şüphe mi ediyorsun?” dedi. Ben bir defâsında, yüz adam boyu yüksekliğindeki bir yerden düşmüştüm. Havada iken ondan yardım istedim. Hemen o anda Osman Serûcî hazretlerinin elini gördüm. Beni havada tuttu ve yavaşça yere koydu.” Bunları dinleyince, onu denemek için inkârda bulundum. “Böyle değildir” gibi sözler söyledim. Bunun üzerine o kimse; “Ben evliyânın kerâmetine inanırım. Bu işin hakîkati de böyledir. Doğru söylüyorum” dedi. Sonra Elbîre’ye döndüm. Fırat Nehri üzerinde bir kayıkla gidiyordum. Osman Serûcî’nin dergâhının önünden geçiyordum. Dergâhın kapısında idi. Beni görünce, benden uzakta olduğu ve iyi tanımadığı hâlde bana ismimle seslenerek; “Ey filân! Sana göre fakirlerin, evliyânın kerâmetine inanılmaz, sâlihlerin hâlleri ve onlara inananlar inkâr edilir öyle mi?” buyurdu. Bu söz üzerine bir kerâmetine şâhid oldum ve evliyânın kerâmetlerinin hak olduğuna inandım. Önceki inkârıma da pişmân olup tövbe ettim. Cehâletimi ve kusûrlarımı îtirâf ederek yanına geldim. Ellerini öptüm. Uzak memleketlerde, seferde iken karşılaştığım ve bana evliyânın kerâmetinin hak olduğunu bildiren zâtın selâm ve hürmetlerini de arzettim. O kimsenin selâmını aldı ve kendisine hayır duâ etti. Ben de bu zâtın talebelerinden oldum.”