|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Muhyiddîn-i Arabî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Endülüs'te ve Şam taraflarında yaşamış büyük
velîlerden olup, künyesi Ebû Abdullah'tır. İbn-i Arabî ve Şeyh-i Ekber diye
meşhûr olmuştur. Âilesi meşhûr Tayy kabîlesine mensuptur. Cömertliğiyle meşhûr
Adiy bin Hâtem'in kardeşi Abdullah bin Hâtem'in neslindendir. H.560 da
Endülüs'teki Mürsiyye kasabasında doğdu. H.638 de Şam'da vefât etti.
Küçük
yaşında ilim tahsîl etmeye başlayan Muhyiddîn-i Arabî, sekiz yaşındayken
babasıyla birlikte İşbiliyye'ye gitti. Pekçok âlimin ilim meclislerinde bulunup,
ilim öğrendi. Keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası ile dikkatleri çekti.
Bir gün
Muhyiddîn-i Arabî hastalandı. Hastalığın tesirinden bayıldı, hattâ öldü
zannettiler. Muhyiddîn-i Arabî baygın hâldeyken, kendisine, çirkin yüzlü bâzı
kimselerin eziyet ve sıkıntı vermek istediklerini gördü. Ayrıca bu çirkin
yüzlüleri kovalamaya çalışan nûrânî yüzlü, hoş kokulu bir kimse kendisine yardım
ediyordu. Nihâyet bu güzel zât, ötekileri dağıttı. Onların şerrinden kendisini
kurtardı. O şahsa kim olduğunu sorduğunda; "Yâsîn sûresi" cevâbını aldı.
Kendisine gelip gözlerini açtığında, başında bekleyen, gözleri yaşla dolu halde
Yâsîn-i şerîf okuyan babasını gördü.
Endülüs'te, Fas'ta, Tunus'ta, Mısır ve Mekke-i mükerremede kaldığı zamanlarda
hadîs ilmini ve diğer ilimlerden bir kısmını; İbn-i Asâkir ve Ebü'l-Ferec
ibn-il-Cevzî, İbn-i Sekîne, İbn-i Ülvan, Câbir bin Ebû Eyyûb gibi büyük
âlimlerden öğrendi. Gittiği yerlerde büyük âlimler ile görüşüp, onlardan ilim
öğrenmek sûretiyle, fen ve din ilimlerinde en iyi şekilde yetişti.
Tefsîr,
hadîs, fıkıh, kırâat gibi pekçok ilimlerde büyük âlim oldu. Tasavvufta, Ebû
Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü'l-Hasan ve
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek
derecelere kavuşup, meşhûr oldu. Mekke'de bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye
adlı eserini yazdı.
Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen
talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ'yı yanına çağırarak; "Benden sonra,
benim künyem olan Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından
bir kimse gelecektir. Bu hırkamı ona teslim edersin." buyurdu. Yûnus bin Yahyâ,
uzun yıllar sonra talebesi olan Muhyiddîn-i Arabî'ye, hocasının vasiyeti olan o
hırkayı teslim etti. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, zamânında, ilminden ve
feyzinden istifâde etmek için kendisine mürâcaat edilen belli başlı büyük
âlimlerden oldu. Şam, Irak, Cezîre ve Anadolu taraflarına seyâhat etti. Konya'ya
gelip, Selçuklu Sultanı tarafından çok ikrâm ve hürmet gördü. Sultanlardan
kendisine birçok tahsisat tâyin olunduğu ve hediyeler gönderildiği halde,
hepsini fakirlere dağıtırdı. Sofiyye-i âliyyeden ve kelâm âlimlerinden olan
Sadreddîn-i Konevî'nin hocası ve üvey babası oldu.
Hocasının
üstâdı olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hırkasını üvey oğlu ve talebesi
olan Sadreddîn-i Konevî'ye giydirdi.
Konya'da
bir müddet kaldıktan sonra Haleb'e giden Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, 1215
senesinde tekrar Konya'ya döndü. Aynı sene içinde Sivas'a, oradan da Malatya'ya
gitti. 1230 senesinde Şam'a giderek oraya yerleşti.
Büyük
âlimler, Muhyiddîn-i Arâbî'nin hâl, makam ve ilim bakımından pek yüksek olduğunu
kabûl ettiler. Evliyânın büyüklerinden Ebû Midyen Magribî ona; "Âriflerin
Sultânı" demişdir. Şeyh Safiyyüddîn bin Ebû Mensûr onun hakkında; "O, şeyhdir,
imâmdır. Hem de tam kâmil ve hakîkatı bulanlardandır. Onu üstün irfan
sâhiplerinin başında saymak lâzımdır. Öyle açık gönül âlemi vardı ki, özüne
erip, bulduğu her şeyi oradan geçirir ve bulurdu. Keşf âlemi açık ve aydınlıktı.
Kavuştuğu hâllere gelince, ancak "Hârika" diye vasıflandırmak mümkündür. En
tatlı feyizler onun gönlüne akardı. Hak âlemine yaklaştıran merdivenlerin en üst
basamağında onun da yeri vardı. Bilhassa velâyet ahkâmına dâir tasavvuf
deryâsında pek uzun kulaçlar atardı. O ummânın da süratli bir yüzücüsü idi. Ve
nihâyet o, bu yolda vaz geçilmez bir zât idi. Böyle kabûl edip, onun şânını bu
şekilde yüceltmek ona lâyıktır." derdi.
Talebelerinden Sadreddîn-i Konevî şöyle anlatmıştır: "Hocam İbn-i Arâbî, geçmiş
peygamberlerin ve velîlerin ruhlarından istediği ile rüyâsında veya uyanık iken
görüşürdü."
|
|