|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Hindistan'ın büyük velîlerinden Tâhir-i Lâhorî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
küçük yaşta memleketindeki âlimlerden zâhirî ilimleri tahsîl etmeğe başladı.
Hocalarının verdiği dersleri kısa zamanda eksiksiz olarak yapardı. Çok zekî idi.
Derslerini dinleyenler onun ileride büyük bir âlim olacağını söylerlerdi. Genç
yaşta, tefsîr, hadîs, fıkıh ilimlerinde âlim oldu. Büyük âlim Mevlânâ Tâhir-i
Lâhorî'nin kalbine, tasavvuf yolunda ilerleyip evliyâlıkdan pay almak ve yüksek
dereceler sâhibi olmak arzusu, ateşi düştü. Allahü teâlânın nihâyetsiz ihsânı,
kalbinde bu yolun zevkini hâsıl edince, kendini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
kapısına attı. Senelerce bu kapıda canla-başla çalıştı, hizmet etti. Kendini,
dergâhta bulunan talebe arkadaşlarının en aşağısı olarak görürdü. Çok defâ
helâların temizliği işinin kendine verilmesini ricâ ederdi. Nefsini terbiye
etmek için çok zor riyâzetler ve şiddetli mücâhedeler çekerek, nefsinin
istediklerini yapmayıp istemediklerini yapardı. Öyle ki, bir deri bir kemik
kalmıştı.
İmâm-ı
Rabbânî hazretleri, Mevlânâ Tâhir'i çok sever ona husûsî muâmelede bulunarak
ilgi gösterirdi. Oğullarının zâhirî ilimlerde yetişmesi için, Tâhir-i Lâhorî'ye
vazife verdi. O da hocasının yüksek oğullarını yetiştirmekte, onlara ilim
öğretmekte çok uğraştı. Hattâ hazret-i İmâm'ın oğulları; "Şeyh Tâhir'in bizim
üzerimizde o kadar hakkı var ki, ne kadar şükretsek yine azdır. Allahü teâlâ ona
bizim tarafımızdan en iyi karşılıklar, hayırlar ihsân etsin!" buyurdular.
Bir gün
hazret-i İmâm, Mevlânâ Tâhir'e imâm olmasını buyurdu. Mevlânâ'nın yüzünün rengi
sarardı. Vücûdu titremeye başladı. Kur'ân-ı kerîmi ezbere bildiği ve derin ilme
sâhib olduğu hâlde, hazret-i İmâm'ın heybet ve korkusundan zaman zaman kırâatı
boğazında düğümlendi. Bu tâzimi, hürmeti, edebi sâyesinde, İmâm-ı Rabbânî
hazretlerinin bakırı altın yapan nazarları ve teveccühleri bereketiyle kemâl ve
tekmîl mertebesine ulaştı. Nakşibendiyye yolunda kendisine icâzet verildiği
gibi, Kâdiriyye ve Çeştî yolunda da talebe yetiştirmesine izin verildi. Hazret-i
İmâm, kendisine icâzetnâme yazıp, tâliblerin terbiyesi, yetiştirilmesi için
Lâhor'a gönderdi.
Mevlânâ
Tâhir hazretleri, Lâhor'da talebeye faydalı olmakla meşgûl oldu. Lâkin inzivâ ve
yalnızlığı seviyordu. Kapıyı herkese açmazdı. Hele zenginlere ve devlet
adamlarına hiç açmaz, onlarla görüşmek istemezdi. Ömrünün uzun zamânını bekâr
olarak geçirdi. Sonunda, Resûlullah'ın sünnetini yerine getirmek için evlendi.
Senede bir yâhut iki senede bir bâzan da senede birkaç defâ hazret-i İmâm'ın
huzûruna gider, sohbet ve teveccühlerinin bereketlerinden nasîbini alır, sonra
hocalarının izni ile yurduna dönerdi. Bedenen ayrı olduğu zamanlar, hallerini,
makamlarını bâzı mektuplarla hazret-i İmâm'a arzederdi.
Bir gün
hazret-i İmâm, mel'ûn İblisi görüp; "Benim eshâbımdan kime hükmedemezsin."
buyurdukta; "Şeyh Tâhir'e, aç olduğu zaman hükmedemem." dedi. Bunun için Şeyh
çok çetin riyâzet ve şiddetli mücâhedeler çekti. Riyâzetin çokluğundan bedeni
kurumuş, bir deri bir kemik kalmıştı. Açık keşf ve kerâmetler sâhibiydi.
|
|