|
EVLİYÂ'YI ÜZMEK (T - Ü - Y)
Evliyânın büyüklerinden
Tâcüddîn bin Rıfâî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri'nin bulunduğu yere
yakın bir belde olan Hasankeyf'de, fakirlere âit bir vakıf ve buraya âit
arâziler vardı. Bu vakfın ve arâzilerin mesulü, Muhammed bin Verşâne isminde
biri idi. İbn-i Verşâne, bir gün fakirlerle birlikte İbn-ür-Rıfâî hazretlerinin
yanına geldi. İbn-ür-Rıfâî buna; "Fakirlerin çoğu senden şikâyetçi." dedi. O
ise, pişman olup özür dileyeceği yerde, kendisini haklı göstererek ve İbn-ür-Rıfâî'yi
de kendisine yalancı şâhid göstererek; "Sen de bilirsin ki, yalan söylüyorlar.
Ben onların söyledikleri gibi değilim." dedi. Bu hâle çok üzülen İbn-ür-Rıfâî
ona; "Eğer doğru söylüyorlar ise, o zaman sen bilirsin." dedi. Daha sözü
bitmeden İbn-i Versâne yere düştü ve oracıkta öldü.
İslâm âlimlerinden ve
evliyânın büyüklerinden Tâcüddîn Zâhid-i Geylânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretleri'nin talebelerinden, Ahmed isimli bir zât şöyle anlatılır: "Bir
gün hocamızla birlikte bir yerden geçiyorduk. Yanımızda bâzı talebe
arkadaşlarımız da vardı. Haddini bilmezlerden bâzıları, bizi görünce
birbirlerine; "Hey! Bakın pilav düşmanları geçiyor. Kim bilir nereye yağlı pilav
yemeye gidiyorlar. Bunlar dışarıdan sûfî görünürler, ama Allah bilir, tenhâda
yalnız kaldıklarında neler işlerler!" gibi uygunsuz ve edep dışı şeyler
söylediler. Bu sözler hocamızın gayretine dokundu. Çok üzüldü. Onlara; "Eğer
biz, sizin dediğiniz gibi değilsek, hidâyete kavuşmuş olup, başkalarını da bu
yola dâvet eden, nefsinin arzularını hakîr gören, nefsine ve şeytana uymayıp,
cenâb-ı Hakk'a şükredenlerden isek, ayaklarınız dökülsün mü?" dedi. İbrâhim
Zâhid hazretlerinin sözü biter bitmez, o kimselerden herbiri kötürüm oldu.
Ayakda duramayıp, yere yıkıldılar ve hepsi de, binlerce elem ve sıkıntı içinde,
acılarla kıvranmaya başladılar. Oradakiler bu hâli görüp ibretle seyrettiler.
Orada bulunan diğer insanlar, Allahü teâlânın velî kullarına sataşmanın, onları
incitmenin ne büyük felâket olduğunu, gözleriyle görüp anladılar. Bununla
berâber, bu kimselerin bu acılarının, âhirette çekecekleri azap ve sıkıntılar
yanında pek hafif kalacağını da düşünüp; "Allahü teâlânın evliyâsını incitmekten
Allahü teâlâya sığınırız." dediler.
İstanbul'da yetişen büyük
velîlerden Ünsî Hasan Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri
hakkında Halvetî dervişlerinden Ömer Efendi anlatır: "Bir tanıdığımızın evlâdı
hastalanmıştı. Tabibler bir çâre bulamadılar. Netîcede onu alıp Ünsî Efendi’nin
dergâhına götürdük. Ünsî Hasan Efendi çocuğa nazar edip, duâ etti. O dakikada
çocukta hastalıktan eser kalmadı. Sevinçle evimize döndük. Lâkin annem evde
başka kadınları güldürmek eğlendirmek için; "Şeyh Efendi şöyle duâ etti. Şöyle
üfledi." diye bâzı şeyler söyledi. Herkes buna güldü. Lâkin akşam annem
rahatsızlandı. Sebebini anlayamadık. Daha sonra annem bize; "Evlâdım. Ben şöyle
şöyle yaparak eğlenmiştim. Şeyh Ünsî Efendiyi bu gece karşımda heybetli bir
şekilde gördüm. Bana; "Ben sizin eğlenceniz miyim?" diyerek azarladı. Feryâd
edemedim. Kendimden geçtim." dedi. Sonra da Ünsî Efendiye gidip orada tövbesini
bildirmek istedi. Daha bir şey söylemeden Ünsî Efendi; "Hanım bir daha bizleri
dile almayınız, alay etmeyiniz!" buyurdu ve annemi affetti. Sonra bana; "Zinhâr,
sakın kimseyle eğlenmeyiniz. Bu kişi kâfir bile olsa. Zîrâ bu işin sonu
pişmanlıktır." diye nasihat buyurdular."
Evliyânın büyüklerinden
Yûsuf-i Hemedânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında uygunsuz şeyler
söyleyip, onu kötüleyen bir kimse vardı. Bu durum Yûsuf-i Hemedânî hazretlerine
intikâl edince, üzüldü ve yakında cezâsını görür buyurdu. Birkaç gün içinde o
kimse, eşkıyâlar tarafından öldürüldü.
Bir defâ Yûsuf-i Hemedânî
insanlara vâz ederken iki kimse gelip, “Sus! Yanlış şeyler söylüyorsun” dediler.
“Asıl siz susunuz. Size diri denmez!” buyurdu. O anda, o iki kişi orada
ölüverdiler. |
|