|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Anadolu
velîlerinden Molla Osman Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) Erzurumlu
İbrâhim Hakkı hazretlerinin babasıdır. H.1081 de Hasankale'de doğdu. Babasının
ismi Molla Bekr'dir.
Molla
Bekr, oğlu Osman doğduğu zaman akika kurbanları keserek, Hasankale halkına
ziyâfetler verdi. Tahsil çağı geldikten sonra Osman'ı, okuyarak âlim olması
için, Hasankale halkından kerâmetler sâhibi Karaşeyhoğlu Seyyid İbrâhim
hazretlerine gönderdi. Yirmi yaşına kadar ondan tefsîr, hadîs ve fıkıh
ilimlerini öğrenen Osman Efendi, herkesin takdir ettiği bir âlim oldu. Cenâb-ı
Hakk'ın vergisi olarak yaratılışından güzel ahlâklı olan Osman'a, Derviş Efendi
lakabını taktılar.
Derviş
Osman Efendiye, annesinin vefâtından sonra babası, Hasankale yakınında Fendiği
köyünden Seyyid Dede Mahmûd'un kızı Seyyide Hanîfe Hâtunu nikâh etti.
Molla
Bekr çok cömert idi. Bu sebeple misâfiri hiç eksik olmazdı. Hattâ misâfir
gelmediği zaman geç vakitlere kadar yemek yemeden bekler, gelmez ise sabaha
kadar aç beklerdi. Bir sonbahar akşamı, Zekeriyyâ isminde Özbek'li bir misâfir
gelmişti. Zamânın velîlerinden olan Zekeriyyâ Efendi, Molla Bekr Efendinin
evinde hastalandı. Molla Bekr, sâlih bir müslümanın derdleriyle uğraşmaktan
kazanacağı sevapları düşünerek, oğlu Osman Efendiyi hizmetine verdi. Osman
Efendi, zevk ile altı ay Zekeriyyâ Efendiye hizmet etti. Zekeriyyâ Efendi, bir
gece odasında heyecanla sağa sola koşturarak garip hareketler yaptı. Uzun süren
bu koşturmasından sonra; "Elhamdülillah yangın söndü." dedi. Zekeriyyâ Efendiyi
hayretle seyreden Derviş Osman, bu söze bir mânâ veremeyerek; "Efendim, hangi
yangın söndü?" diye sordu. O da; "Biraz önce İstanbul'da büyük bir yangın
çıkmıştı. Evleri yanan bâzı yetimler zamânın evliyâsından yardım istediler. Biz
de yangını söndürmek için vazifelendirildik. Hamdolsun şimdi söndü, fakat çok ev
yanıp kül oldu." buyurdu. Hakîkaten bir müddet sonra İstanbul'dan gelen biri bu
yangını anlattı. Aynı güne rastlıyordu.
Zekeriyyâ
Efendi bir gün, Derviş Osman'a; "Bize altı aydır hizmet edip, çok ikrâmlarda
bulundunuz. Bu hizmetiniz çok makbûle geçti, çok sevaplar kazandınız. Şimdi sıra
bizde. Şu anda hâcet kapıları açıktır. Dileyiniz. Her ne dilerseniz cenâb-ı Hak
ihsân eder." buyurdu. Derviş Osman bu söze çok heyecanlandı ve; "Murâdım, îmân
ile ölerek, âhirete gitmek ve Cennet-i âlâya kavuşmaktır." dedi. Zekeriyyâ
Efendi; "Daha çok, daha kıymetli şeyler iste! Allahü teâlâ büyük dereceler
isteyeni sever." deyince, Osman Efendi ağlayarak; "Cennet'te Allahü teâlânın
Cemâliyle müşerref olmak isterim." dedi. O da; "Allahü teâlâ kalb gözünü açsın
ve o arzuna kavuştursun!" buyurdu. O anda Derviş Osman'ın gönül gözü açılarak
melekler âlemini seyretmeye başladı. Zekeriyyâ Efendi, Derviş Osman'a günde on
bin defâ Kelime-i tevhîd söylemesini tavsiye ederek, oradan ayrıldı. Derviş
Osman, büyük bir aşk ile her gün on bin Kelime-i tevhîdi söyleyerek, kalb
aynasını cilâlamaya başladı.
Bu sırada
babası Molla Bekr, çıkan Osmanlı Rus savaşında Kırım'a gitti. Kefe'ye gelince
şehîd oldu. Ondan sonra evin bütün işleri Derviş Osman'a kaldı. Ticâret ve
zirâat işleri, hizmetçilerle uğraşmak, gelen gidenle ilgilenmek, kardeşlerinin
âh u vâhını inleyip sızlamalarını susturmak ve muhterem babasının ölüm hasreti,
onun zikir, fikir ve huzûruna mâni oldu. Kalbinin dağıldığına çok üzülen Derviş
Efendi, çok ağlayıp inledi. Üzüntü ve keder denizine daldı. Onu teselli edecek
bir rehberi yoktu. Yakınlarda kendisini yetiştirecek, derdine dermân olacak bir
rehber bulamayınca üzüntüsü daha da arttı. Bütün vücûdunu mânevî bir soğukluk
kapladı. Artık büsbütün dünyâ hayâtından usanmıştı. H.1115 senesinde bir Cumâ
gecesi, kalb hastalığından kurtulmak düşüncesiyle istihâre namazı kılıp, uzun
uzun, ağlayarak duâ etti. O gece rüyâsında, dünyâyı terk etmek ve kendini Allahü
teâlâya kavuşturacak bir velîyi arayıp bulmak lâzım geldiği bildirildi. Uyanınca
bu emri yerine getirmek için karârını verdi. O sabah güneş doğarken bir oğlu
dünyâya geldi. İsmini İbrâhim Hakkı koydu. Oğlunun olmasına ziyâdesiyle sevinen
Derviş Osman Efendi âdetâ hastalıktan kurtuldu.
Osman
Efendi, oğlunun doğumundan sonra rüyâda emredilen vazifeyi yapmak üzere
Erzurum'a geldi. Erzurum'da Gümrükçü Derviş Bey, kendi oğlunu yetiştirmek üzere
bir hoca arıyordu. Osman Efendiyi görünce ona dolgun ücretle ders vermesi için
teklifte bulundu. Fakat Osman Efendi kabûl etmedi. Habib Efendi isminde tasavvuf
ehli muhterem bir zâtın yanına gitti. Velilerden olan Habib Efendi, Derviş Osman
Efendiye çok izzet ve ikrâmlarda bulundu. Onu Mehdî mahallesinde yaptırdığı
câmiye imâm yapmak istedi. Fakat Osman Efendi, derd ve gam ateşiyle eriyip,
kendini yetiştirecek bir rehber bulmak arzusuyla yanıp kavrulmuş, sabrı ve
karârı kalmamıştı. Aklı fikri hep rüyâsında verilen emirdeydi. O sırada Lala
Paşa Câmiine Özbekli Zekeriyyâ Efendi vâiz olarak gelmişti. Bunu işiten Derviş
Osman Efendi, hemen yanına gidip durumunu bildirdi ve kendisini yetiştirmesi
için yalvardı. Zekeriyyâ Efendi, onu güler yüzle karşılayıp iltifâtlarda
bulundu. O gece istihâre namazı kılıp, cenâb-ı Hakk'a yalvaran Zekeriyyâ Efendi,
ertesi günü Osman Efendiye; "Ey kardeşim! Biz seni kabûl ederdik. Lâkin bizden
önce seni sultânımız almıştır. Sana müjdeler olsun ki, senin sâhibin çok
büyüktür. O öyle bir yetiştiricidir ki, bu zamanda pek nâdir bulunur. Altı
seneden beri senin gelmeni beklemektedir. Her hâlde iki seneye varmaz görüşmeniz
vâki olacaktır. Sen onun hasretiyle yanmaya devâm et ve bunun kıymetini bil.
Allahü teâlâya tevekkül eyle sonun selâmettir." buyurdu.
Derviş
Osman Efendi, bu müjdeyi alınca çok sevindi. İki sene daha beklemeye karar verip
tekrar evine döndü. Eve dönüşünün ikinci senesinde hanımı Hanîfe Hâtun vefât
etti. Yedi yaşındaki oğlu İbrâhim Hakkı'yı amcalarına emânet edip, tekrar bir
rehber bulmak üzere yola çıktı. Eyyûb Efendi isminde bir velî ile arkadaş olup,
diyâr diyâr dolaşarak, vâd olunan zâtı araştırmaya başladılar. Önce Bitlis'e
gittiler, Eyyûb Efendi daha önce burada Molla Muhammed Arvâsî hazretlerinin
sohbetinde ve hizmetinde bulunmuş, ondan ilim öğrenmişti. Osman Efendi,
Bitlis'in güzelliğine hayran kaldı. Akarsularını, meyve ağaçlarını, güzel
evlerini görünce hayret edip, arkadaşı Eyyûb Efendi'ye; "Burası Cennet midir?"
diye sormaktan kendini alamadı. Orada bir hafta kaldıktan sonra, Eyyûb
Efendiyle, vefât eden Molla Muhammed Arvâsî hazretlerinin Müküs'deki kabr-i
şerîfini ziyârete gittiler. Burada da bir hafta kalıp, Hicaz'a gitmek niyetiyle
Siirt'e doğru yola çıktılar. Hizan'dan Siirt'e giden kervanda ihtiyâr bir kimse
ile tanıştılar. Dertlerini anlatıp sohbet ettiler. O ihtiyâr bunlara, "Siirt'in
Tillo kasabasında şeyh İsmâil Fakîrullah hazretleri vardır. Allahü teâlânın çok
sevdiği evliyâsındandır. Onu ziyâret etmeden, duâsını almadan bir yere
gitmeyin!" dedi. Bu habere çok sevinen iki arkadaş, o ihtiyâra; "Siz önden
gidip, bizi ziyâretine kabûl buyurmasını söyleyebilir misiniz?" ricâsında
bulundular. O zât kabûl edip Tillo'ya gitti. İsmâil Fakîrullah'ın huzûruna
çıkıp; "Yarın iki Erzurumlu ziyâretinize gelmek isterler." deyince; "Evet,
senelerdir onları bekliyorum. İçlerinden biri tekrar Erzurum'a dönecek, diğeri
ise bizim hizmetimizde kalacaktır." buyurdu.
Ertesi
günü Derviş Osman Efendi ile Eyyûb Efendi, on sene aramaya karar verdikleri,
fakat on gün içinde kavuşacakları zâtın huzûruna gittiler. Eyyûb Efendi, İsmâil
Fakîrullah hazretlerini daha görür görmez büyüklüğünü mârifet nûruyla anladı ve
şükür secdesine kapandı. İsmâil Fakîrullah ise; "Ey Molla Eyyûb! Bu senin
haccındır." diyerek müjde verdi. Fakat Derviş Osman Efendi, bu zâtın büyüklüğünü
ilk anda anlayamadı. Onun kafasında hep Kâ'be-i muazzama vardı. Aradığını orada
bulacağını zannediyordu. Ziyâretten sonra tekrar Siirt'e gitti. Üç gün sonra
Tillo'da kalan arkadaşı Eyyûb Efendinin yanına geldi. Eyyûb Efendi ona;
"Kardeşim Osman Efendi! On sene arayarak bulmak istediğimiz zâtın, bu olduğuna
inandım. Onun kıymetini bilip, burada kalacağım. Bu Ramazân-ı şerîfi, câmide
îtikâf ederek geçireceğim. Bu arada mübârek hocamın cemâl-i şerîfini görüp,
sohbetiyle bereketlenmeyi kendime murâd edindim" deyince, Osman Efendi de
arkadaşının bu hâline imrenip câmide îtikâfa çekildi. Osman Efendinin kalbindeki
hastalık her geçen gün azalmaya, İsmâil Fakîrullah hazretlerine olan muhabbeti
ve hayranlığı çoğalmaya başladı. Yavaş yavaş, vücûdu sıhhat, gönlü rahata
kavuştu. Her geçen sâniye kalbinden gaflet ve gam gidip, yerine sürûr ve huzur
doldu. Bayram geldiğinde, aradığı mübârek zâtın İsmâil Fakîrullah hazretleri
olduğuna kanâat getirdi. Bundan sonra onun en büyük hizmetçisi olmaya gayret
gösterdi. Bayramdan sonra arkadaşı Eyyûb Efendi Erzurum'a gitti. Osman Efendi,
hocasına hizmeti canına minnet bildi. Sekiz seneden beri aradığı rehberini
bulmanın verdiği zevk ile, hocasının buyurduğu her emri ânında yapmaya başladı.
Gam ateşlerini söndürüp her hastalıktan şifâ buldu. Pekçok imtihanlardan geçti.
Sonunda mârifet devletine kavuşarak, velîlik mertebelerinden pay aldı. Hocasının
mübârek teveccühleri ile çok yüksek derecelere kavuştu. Evliyânın havâssı
denilen seçilmişlerden oldu. Karşısındaki kimsenin kalbinden geçenleri bilmek,
kabirdekinin hâllerini müşâhede edip görmek, kuşlar ve canavarlarla konuşmak
gibi şeyler, artık onun için normal hâller olmuştu.
Derviş
Osman Efendinin İsmâil Fakîrullah hazretlerinin hizmetine girip, tasavvuf ilmi
tahsîl etmesinin ikinci senesinde, Hasankale'de bulunan dokuz yaşındaki oğlu
İbrâhim Hakkı'yı, amcası Ali, Tillo'ya getirdi. İbrâhim Hakkı hazretleri,
Mârifetnâme ismindeki kitabında buyurdu ki: "Ben dokuz yaşında idim. Ali amcam
beni babamın yanına götürdü. Bir ikindi vaktinde Tillo'ya girdik. Dergâha
vardığımızda babam ile hocası namaz kılıyorlardı. İlk bakışta İsmâil Fakîrullah
hazretlerinin mübârek yüzü, bana pederimden daha yakın geldi. O anda yüzünün
cezbesi gönlümü aldı, aklım onun güzelliğine, duruşundaki heybete ve olgunluğa
hayran kaldı, gönlümü ona kaptırdım. Babam beni kendi odasına götürdü. Şefkat
ile ilim öğretip, lütuf ile terbiye etmeye başladı. Astronomi ilmini, babamdan
bir hafta sonra talebeliğe kabûl edilen büyük âlim Molla Muhammed Sıhrânî
hazretlerinden öğrenmeye başladım. Kış mevsimine girmiştik. Bir ikindi
namazından sonra, odamıza babam ile mübârek hocamız teşrif edecekti. O sırada da
dergâhın ocağında meşe yanıyor, közleri kıpkırmızı kızarıyordu. Merhamet menbâı
olan hocamız bu küçük talebesine şefkat göstererek babama; "Osman Efendi! Molla
İbrâhim üşümesin, hücresine biraz köz götür" buyurdu. Babam derhal emrine uyarak
ocağın yanına gitti. Paltosunun eteğini yere yayıp iki elini ateşin içine soktu.
Közü alıp paltonun üzerine koyacağı sırada mübârek hocamız bu hâli gördü ve;
"Osman Efendi! Közleri elinle değil, kürek ile götür" buyurdu. Ba- bam; "Başüstüne
efendim" diyerek elini ateşten çekti. Kürek ile köz alıp odamıza geldiler. Bu
hâdiseye hayret etmiştim. Mübârek hocamız odamızdan ayrıldıktan sonra babama;
"Babacığım! Sizin eliniz ateşte yanmaz mı? Niçin öyle ateşin içine sokup közleri
avuçladınız?" diye sordum. Babam; "Bundan beş sene önce evimizde misâfir kalan
evliyâ-ı kirâmdan Zekeriyyâ Efendinin bu fakîre duâsından sonra, Allahü teâlâ
bize çok ihsânlarda bulundu. Vücûdumuzu ateş yakmaz oldu." buyurdu. Ben de; "İnşâallah,
Rabbimiz bize de öyle ihsânlarda bulunur." dedim. Bu isteğime çok sevindi ve;
"Diğer insanların vücûdu, kuru ağaçtan yapılmış boş testi gibi olup, ateşe
atılınca cayır cayır yanar. Fakat Allahü teâlânın seçtiği velîlerin vücûdu ise,
buz gibi su ile dolu bir sürâhiye benzer, ateşe atılınca, ateşi söndürür."
buyurdu. Sonra babama; "Mâdem ki elinizi ateş yakmıyor, niçin kürek ile ateşi
almanız emrolundu?" diye sordum. Bunun üzerine babam; "Mübârek hocamız, ateşi
elime alırken senin gördüğünü anladı da onun için kürek ile almamı emrettiler.
Çünkü, başkalarının yapamıyacakları böyle işleri yaparak başkalarına göstermek,
bu yolda edebe uygun değildir. Evliyânın kerâmetini gizlemesi, göstermemesi
emredilmiştir. Hocamız bu sebeple ateşi elimle değil, kürekle almamı işâret
buyurdu." dedi."
Oğlu
İbrâhim Hakkı hazretleri anlattı: "İsmâil Fakîrullah hazretlerinin
hizmetçilerinin başı ve evlâdı gibi olan babam Derviş Osman Efendi, artık elli
iki yaşına girmişti. Bu fâni dünyânın fenâlığından kurtulmak ve bir an önce
Allahü teâlâya kavuşmak arzusuyla yanmağa başlamıştı. Bir gün kendi dostlarından
Molla Ziyâd ismindeki bir imâm, babamı yalnız gördüğü bir gün; "Osman Efendi
kardeşim! Yıllardır İsmâil Fakîrullah hazretlerinin yanında hizmet etmekle
şerefleniyorsun. Seni oğlundan daha üstün tutmaktadır. Hâl böyle iken, hâlâ
maksadına kavuşamadın mı?" diye sordu. Babam da; "Henüz murâdımın nihâyetine
kavuşamadım. Sana söz veriyorum ki, maksadıma kavuştuğum zaman sana haber
veririm. Yatakta olsan dahî kaldırırım." dedi. Babamın bu sözünden on gün
geçmişti. Sonra babam rahatsızlandı. Bu imâm, babama beş gün beş gece hizmet
etti. Babam yemek yiyemeden, su içmeden ateşler içinde beş gün yattı. H.1132
senesinde elli iki yaşında Hakk'ın rahmetine kavuştu."
|
|