|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Tâbiîn devrinin büyük hadîs,
kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A'meş (rahmetullahi teâlâ aleyh) hadîs
ilminde hâfız (yüz bin hadîs-i şerîfi râvileri ile birlikte ezberlemişti), sikâ,
güvenilir, sağlam bir zât olup, ilmi ve fazîleti çok yüksekti. İlminin çokluğu
sebebiyle kendisine "Allâmet-ül-İslâm"; Sıdkı, doğruluğu dolayısıyla da "Mushaf"
denilmiştir. Zamânında, Kûfe'de Allahü teâlânın kitâbını onun kadar iyi okuyan,
onun kadar güzel söz söyleyen, onun kadar anlayışlı, sorulan her suâle onun
kadar süratle cevap veren biri yoktu.
Onun nazarında herkes eşit
idi. Sohbetlerinde zenginler, fakirler, hattâ sultânlar aynı safta bulunurlardı.
Zengin, fakir herkes, huzûrunda emirlerini bekleyip arzûlarını yerine getirmek
için can atarlardı. Bununla berâber, çoğu zaman bir dilim ekmeği bile
bulunmazdı. Yediği lokmanın helâldan olmasına çok dikkat eder, şüpheli şeylerden
kaçınan zâhid bir zât idi. Hep ölümü düşünür, ona hazırlıklı olmak için
çalışırdı. Uykudan uyandığı zaman, su bulup abdest alması gecikecek olursa
derhal teyemmüm ederdi. Su ile abdest alıncaya kadar geçecek olan az bir zamânı
böylece abdestli geçirmiş olurdu. Bu hâlini görenlere; "Ben abdestsiz ölmekden
korkuyorum. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli değildir." buyururdu.
A'meş hazretleri kırâat
imâmlarından, hadîs ilminde çok yükselmiş olanlardan ve Kûfe'de bulunan fıkıh
âlimlerindendi. Çok ibâdet ederdi. Yetmiş seneye yakın bir zaman, bütün
namazlarını cemâatle ve birinci safda kıldı.
Kırâat ilminde on imâmdan
sonra meşhur olan dört kırâat imâmından birisi de A'meş'dir. Bu dört kırâat
tevâtür derecesine ulaşmamıştır. A'meş, hadîs ilminde de âlim olup Kûfe'de en
son vefât eden Sahâbî Abdullah bin Ebî Evfa hazretleri ile görüşüp ondan hadîs-i
şerîf rivâyet etti.
Büyük hadîs âlimi olan A'meş,
İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe'den bir çok mesele sordu. İmâm-ı A'zam bu suâllerin her
biri için hadîs-i şerîfler okuyarak cevab verdi. A'meş, İmâm-ı A'zam'ın hadîs
ilmindeki derin bilgisini görünce; "Ey fıkıh âlimleri! Sizler mütehassıs tabib,
bizler ise eczâcı gibiyiz. Hadîsleri ve bunları rivâyet edenleri biz söyleriz.
Bizim söylediklerimizin mânâlarını siz anlarsınız." dedi. Bir defâsında bir
kimse gelip bir mesele sordu. A'meş bunun cevâbını düşünmeye başladı. O esnâda
İmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe geldi. A'meş, bu süâli imâma sorup cevâbını istedi.
İmâm-ı A'zam, hemen geniş cevap verdi. A'meş, bu cevâba hayrân olup; "Yâ İmâm
bunu, hangi hadîsten çıkardınız?" dedi. İmâm-ı A'zam bir hadîs-i şerîf okuyup;
"Bundan çıkardım, bunu senden işitmiştim." buyurdu.
İmâm-ı A'zam hazretleri bir
gün A'meş'in yanına gidip; "Hadîs-i şerîfte bildirildiğine göre, Allahü teâlâ
kimin gözlerinden görme hassasını alırsa, ona karşılığını verir, sana ne verdi?"
diye sordu. A'meş cevâbında dedi ki; "Allahü teâlâ, mükâfât olarak bana sıkıntı,
ağırlık verenleri görmekten kurtardı."
"Neden gözün yaşarır?" diye
sorduklarında, A'meş: "Ağırlık veren ahmak kimselere bakmaktan yaşarır." diye
cevâb vermiştir.
Biz öyle kimselere yetiştik
ki, onlardan biri, günlerce kardeşini göremez, sonra onunla karşılaştığında;
"Nasılsın? Ne haldesin?" diye sorardı. Bu sorma laf olsun diye olmaz. Kardeşi,
kendisinden malının yarısını istemiş olsa bile hemen verirdi. Şimdi öyle
insanlar var ki, kardeşiyle her gün karşılaşsa bile; "Nasılsın? Ne haldesin?"
diye soruyor. Hattâ evdeki tavuklarını bile soruyor. Fakat kardeşi kendisinden
bir dirhem istese vermiyor..." buyururdu.
|
|