EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Hindistan'ın büyük velîlerinden Yâr Muhammed Kadîm Talkânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) İmâm-ı Rabbânî hazretlerine çok hizmet ederek teveccühlerine
kavuştu. Gecelerini Kur’ân-ı kerîm okuyarak, namaz kılarak, cenâb-ı Hakk'ın
ismini anarak hep ibâdetle geçirirdi. Gündüzleri de oruç tutardı. Çok murâkabe
eder, Allahü teâlânın mahlûkları hakkında tefekküre dalardı. Haramlardan ve
Peygamber efendimiz zamanında olmayıp dine sonradan ibâdet olarak sokulan
şeylerden aslandan kaçar gibi sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların dahî
fazlasını terkederdi. Yüzü çok güzel olup, görenler hayrân kalırdı. Bir gün
arkadaşı Hâşim-i Keşmî hazretlerine; “Yüzümün güzelliği ve sakalımın düzgünlüğü
için şükrediyorum. Sahralarda gezdiğim zamanlar, halktan kim beni görürse hemen
salevât-ı şerîfe okur.” dedi.
Yâr
Muhammed Kadîm, hocasından izin alarak tam bir fakîrlik ve garîblik içerisinde
Haremeyn-i şerîfeyni ziyârete gitti. Bu bereketli seferden dönüşte Hâşim-i
Keşmî’ye şöyle anlattı: “Kâbe-i muazzamanın Rükn-i Yemânî tarafında Resûlullah
efendimizin mübârek nûrunu gördüm. O’nun lezzet ve tatlılığından kendimden
geçtim. Kendime geldiğimde tuhaf bir hâldeydim. İnsanlar etrâfıma toplanmışlar
hayretle bana bakıyorlar, bir taraftan da; “Bu kimse herhâlde mecnûndur.”
diyorlardı. Benim lisân-ı hâlim, senin şu beytine uygundu:
“Bu Leylâ çadırdan
çıkarsa eğer,
Dağ ve sahrâlar mecnûn
olsa, değer.”
|