|
EVLİYÂ
HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Merkez
Efendi
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Osmanlılar zamânında İstanbul'da yetişen büyük
velîlerdendir. İsmi Mûsâ olup, Merkez Muslihuddîn lakabıyla meşhûr oldu.
Denizli'nin Sarhanlı köyünde, H.868 de doğdu. 959 da İstanbul'da vefât etti.
Mûsâ
Efendi, küçük yaşlarda ilim öğrenmeğe başladı. Kuvvetli bir zekâsı ve ilim
öğrenmeye aşırı bir hevesi vardı. Önce kendi memleketinde, sonra Bursa ve
İstanbul'daki medreselerde tahsîl yaparak; tefsîr, hadîs, fıkıh ve tıb ilminde
yetişti. Kâdı Beydâvî Tefsîri'nin büyük bir kısmını ezberledi. Medrese tahsîline
devâm ettiği sıralarda tekkelere gidip, oralardaki âlimlerin sohbetlerine
katılırdı. Onların feyz ve bereketlerine kavuştukça, rûhunda bir rahatlama,
nefsinde bir ezilme olduğunu görerek sevinirdi. Otuz yaşına geldiğinde, medrese
tahsîlini bitirdi. Çevresinde sayılan bir âlim oldu. İlimdeki yüksekliğini,
zamânının âlimleri tasdîk ettiler. Nitekim, Şeyhulislâm Ebüssü'ûd Efendi'nin
hürmet ve muhabbetini kazandı.
Mûsâ
Efendi, Koca Mustafa Paşa'daki bir tekkede şeyhlik yapan Sünbül Sinân
hazretlerinin şöhretini işitti. Fakat bâzı kimselerin onun hakkında yaptıkları
dedikodular sebebiyle, bir türlü gidip sohbetine katılamamıştı. Bir gün
rüyâsında Sünbül Efendinin, kendi evine geldiğini gördü. Sünbül Efendiyi içeri
koymamak için hanımı ile kapının arkasına pek çok eşyâ dayadılar ve üzerine de
oturdular. Fakat Sünbül Efendi kapıyı zorlayınca, kapı arkasına kadar açıldı ve
arkasındakiler yere yuvarlandı. Bu sırada uyanan Mûsâ Efendi, yaptığı hatâyı
anladı ve sabahleyin Sünbül Sinân hazretlerinin huzûruna gitmeye karar verdi.
Sabahleyin Sünbül Sinân'ın câmiine gidip vâz ettiği kürsînin arkasına o görmeden
oturdu. Sünbül Sinân, vâz esnâsında Tâhâ sûresinin bâzı âyet-i kerîmelerini
tefsîre başladı.Tefsîrden sonra; "Ey cemâat! Bu tefsîrimi siz anladınız. Hattâ
Mûsâ Efendi de anladı." buyurdu. Sonra aynı âyet-i kerîmeleri daha yüksek
mânâlar vererek tefsîr ettikten sonra tekrâr; "Ey cemâat! Bu tefsîrimi siz
anlamadınız, Mûsâ Efendi de anlamadı." buyurdu. Mûsâ Efendi, hakîkaten bu
anlatılanlardan bir şey anlamamıştı. Sünbül Sinân hazretleri, o gün Tâhâ
sûresini yedi türlü tefsîr etti. Mûsâ Efendinin kürsî arkasında olduğunu,
zâhiren görmediği hâlde anlamıştı.
Vâz
bitti, namaz kılındı, herkes câmiden çıktı. Sâdece Sünbül Efendi kalınca, Mûsâ
Efendi huzûruna varıp elini öptükten sonra af diledi. Sünbül Efendi de: "Ey
Muslihuddîn Mûsâ Efendi! Biz seni genç ve kuvvetli bir kimse sanırdık. Meğer sen
de hanımın da çok yaşlanmışsınız. Akşam bizi kapıdan içeri sokmamak için
gösterdiğiniz gayrete ne dersiniz? Fakat neticede kapı açıldı ve ikiniz de yere
yuvarlandınız!" buyurunca, Mûsâ Efendi iyice şaşırdı. Pek çok özürler dileyerek
ağlamaya başladı, affının kabûlü ve talebeliğe alınması için istekte bulundu.
Sünbül Efendi, onu kabûl ettiğini, dergâhta hizmete başlamasını söyledikten
sonra; "Artık Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları hakkında mârifet sâhibi olmak
zamânıdır." buyurdu.
Bundan
sonra Mûsâ Efendi hergün Sünbül Sinân'ın dergâhına gelip, ondan ders almağa ve
hizmete başladı. Bir gün Sünbül Efendi, sohbet esnasında Mûsâ Efendiye; "Âlemi
sen yaratsaydın, nasıl yaratırdın?" diye sordu. Mûsâ Efendi; "Bu mümkün değil!
Ama mümkün olsaydı, her şeyi merkezinde bırakırdım. Âlem öyle bir tatlı nizâm
içinde ki, buna bir şey ilâve etmek veya bir şeyi eksiltmek düşünülemez." dedi.
Sünbül Efendi bu cevap üzerine; "Âferin Mûsâ Efendi! Demek her şeyi merkezinde
bırakırdın. Öyleyse bundan sonra ismin Merkez Muslihuddîn olsun." dedi. Böylece
Mûsâ Efendi, Merkez Efendi ismiyle meşhur oldu.
Sünbül
Efendinin sohbetleri ile pişerek, teveccühleri bereketiyle mânevî dereceleri
katetti. Pek zekî olan Merkez Efendi, hocasının terbiyesi altında riyâzet ve
mücâhedeler yaparak, yâni nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini
yapmak sûretiyle, kısa zamanda tasavvufta yüksek derecelerin sâhibi oldu.
Hocasının kendisine icâzet, diploma verdiği sıralarda, Aksaray'da Kovacı Dede
dergâhına hoca tâyin edildi. Kısa sürede, dergâh talebelerle dolup taştı. Merkez
Efendinin nâmı her tarafa yayıldı. Merkez Efendi, hocası Sünbül Sinân'ın kızı
Rahime Hâtun ile evlenmek isteği olduğunu bildirince, Sünbül Efendi; "Bir deve
yükü altın getirebilirseniz kızımızı veririz." dedi. Merkez Efendi, bir devenin
üzerine iki çuval toprak doldurdu. Devenin yularını çekerek Sünbül Efendinin
kapısına getirdi. Çuvalları kapıda boşalttığında, çuvaldan toprak yerine çil çil
altınlar döküldü. Sünbül Efendi ve çocukları, altınlara dönüp bakmadılar bile.
Fakat hocası Merkez Efendiye; "Ey Mûsâ Efendi! Maksadımız altın değildi.
Evdekilerin de derecenin yüksekliğini anlamalarıydı. İmtihânı kazandın."
buyurdu. Sünbül Efendi, çok sevdiği kızı Rahime Hâtun'u, yine çok sevdiği
talebesi Merkez Efendiye nikâh etti ve evlendirdi.
Düğünden
birkaç gün sonra, Sünbül Efendi, kızı Rahime Hâtun'un evine gitti. Evde kızı
yemek yapıyordu. Fakat ocakta, odun yerine parmaklarından çıkan alevle yemeğini
pişiriyordu. Kızının bu hâlini hayretle gören Sünbül Efendi; "Rahimecik ne
yapıyordun?" diye sorunca; "Talebelere çorba pişiriyordum" cevabını verdi.
|
|