|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Muhammed Bâkî-billah
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri İnsanları Hakk'a dâvet eden, doğru yolu
göstererek saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim
ve velîlerin yirmi ikincisidir. İkinci bin yılının müceddidi ve İslâm
âlimlerinin gözbebeği olan İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin
hocasıdır. H.971 de Kâbil şehrinde doğdu.
Giymede,
yemede, oturmada hiçbir şeye özenmez ve heves etmezdi. Sevmediği ve tabiatının
arzu etmediği bir yemeği birkaç gün üst-üste önüne getirseler; "Bir başka yemek
getirin." demezdi. Bunun gibi, bir elbise uzun bir zaman üzerinde kalsaydı, "Bir
başkasını getirin giyeyim." demezdi.
Bedenen
zayıf olup, dâimâ abdestli olmaya, daha çok ibâdet ve tâat yapmaya
uğraşırdı.Yatsı namazından sonra odasına döner bir mikdâr murâkabe ile meşgûl
olur, âzâlarının zayıflığı galebe gösterince, kalkar abdest alır, iki rekat
namaz kılar, yeniden otururdu. Bedeninde hâlsizlik ve yorgunluk vâki olunca,
tekrar abdest alır, gecenin çoğu böyle geçerdi.
Yemek
yemede ihtiyâtı o kadar çoktu ki, Yemek pişirenin abdestli, hattâ huzur ve safâ
sâhiplerinden olmasını, yemek pişirirken çarşı, pazar ve dünyâ kelâmı
söylenmemesini iyice tenbih ederdi. "Huzur ve ihtiyât sâhibi olmayanın
yemeklerinden, bir duman çıkar feyz kapısını kapatır ve feyzin gelmesine engel
olur, feyze vesîle olan temiz rûhlar, kalb aynasının karşılarında durmazlar"
derdi. Bütün talebelerini bu husûsa riayete teşvik eder, az bile olsa, riâyet
etmeyenlerin hâllerinden bunu anlardı
Bir gün
dervişlerden birinin bir yorgana ihtiyâcı oldu. Hatırından, ondan bir yorgan
istemeyi geçirdi. Muhammed Bâkî-billah hazretlerine bu düşüncesi, zâhir olup,
namazdan sonra; "Filân dervişe ve yorgan ihtiyâcı olanlara, yorgan veriniz."
buyurdu. O derviş; "O günden beri Muhammed Bâkî-billah hazretlerini üzecek bir
düşüncenin kalbimden geçeceğinden korktum." demiştir.
Bir gün,
azîzlerden biri, onun muhlis talebelerinden birine, arzu ve istek dolu bir
mektup gönderdi. Bu mektup Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takdim edildi.
Yüksek bir tevâzu ile mektubun arkasına şöyle yazdı: "Maalesef bu âcizde iş
yapacak kuvvet kalmadı. Allahü teâlâ, bu geride kalmış günlerinin mâtemini
tutana birkaç gün ömür verirse, en büyük gayretle maksadı ararım, hayâtımı bu
yolda veririm. Allahü teâlâ bu miskine, her iki cihândaki işini, kudret-i
ilâhiyyeye bırakmasını ve bütün tutulmalardan kurtulmasını ihsân eylesin. Âmin.
Yâ Rabb-el-âlemîn... O kardeşime ricâ ederim ki, bu arzunun husûlü için,
yüzünüzü yerlere sürünüz. Ve fakîrin bu arzusuna kavuşması için Allahü teâlâya
duâ ediniz. Zîrâ arkadan, gıyâben yapılan duâları, Allahü teâlâ hemen kabûl
eder. Duâlar ederim efendim."
Muhammed
Bâkî-billah hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak
isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a baksın." hadîs-i
şerîfini hatırlardı. Bununla berâber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara
işlerdi. Gafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allah'ı hatırlarlar."
hadîs-i şerîfini akıllarına getirirlerdi. Hattâ öyle ki; bir gün Hindûların
tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu. Orada bulunanların gözleri Muhammed
Bâkî-billah hazretlerine takılınca, birbirlerine: "Bu nasıl bir insandır ki, onu
görünce Allah hâtırımıza geldi." dediler.
Bütün bu
heybetiyle berâber, ızdırabının coşması ve şöhretten kaçarak kendini halkın
gözünden düşürmek arzusu ile, yalnız başına sokaklarda ve pazarda dolaşır ve bir
duvarın gölgesinde toprağın üstünde otururdu. Bu kendinden geçme ve hayret
zamanlarında, dinden kıl ucu kadar ayrılmaz, azîmetle olan amellerinde bir
gevşeklik olmazdı.
Eğer
talebelerinden birinin bir edebi terk ettiğini bilse, zâhirde kızmaz, dile almaz
ama yakın oldukları hâlde, bâtınlarını ondan çekerler, ayırırlardı. Bâzan rüyâda
îkâz eden emirler verirdi. Hatâ ve eksikliklerini talebelerine bu yollarla
bildirirdi.
|
|