FETVÂ
Osmanlı âlim ve velîlerinin
en meşhûrlarından, büyük devlet adamı Ahmed İbni Kemâl Paşa (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri zamânında Yavuz Sultan Selîm Han 1512'de Osmanlı tahtına
oturup iç işlerini yoluna koyduktan sonra, kıvılcımları Irak ve Horasan'a
yayılmış olan şiânın fitne ateşini söndürme plânına koyuldu. Bunun için de
devrin ilim adamlarını yardıma çağırdı. İbni Kemâl, İdrîs-i Bitlîsî, Zenbilli
Ali Cemâlî ve daha nice ilim adamları bu göreve koştular. Dîvânda harb için
tereddüd edenler vardı. Mesele fazla oyalamaya gelmemeliydi. Bu durumda İbn-i
Kemâl şu fetvâyı verdi:
"Her türlü hamd ve senâ,
kudret ve kerem sâhibi yüce Allah'a olsun. Selâtü selâm da doğru yolu gösteren
hazret-i Muhammed aleyhisselâma ve O'na tâbi olanlara olsun.
Haberlerde geldiğine göre,
aşırı şiâya bağlı bir grup, Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunda olan müslümanların
memleketlerinin pekçoğunu işgâl ettiler. Oralarda kendi bâtıl yolları ile
görüşlerini yaydılar. Hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osmân
hakkında küfr, fenâ sözler söylediler. Bunların halîfeliklerini inkâr ettiler.
İlim erbâbına ve ictihâd yapan müctehidlere hakâretler savurdular. Onların
başında bulunan Şah İsmâil'in tâkib ettiği aşırı şiâ yolunu tutulacak en kolay
ve doğru yol zannettiler. Onlara göre Şah dinde sınırsız bir yetkiye sahiptir.
Onun dinde helâl kıldığı helâl, haram kıldığı haramdır. Meselâ Şah içkiyi helâl
kılmıştır, öyle ise içki helâldir... Netice olarak onların kötülükleri ve
küfürleri sayılamayacak kadar çoktur.
Buna göre bizim, onların
küfür ve irtidâdlarında (İslâmiyetten ayrıldıklarında) aslâ şüphemiz yoktur.
Ülkeleri Dârü'l-harbdir. Erkekleri ve kadınları ile evlenmek câiz değildir.
Bunlar hakkında verilecek hüküm, dinden dönenler hakkında verilecek hüküm ile
aynıdır. Erkeklerden bu sapık yolu bırakıp müslüman olanlar serbesttir. Kabul
etmezlerse hakları kılıçtır, öldürülürler. Savaşa gücü, kudreti olan
müslümanların bu cihâda katılmaları farzdır."
Böylece bütün müslümânların
dikkati çekildi ve gafletten uyanmaları gerektiği belirtildi. Ayrıca İbn-i
Kemâl, Şah İsmâil'in Ehl-i sünnetten olan Akkoyunlu, Gürganlı ve Dulkadirli
devletlerinin ahâlisine yaptığı zulüm ve mezâlimi şiirleri ile yaydıktan sonra;
"Ama Allah onun insanlara yaptığını yanına koymadı. Bu ejderhayı yutmaya bir asâ
ve o firavunu nehre batıran bir Mûsâ yarattı." diyerek Selîm Hanı övdü, onun
peşinden yürünmesini tavsiye etti.
Haberler ululardan
naklolunur
Her Firavun'a bir Mûsâ
bulunur.
vecizesi bu görüşünü ifâde
etmektedir.
Meşhûr âlim ve velîlerden
Ebû İshâk-ı Şîrâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinden, bir gün Nizâm-ül-mülk,
kendisinin yaptığı hayır ve hasenâtı, insanlara ikrâm ve iyiliklerini,
günahlardan sakınmasını, Allahü teâlânın emirlerine yapışmasını anlatıp, yüksek
âlimlerden, yaptıklarının İslâmiyete uygunluğu hakkında fetvâ istedi. Bütün
âlimler cevâbında; "Bu yapılanların hepsi doğrudur. Cennet'e girmenize
vesîledir." diye yazıp, onun hakkındaki iyi düşüncelerini bildirdiler. Nizâm-ül-mülk,
âlimlerin kendisi hakkındaki şâhitliğini görüp yazılarını okuyunca; "Bunlarla
benim kalbim rahat olmadı. Ancak, büyük âlim Ebû İshâk-ı Şîrâzî de bunu yazar ve
hakkımda diğer âlimler gibi şehâdette bulunursa, inanırım." dedi. Şeyh Ebû
İshâk'a başvurduklarında o da: "Hasan (yâni Nizâm-ül-mülk), zulüm mevkıinde
bulunanların hayırlısıdır." diye yazdı. Nizâm-ül-mülk, bu zâtın yazısını
okuyunca; "Şeyh doğru söylemiştir. Doğru cevap, işte budur!" dedi. Nizâm-ül-mülk
vefât edeceği zaman vasiyet edip, Ebû İshâk'ın fetvâsının sûretinin kefenine
bağlanmasını istedi. Bu isteği yerine getirildi. Sonra sâlih bir zât rüyâsında
Nizâm-ül-mülk'ü görüp hâlini sordu. O da cevâbında: "Allahü teâlâ bütün
günahlarımı bağışladı ve: "Bu ihsânımız, senin hakkında Ebû İshâk'ın, hayırlı
diye yazmasındandır." buyurdu" dedi.
Osmanlı âlimlerinin en
meşhûrlarından ve büyük velî Ebüssü'ûd Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin vermiş olduğu binlerce fetvâdan bir kısmı ise şu şekildedir.
"Bir tavuk boğazlanıp, içi
ve gursağı çıkarılmadan, kaynar suda haşlasalar, yolsalar, yemesi helâl olmaz,
haramdır. Kesip içi ve gursağı çıkarılıp, içi yıkandıktan sonra haşlanırsa,
tüylerine necâset bulaşmamış ise, yemesi helâl olur."
"İmâm, amel-i kesîr oluncaya
kadar tegannî ederse, yâhut üç harf ziyâde ederse, namazı fâsid olur. Tegannî,
ırlamaktır, sesini hançeresinde terdîd edip, yâni tekrarlayıp türlü sesler
çıkarmaktır."
"Bir köyde veya mahallede
mescid olmayıp, cemâatle namaz kılmasalar, hükûmet bunlara zorla mescid
yaptırmalıdır. Cemâati ihmâl edenleri tâzir etmelidir.
Suâl: Namazda otururken
şehâdet parmağı kaldırmak mı kaldırmamak mı daha iyidir?
Cevap: Her ikisi de iyi
demişlerdir. Fakat parmağı kaldırmamak daha iyi olduğu meydandadır.
Suâl: Bir dilenci gelip:
"Allah aşkına, Peygamber aşkına; Allah'ı seversen, Peygamber'i seversen bana bir
akçe ver" dese; o dilenciye: "Allah versin!" tarzında cevap verilse veya hiç bir
yardımda bulunulmasa günaha girmiş olunur mu?
Cevap: Sevmek, vermeyi
gerektirmez... Vermemesi sevmemesine bağlı değilse, hiçbir hatâ ve günah yoktur.
Suâl: Karacaahmet tekkesine
hasta götüren ve orada kurban kesen kimseler: "Hasta oraya varınca şifâ bulur"
diye inansalar" dînen onlara ne gerekir?
Cevap: Eğer şifâ verenin
Allahü teâlâ olduğunu bilirler ve Karacaahmed'i de sâlih bir kişi olarak
tanırlarsa bir şey gerekmez.
Suâl: Cenâb-ı Hak hazretleri
mekan mefhumundan münezzehtir. Böyle olduğu halde "Allah göklerdedir" tarzında
mı veya bir başka şekilde mi inanmak gerekir?..
Cevap: "Allahü teâlâ bütün
mekanlardan münezzehtir. Gökler, yerler onun idâresindedir. İlmi ve gücüyle
onlara hâkimdir" tarzında îtikâd etmek gerekir. Duâ ânında elleri yukarı
kaldırmak, üst cihetin, semânın, duânın kıblesi kabul edilmesinden dolayıdır.
Suâl: Bir mescide imâm olmak
mı yoksa marangozluk mu daha iyidir?
Cevap: Bir sanatı, namazı
hiç terketmeden yürütmek, Allah katında makbul ameldir.
Tebe-i tâbiînin ve evliyânın
büyüklerinden olup, Mısır'da yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh âlimlerinden Leys
bin Sa'd (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamanında bir gün Hârun Reşîd ile hanımı
Zübeyde, aralarında münâkaşa edip birbirlerine aşırı derece gücenmişlerdi. Bu
esnâda Hârun Reşîd, hanımına: "Eğer ben Cennetlik olanlardan değilsem, vallahi
sen benden boşsun!" deyip onu şartlı yemin ile boşadı. Fakat biraz sonra pişman
olup, ikisi de çok üzüldüler. Bağdat'taki bütün âlimleri toplayıp, bu yemininin
dînî hükmünü onlardan sordu. Fakat hiçbir âlim, bu yemin hakkında hâl çâresi
olacak bir fetvâ veremedi. İslâm memleketlerinin herbirine yazı ile haber
salınıp, bütün âlimleri Bağdat'ta topladı. Yemini hakkında onlara da sordu. Her
biri ayrı şeyler söyleyip hiçbiri tatmin edici bir fetvâ veremedi. Bunlar
arasında Mısır'dan gelen Leys bin Sa'd meclisin en sonunda oturmuş hiç
konuşmuyordu. Onun bu hâli Hârun Reşîd'in dikkatini çekti ve hizmetçisine; "Şu
meclisin sonundaki ihtiyar âlime git ve niçin konuşmadığını sor!" dedi. Leys bin
Sa'd da: "Diğer âlimlerin hepsi konuştular. Halife de onları dinledi" buyurdu.
Bunun üzerine halife Hârun Reşîd şöyle dedi: "Eğer birkaç âlimin cevâbı ile
yetinseydim, zaten Bağdat'ta binlerce âlim vardı. Bu kadar çok âlimin katıldığı
bu meclisi kurdum ki, herkesin ilmine müracaat edeyim ve böylece beni tatmin
eden bir cevap bulabileyim!" O zaman Leys bin Sa'd: "Benim fikrimi almak
isterseniz, emir buyurunuz, herkes dağılsın. Burada ikimiz yalnız kalalım. O
zaman fikrimi sana açıklarım" buyurdu. Hârun Reşîd emîr verdi. Bütün âlimler
oradan ayrıldı. Ancak halife ile Leys bin Sa'd ve bir de hizmetçisi kaldılar.
Leys bin Sa'd; "Ey müminlerin emîri! Benim sana söylediklerim hakkında, bana bir
teminat verir misin ki, her söylediğimden ve yaptığımdan bana zarar gelmesin?"
dedi. Halife; "Evet! Sana her türlü teminat verilmiştir. Emin olabilirsin ki,
sana hiçbir zarar gelmez." Bunun üzerine Leys bin Sa'd, bir Kur'ân-ı kerîm
getirilmesini istedi ve halifeye dedi ki: "Ey müminlerin emîri! Şu mushafı eline
al ve baştan sonuna kadar sayfa sayfa aç! O da aynen söylediği gibi tek tek
açtı. Rahmân sûresine geldiği zaman, bu sûreyi okumasını söyledi. Sûrenin
başından okumaya başladı. Tam; "Her kim ki, Allahü telâdan korkarsa, ona iki
Cennet vardır!" âyet-i kerîmesine gelince; "Dur, ey müminlerin emîri! dedi.
Halîfe, bu işten bir şey anlayamamıştı. Hattâ kızar gibi oldu. Önce verdiği sözü
hatırlattıktan sonra Leys bin Sa'd, ona; "Sen, Allah'tan korkarsın değil mi?"
diye sordu o da; "Vallahi, ben Allah'tan korkuyorum." dedi. O zaman Leys bin
Sa'd da; "Ey müminlerin emîri, sana müjdeler olsun! Allahü teâlâ sana bir değil,
iki Cennet verecektir." buyurdu. Halîfenin yeminine çâre olan fetvâyı işiten
hanımı Zübeyde de çok sevindi. Halîfe ona; "Sen çok doğru söyledin ve iyi fetvâ
verdin!" dedi. Bundan sonra da çeşitli ihsânlar ile Leys bin Sa'd'ı Mısır'a
uğurladı.
Tâbiînden, meşhûr hadîs
hâfızlarından ve velî Mekhûl eş-Şâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri
zamânında, Şam’da, fetvâ vermekte ondan daha yetkili kimse yoktu. Lâ havle ve lâ
kuvvete illâ billâh demeden fetvâ vermezdi. Ben bu kadar anlıyabildim. Bu
fetvâm, hatâlı da olabilir doğru da derdi.” diye bildirdi.
Evliyânın büyüklerinden
Pîr Muhammed Erzincanî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında Uzun
Hasan, Fâtih Sultan Mehmed Hanla harb etmezden önce, Pîr Muhammed Efendiye
gidip, harb için izin istedi. Bunun üzerine Pîr Muhammed hazretleri ona; "Sana
ve askerine lâzım olan, onlarla harb etmemektir. Zîrâ onlar müslüman gâzilerdir.
Onlarla harp etmemek akıllıca bir iştir." buyurdu. Uzun Hasan, Pîr Muhammed
hazretlerinden bu sözleri işitince, harb etmek istediğini belirtip dışarı çıktı.
Pîr Muhammed hazretleri, Uzun Hasan'a arkasından; "Bizim sözümüzün fayda ve
zararını, hayır ve şerrini bu taraflara gelince anlarsın. Gerçi şimdi bize
kırılırsınız ama ne yapalım siz bilirsiniz." buyurdu. Çok geçmeden yapılan
harpte Uzun Hasan'ın askeri bozguna uğrayıp kendisi ve yakınları perişan bir
hâle düştü. Sonra yine Pîr Muhammed hazretlerine gelerek âkıbetinin nereye
varacağını sormadan edemedi. Pîr Muhammed Erzincânî hazretleri ona; "Fâtih
Mehmed Han, şânı büyük affı seven bir sultandır. Sizi incitmezler. Edep ile
hareket edeni rencide etmezler." buyurdu. Sonra çok sevdiği talebelerinden Pîr
Ahmed Efendiyi Fâtih Sultan Mehmed Hana gönderip Uzun Hasan'la arasında sulh
yapılmasını sağladılar.
Tâbiîn devrinde Kûfe'de
yetişen müctehid imamların büyüklerinden Saîd bin Cübeyr (rahmetullahi
teâlâ aleyh) Abdullah ibni Abbâs'tan, Abdullah bin Zübeyr'den, Abdullah bin
Ömer'den, Ebû Saîd-i Hudrî'den, Ebû Hüreyre'den, Ebû Mûsâ el-Eş'arî (radıyallahü
anhünne) hazrelerinden ve daha birçok Eshâb-ı kirâmdan ilim almış, onların ders
halkalarında yetişmiş büyük ve kâmil bir zâttır. Kendisine her meselede suâl
edilen ve ictihadına başvurulan bir müctehiddi.
Abdullah ibni Abbâs ve
Abdullah bin Ömer'den çok ilim almıştır. Hadîs, fıkıh, tefsir ve kırâat
ilimlerinde, onlardan çok rivâyette bulunmuştur. Bir defasında Abdullah ibni
Abbâs kendisine şöyle buyurdu: "Ey Saîd! Sen de dînî meselelerde, soranlara
cevap ver. Hatalı bir hükümde bulunursanız tashih eder, düzeltiriz. O da; "Ey
İbn-i Abbâs, sizin huzurunuzda dînî işlere karışmak benim haddim değildir" diye
tevâzularını bildirmiştir. Ancak İbn-i Abbâs hazretlerinin gözleri âmâ olup,
göremez hâle gelince, Saîd bin Cübeyr fetvâ işlerini üzerine aldı ve
müslümanların dînî meselelerdeki müşküllerini halletmeye başladı. Onun ilminin
çokluğunu bütün âlimler ittifakla bildirmişlerdir. Hadîs ilminde rivâyetleri çok
meşhur olup, sika, güvenilir, sağlamdır. Kütüb-i Sitte'de rivâyet ettiği hadîs-i
şerîfler vardır.
Osmanlı âlim ve velîlerinin
meşhûrlarından Zenbilli Ali Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine, Kânûnî Sultan Süleymân Hân, meyva ağaçlarını karıncaların sarması
üzerine, karıncaları kırmak için meseleyi hazretlerine güzel bir beyitle sorar
ve şöyle der:
“Dırahtı (ağacı) sarmış olsa
eğer karınca
Zarar var mı karıncayı
kırınca.”
Zenbilli Ali Efendi zarîf
bir ifâde ile sorulan bu suâlin altına şu beyti yazarak cevap vermiştir:
“Yarın divânına Hakk’ın
varınca
Süleymân’dan alır hakkın
karınca.”
Tâbiîn devrinin meşhûr âlim
ve velîlerinden Zührî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Tam ehil
olmadan fetvâ veren kimse, Allahü teâlânın nezdinde mes'ûl olur. Böyle kimse,
Cehennem'in tâ kenârındadır.” |