|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
İstanbul’da yetişen büyük velîlerden Yahyâ Efendi (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin babası Şamlı Ömer Efendi uzun müddet Trabzon’da kâdılık
yaptı. Yahyâ Efendi orada dünyâya geldi. Kânûnî Sultan Süleymân da Trabzon’da
aynı sene aynı haftada doğdu. Kânûnî ile süt kardeşi oldular. Kânûnî dünyâya
geldiğinde, annesi Âişe Hafsa Sultanın sütü kesilmişti. Bunun üzerine Kânûnî’yi
Yahyâ Efendinin annesi emzirdi.
Kânûnî
Sultan Süleymân, sultan olunca, ona çok yakın alâka gösterdi. Çok yardım edip,
İstanbul’daki meşhûr yerine yerleştirdi.
Kânûnî
Sultan Süleymân Han bir gün Yahyâ Efendiye hatt-ı şerîf gönderip; “Birâderim
Yahyâ Efendi! Şaşılacak şeydir ki, bizi terkettin. Hayli zamandır görüşemedik.
Buna sebep nedir? Eğer bizden size karşı bir kusur meydana geldi ise kerem edip
af buyurunuz. Teşrif edip bizi sevindiriniz. Böylece kırık gönlümüz neşelensin.”
dedi. Hatt-ı şerîf, Yahyâ Efendiye ulaşınca, kâğıt kalem istedi ve Kânûnî’ye
cevap yazıp onun görüşme isteğini kabûl etti. Dergâhına dâvet etti. Sohbette
bulundular.
Askerî ve
mülkî erkân, ahâlinin ileri gelenleri, çevredeki ve uzak yerlerdeki insanlar,
tüccârlar ve bilhassa gemiciler, Yahyâ Efendiyi ziyâret ederler, hediye ve adak
gönderirler, hâcetleri için duâ isterlerdi. Yahyâ Efendi, yanına gelen
ziyâretçilere çeşit çeşit yemekler, şerbetler ve meyveler ikrâm eder, geleni boş
çevirmezdi. İyilik, ikrâm ve ihsânları pekçoktu. Bâzan şehrin ileri gelen
zâtları ile ilim sâhiplerini dâvet eder, çeşit çeşit ikrâmlarda bulunurdu. Bâzan
da fakir ve yoksullara ziyâfet çeker, gönüllerini alırdı. Her sene Resûlullah
efendimizin, dünyâya teşriflerinin sene-i devriyyesi olan mevlid kandilinde,
daha çok iyilik ve ikrâmlarda bulunur, daha geniş ziyâfetler verirdi. İlim
talebelerinden, fakirlerden ve zayıflardan ziyâretine gelenlere çok sadakalar
verir, en aşağı hediyesi kayık ücreti olurdu. Bahçesinde bulunan meyvelerden
Kânûnî Sultan Süleymân Hâna takdîm ve hediye eder, Sultân da ona, maddî yardımda
bulunurdu.
Yahyâ
Efendi, çeşitli ilimlerde söz sâhibi olup, naklî ilimlerden başka; tıb, hikmet,
hendese ve fizik gibi aklî ilimlerde de mahâret ve ihtisas sâhibi idi. Duâsı
Allahü teâlânın izniyle hastalara şifâ olurdu. Kendisi, hem zâhirî, hem de
bâtınî kemâlâta sâhipti. Üveysî idi. Dil ve gönül ehli, şâir, tabîb, hakîm,
cömert, kerîm (iyilik edici), şefkatli, yumuşak huylu, zekî, iyi huylu, takvâ ve
güzel ahlâk sâhibi bir zâttı. Ziyâretine gelenler, onun kereminden,
kerâmetinden, hikmetli sözlerinden, tıbba dâir bilgilerinden, ilim ve
fazîletinden istifâde ederler, feyz almış olarak dönerlerdi. Sohbetinde
bulunanların herbirine “Âşık” diye hitâb ederdi. Sohbetlerinde din büyüklerinden
bahseder, onların menkıbelerini, güzel hâllerini anlatırdı.
Yahyâ
Efendinin iyilik, ikrâm ve ihsânları pekçok olmakla birlikte, kendisi gâyet sâde
bir hayat yaşar, her türlü lüzumsuz âdetten kaçınır, resmiyetten uzak dururdu.
Tekellüf ve fazla masraftan uzak olup, elbisesi ve sarığı sâdeydi.
Çeşitli
yerlerden adak ve hediye olarak gelen malların çoğunu, binâ yapmakta ve
bahçelerinin bakımında harcardı. Her tarafta binâlar yapardı. Yaptığı inşâatın
biri tamam olmadan diğerine başlardı. Mescid, medrese, tıb mektebi, hânekâh,
hamam gibi binâlar inşâ ederdi. İnşâat işinde çok mâhir idi. Dağları kazdırır,
toprakları indirip, deniz sâhillerini doldurur, oralara yeni binâlar yapardı.
Böyle çok binâ yapmasının hikmeti suâl edildiğinde; “Bekara sûresi 36. ve A’râf
sûresi 24. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “...Yeryüzünde sizin için bir vakte
(ömrünüzün, ecelinizin sonuna) kadar, yerleşmek, geçinmek ve menfaatlenmek
vardır.” buyruldu. Bizim ve bizden sonra gelip yolumuzda olanlar için, en güzel
kalma yerleri, en münâsip ve lâzım olan yerler böyle binâlardır. Bunun için bu
tip binâların inşâsına bu kadar gayret ediyoruz.” buyururdu.
|
|