CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER

Muhyiddîn-i Arabî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Endülüs'te ve Şam taraflarında yaşamış büyük velîlerden olup, künyesi Ebû Abdullah'tır. İbn-i Arabî ve Şeyh-i Ekber diye meşhûr olmuştur. Âilesi meşhûr Tayy kabîlesine mensuptur. Cömertliğiyle meşhûr Adiy bin Hâtem'in kardeşi Abdullah bin Hâtem'in neslindendir. H.560 da Endülüs'teki Mürsiyye kasabasında doğdu. H.638 de Şam'da vefât etti.

Küçük yaşında ilim tahsîl etmeye başlayan Muhyiddîn-i Arabî, sekiz yaşındayken babasıyla birlikte İşbiliyye'ye gitti. Pekçok âlimin ilim meclislerinde bulunup, ilim öğrendi. Keskin zekâsı, kuvvetli hâfızası ile dikkatleri çekti.

Bir gün Muhyiddîn-i Arabî hastalandı. Hastalığın tesirinden bayıldı, hattâ öldü zannettiler. Muhyiddîn-i Arabî baygın hâldeyken, kendisine, çirkin yüzlü bâzı kimselerin eziyet ve sıkıntı vermek istediklerini gördü. Ayrıca bu çirkin yüzlüleri kovalamaya çalışan nûrânî yüzlü, hoş kokulu bir kimse kendisine yardım ediyordu. Nihâyet bu güzel zât, ötekileri dağıttı. Onların şerrinden kendisini kurtardı. O şahsa kim olduğunu sorduğunda; "Yâsîn sûresi" cevâbını aldı. Kendisine gelip gözlerini açtığında, başında bekleyen, gözleri yaşla dolu halde Yâsîn-i şerîf okuyan babasını gördü.

Endülüs'te, Fas'ta, Tunus'ta, Mısır ve Mekke-i mükerremede kaldığı zamanlarda hadîs ilmini ve diğer ilimlerden bir kısmını; İbn-i Asâkir ve Ebü'l-Ferec ibn-il-Cevzî, İbn-i Sekîne, İbn-i Ülvan, Câbir bin Ebû Eyyûb gibi büyük âlimlerden öğrendi. Gittiği yerlerde büyük âlimler ile görüşüp, onlardan ilim öğrenmek sûretiyle, fen ve din ilimlerinde en iyi şekilde yetişti.

Tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi pekçok ilimlerde büyük âlim oldu. Tasavvufta, Ebû Midyen Magribî, Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ, Ebû Abdullah Temim, Ebü'l-Hasan ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin rûhâniyetinden feyz aldı, yüksek derecelere kavuşup, meşhûr oldu. Mekke'de bulunduğu sırada Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserini yazdı.

Gavs-ül-a'zam Seyyid Abdülkâdir Geylânî hazretleri, bir gün en önde gelen talebelerinden Cemâleddîn Yûnus bin Yahyâ'yı yanına çağırarak; "Benden sonra, benim künyem olan Muhyiddîn isminde, Allahü teâlânın çok sevdiği evliyâsından bir kimse gelecektir. Bu hırkamı ona teslim edersin." buyurdu. Yûnus bin Yahyâ, uzun yıllar sonra talebesi olan Muhyiddîn-i Arabî'ye, hocasının vasiyeti olan o hırkayı teslim etti. Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, zamânında, ilminden ve feyzinden istifâde etmek için kendisine mürâcaat edilen belli başlı büyük âlimlerden oldu. Şam, Irak, Cezîre ve Anadolu taraflarına seyâhat etti. Konya'ya gelip, Selçuklu Sultanı tarafından çok ikrâm ve hürmet gördü. Sultanlardan kendisine birçok tahsisat tâyin olunduğu ve hediyeler gönderildiği halde, hepsini fakirlere dağıtırdı. Sofiyye-i âliyyeden ve kelâm âlimlerinden olan Sadreddîn-i Konevî'nin hocası ve üvey babası oldu.

Hocasının üstâdı olan Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin hırkasını üvey oğlu ve talebesi olan Sadreddîn-i Konevî'ye giydirdi.

Konya'da bir müddet kaldıktan sonra Haleb'e giden Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, 1215 senesinde tekrar Konya'ya döndü. Aynı sene içinde Sivas'a, oradan da Malatya'ya gitti. 1230 senesinde Şam'a giderek oraya yerleşti.

Büyük âlimler, Muhyiddîn-i Arâbî'nin hâl, makam ve ilim bakımından pek yüksek olduğunu kabûl ettiler. Evliyânın büyüklerinden Ebû Midyen Magribî ona; "Âriflerin Sultânı" demişdir. Şeyh Safiyyüddîn bin Ebû Mensûr onun hakkında; "O, şeyhdir, imâmdır. Hem de tam kâmil ve hakîkatı bulanlardandır. Onu üstün irfan sâhiplerinin başında saymak lâzımdır. Öyle açık gönül âlemi vardı ki, özüne erip, bulduğu her şeyi oradan geçirir ve bulurdu. Keşf âlemi açık ve aydınlıktı. Kavuştuğu hâllere gelince, ancak "Hârika" diye vasıflandırmak mümkündür. En tatlı feyizler onun gönlüne akardı. Hak âlemine yaklaştıran merdivenlerin en üst basamağında onun da yeri vardı. Bilhassa velâyet ahkâmına dâir tasavvuf deryâsında pek uzun kulaçlar atardı. O ummânın da süratli bir yüzücüsü idi. Ve nihâyet o, bu yolda vaz geçilmez bir zât idi. Böyle kabûl edip, onun şânını bu şekilde yüceltmek ona lâyıktır." derdi.

Talebelerinden Sadreddîn-i Konevî şöyle anlatmıştır: "Hocam İbn-i Arâbî, geçmiş peygamberlerin ve velîlerin ruhlarından istediği ile rüyâsında veya uyanık iken görüşürdü."