|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin otuz birincisi
olan Seyyid Tâhâ-i Hakkârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Vefâ ve sadâkatte
hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'ı, şecâatte ve adâlette hazret-i Ömer'i, hayâ ve
hilmde hazret-i Osman'ı, vilâyet-i kübrâda hazret-i İmâm Ali'yi (r.anhüm) temsil
ederdi. Tıpkı Resûlullah'a yakın Eshâb-ı kirâmdan birisi gibiydi.
Seyyid
Tâhâ hazretlerinin, murâkabe etmesinin çokluğundan, boynundaki kemik, dışarıya
doğru eğilmiş gibi görünürdü. Vekâr ve heybetinden mübârek yüzüne bakılmazdı.
Yüzündeki heybet ışığı, on dördüncü gecedeki ay gibi gözleri kamaştırırdı.
Seyyid
Tâhâ hazretleri, teheccüd namazını ekseriyâ bereketli evinde, bâzan kendi
mescidlerinde edâ ederlerdi. Kuşluk namazını dâimâ câmide kılardı. Her gün
medreseleri kontrol eder, müderris ve talebelerin tahsîllerini tedkik buyururdu.
Müderrislerin müşkil meselelerini hâllederdi.
Nehrî'de
misâfirlerden, farazâ sadrâzam olsa dahî, akşamla yatsı arasında yemek fâsılası
yoktu. Bu müddet zikr, fikr ve ibâdetle geçirilirdi. Akşam yemeği, akşam
namazından önce yenirdi. Kendisini sevenlerden ve talebelerinden kimseyi
unutmazlar, herkesin hâlini genişce suâl buyururlardı. Kimin bir sıkıntısı
olursa, hemen gidermeğe çalışırlardı. Sıla-i rahme, akrabâ ziyâretine ehemmiyet
verir, muhtaç olanların ihtiyaçlarını karşılardı. Hocasının tavsiyelerine uyarak
devlet adamlarıyla temas buyurmazlar, ancak bâzı müslümanların zararını önlemek
üzere mektup yazarlardı. Hâlbuki başta Sultan Abdülmecîd Hân olmak üzere, bütün
devlet adamları her emirlerine âmâde ve hazırdı.
Seyyid
Tâhâ hazretleri, bütün cihâna hükmeden bir hükümdâr olsa, dünyâyı en güzel
şekilde idâre edebilirdi. Aklı, idrâki, idâre ve intizâmı akıllara hayret
verirdi. Dünyâ ve âhirete âit ilimlerdeki mahâret ve ihtisâsı herkesten üstündü.
Hülâsa, madden ve mânen, İslâm âlemine bahşedilen ilâhî lütuflardan bir büyük
nîmetti.
Seyyid
Tâhâ hazretlerinin kayınpederi, Nehrî kâdısı idi. Bu mübârek dâmâdını o kadar
çok severdi ki, kabrini, onun kabrinin bulunduğu bahçe duvarının kapısının
girişinde yapılmasını ve; "Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrini ziyâret etmek
isteyen Hak âşıkları, benim mezârıma uğrayıp da geçsinler. Belki o mübârek zâtı
ziyâret edenlerin hürmetine Allahü teâlâ beni affeder. Yâhut onu ziyârete
gelenlerin ayaklarına mezârımın toprağı değmekle teberrük ederim." buyurdu.
(Gerçekten o mezâr, Seyyid Tâhâ hazretlerinin mübârek kabirlerinin tam
girişindedir.)
Haram
Çeşmesi denilen ağaçlık bir mevkide talebeleri ile sohbet ediyordu. Sohbet
ânında kendisine iki mektup arzedildi. Bunları kıymetli dâmâdı Abdülehad
Efendiye okuttuktan sonra; "Abdülehad! Şöhret âfettir. Artık bizim dünyâdan
gitmemizin zamânı geldi." buyurdu. Abdülehad da; "Aman Efendim, Şam'dan gelen bu
iki mektup nedir ki?" dedi. O gün sohbetten sonra hâne-i saâdetlerine gitti ve
orada hastalandı. On bir gün hasta yattı. Hastalığının ağır olmasına rağmen
namazlarını mümkün olduğu kadar ayakta kılmaya çalıştı. Hastalığının on ikinci,
Cumartesi günü talebeleri ve yakınları ile helâllaştı, vedâlaştı, vasiyetini
bildirdi. Kardeşi Seyyid Sâlih hazretlerini çağırttı. Onun için; "Biraderim
Sâlih, kâmil, olgun bir velîdir. Herkesin başı onun eteği altındadır." buyurdu.
Yerine kardeşi Sâlih hazretlerini halîfe bıraktı. İkindi vaktinde, talebelerinin
Yâsîn-i şerîf tilâvetleri arasında, mübârek rûhunu Kelime-i tevhîd getirerek
teslim eyledi.
|
|