|
EVLİYÂ HAYÂTINDAN SAHÎFELER
Anadolu evliyâsının
büyüklerinden Abdullah-ı İlâhî hazretleri; Şah-ı Nakşibend Behâeddîn-i
Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yolunu Buhârâ'da Ubeydullah-i
Ahrâr'dan alarak Anadolu'ya ilk olarak getirip yayan âlimdir. İlk tahsîlini
Simav'da tamamladıktan sonra İstanbul'a gitti. Zeyrek Medresesinde büyük âlim
Alâeddîn Tûsî'nin talebesi oldu. Zahirî ilimlerde ilerledi. Hocası Alâeddîn Tûsî,
Hocazâde ile yaptığı münazara netîcesinde İran'da Kirman taraflarına gitti. En
çok sevip takdir ettiği talebesi Abdullah-ı İlâhî'yi de yanında götürdü.
Abdullah-ı İlâhî, Kirman'da da bir müddet ilim tahsîl etti. Fakat bir türlü
tatmin olmadı. Zâhirî ilimleri bırakıp bâtınî ilimlerle uğraşmayı arzu etti.
Hattâ bütün kitaplarını yakmak veya suya atmak gibi bir düşünceyle karşı karşıya
kaldı. Yanına gelen evliyâdan bir zâtın tavsiyesi ile ihtiyâcı olmayan kitapları
satıp parasını fakirlere dağıttı. Bilahare Semerkant'a gitti. Bu sırada
Semerkant'ta Yâkub-ı Çerhî hazretlerinin talebesi ve halîfesi Hâce Ubeydullah-ı
Ahrâr, Hâce Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî'nin yolunu yaymak ve insanlara İslâm
ahlâkını anlatmakla meşgûldü. Binlerce talebe etrafında feyz almak, Allahü
teâlânın râzı olduğu yolu öğrenmek için çırpınıyordu. Abdullah-ı İlâhî de, bu
seçilmişlerin halkasına dâhil oldu. Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin
talebelerinin Ehl-i sünnet îtikâdına bağlılığını, Resûlullah sallallahü aleyhi
ve sellemin sünnet-i şerîfine uymaktaki gayretlerini görüp hayran kaldı.
Yıllarca Semerkant'ta kalıp Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin hizmetinde bulundu.
Feyzlerinden istifâde etti. Hocasının emriyle Buhârâ'ya gidip Behâeddîn-i Buhârî
hazretlerinin kabrini ziyâret etti. Orada bir yıl insanlardan uzak kalarak
yalnız ibâdetle meşgûl oldu. Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin rûhâniyetinden
feyz aldı. Çok zaman Behâeddin-i Buhârî'nin kabri yarılarak dışarı çıkar,
rüyalarını yorumlar, çeşitli iltifatlarda bulunurdu. Zâhirde hocası Ubeydullah-ı
Ahrâr olmasına rağmen, hakikatte tasavvuf yolunu Hâce Behâeddîn-i Buhârî
hazretlerinden üveysî olarak tahsîl etti. Daha sonra tekrar Semerkant'a döndü.
Bir müddet daha Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin hizmetinde bulunup tasavvufta
yüksek derecelere kavuşarak icâzet aldı. Sonra Seyyid Ahmed Buhârî ile birlikte
Anadolu'ya gönderildi. Gelirken Herat'ta Mevlânâ Abdurrahmân Câmî (v.1492) ve
diğer büyükler ile görüşüp sohbet etti. Anadolu'ya gelip memleketi olan Simav'da
yerleşti. Hak âşıkları, kısa zamanda onun büyüklüğünü anlayarak etrafına
toplandılar. Sohbetinde bulunmayı câna minnet bildiler.
Abdullah-ı İlâhî hazretleri
de, hocasından öğrendiklerini Anadolu'da yaymayı kendisine vazîfe edinip,
insanların huzur ve saâdete kavuşmaları için gece gündüz çalıştı. Muhammed
Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin dergâhından aldığı feyzleri Anadolu'da ilk
yayan velî oldu. Bir müddet sonra Anadolu kâdıaskeri Manisalızâde Muhyiddîn
Mehmed Çelebi (v.1483)'nin dâveti üzerine Fâtih Sultan Mehmed Hanın vefât ettiği
günlerde İstanbul'a geldi (1481). Kâdıasker Mehmed Çelebi'nin gösterdiği odaları
ve teklifleri kabul etmeyip, daha önce ilim tahsîl ettiği Zeyrek Câmii
etrâfındaki vîrâne hâline gelmiş boş medrese odalarını tercih etti. Orada
yerleşti. Şeyh Ebü'l-Vefa Konevî gibi Allah dostları ile sohbet etti.
İstanbullular onun gelişini rahmet bilip, sohbetine koştular. Az zamanda halktan
ve devlet adamlarından birçok kimse, Abdullah-ı İlâhî'nin talebeleri arasında
yer aldı.
Bunlardan biri de Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin torunlarından Âbid Çelebi idi. Kâdılık hizmetini
bırakarak Abdullah-ı İlâhî'ye talebe olmuştu. Bir gün Zeyrek Câmiinde Âbid
Çelebiye sâdece onun farkedebileceği bir kerâmet göstererek iltifâtlarda
bulundu. Bunun sebebini soran talebesi Uzun Musluhiddîn'e;
"İnsanların meşrebleri ayrı
ayrıdır. Avâmın çocukları dayaktan, büyüklerin çocukları lütuftan anlar. Ona
iltifât etmesem, beni ve bu büyüklerin yolunu bırakır." buyurdu.
Yine Âbid Çelebi, Abdullah-ı
İlâhî'nin dergâhına uzun bir müddet devam ettikten sonra kalbinin açılmadığını
fark edip Muhyiddîn İskilibî (Şeyh Yavsî) hazretlerine talebe olmayı kalbinden
geçirdi. Kafası bu düşüncelerle dolu olarak Zeyrek Câmiinde namaz kıldı.
Namazdan sonra hocası Abdullah-ı İlâhî kendisine dönüp; "Seni namaz kılarken
Muhyiddîn İskilibî'nin şeklinde gördüm." buyurdu. Bunun üzerine Âbid Çelebi,
özür dileyip hocasının elini öptü ve hizmetine devam etti. Gün geçtikçe gönlü
açılıp ard arda gelen feyzlere kavuştu.
Halkın ve devlet erkânının
iltifatları, Abdullah-ı İlâhî hazretlerini İstanbul'dan uzaklara gitmeye
zorladı. Zâten meşhur Osmanlı kumandanı Evrenos Beyin oğlu Ahmed Bey, sancakbeyi
olduğu Vardar Yenicesi (Selanik yakınlarında)' ne dâvet edip duruyordu.
Abdullah-ı İlâhî hazretleri çok sevdiği Ahmed Beyin arzusuna uyup Vardar
Yenicesi'ne gitti. Seyyid Ahmed Buhârî hazretlerini İstanbul'da yerine halîfe
bıraktı. Teşrifi ile Vardar Yenicesi şenlendi. Şehir onun hürmetine îmâr edildi.
Câmiler, hanlar, medreseler, darü'l-hadîs, tekke ve türbeler inşâ edildi.
İnsanlar bu Allah adamının sohbetinden istifâde etmek, meclisinde bulunmak için
yarış ettiler.
Bir gün ihtiyar bir kadın
Abdullah-ı İlâhî'nin meclisine gelip bir müşkülü olduğunu arzetti. O gece
rüyasında kendisini kurbağa şeklinde gördüğünü söyledi. Abdullah-ı İlâhî;
"Hayırdır inşaallah korkacak bir şey yok." buyurup, kendi haliyle meşgul oldu.
Ama bu cevap kadını tatmin etmemişti. Bir kenarda bekledi. Biraz sonra başını
kaldıran Abdullah-ı İlâhî; "Anacığım! Sen dervişleri evine davet etmek istemiş,
sonra da vazgeçmişsin. Bu rüyâ ona alâmettir. Git huzurla işine bak." buyurdu.
İhtiyar kadın bu sözleri tasdik edip; "Evet aynen öyle oldu. Evim dar olduğu
için davetten vazgeçtim." dedi.
Abdullah-ı İlâhî hazretleri,
Vardar Yenicesi'nde uzun yıllar insanlara Allahü teâlânın dînini anlattı.
İnsanlara rehberlik, zevk erbabına pîrlik, şevk, istek sâhiplerine şeyhlik
yaptı. Sırların kaynağı, doğruların dayanağı, ilâhî sırların açıklayıcısı oldu.
1491 yılında burada vefat edip, şehir içinde yüksek bir yerde, Evranosoğlu Ahmed
Beyin yaptırdığı mescid, medrese, tekke, dârül-hadîs ve türbeden müteşekkil
külliyenin türbesine defnedildi. Ahmed Bey, Murâd Baba, Şeyh Feyzullah Efendi,
Yazıcızade Mehmed Efendi oğlu Mehmed Çelebi (Yazıcı Çelebi Efendi) de daha sonra
burada defnedildiler. Bunlar büyük ihtimalle Abdullah-ı İlâhî'nin Vardar
Yenicesi'ndeki belli başlı talebeleri idiler. Türbe, Osmanlıların son
zamanlarına kadar ayakta kalmış, ziyâret edilmiş, fakat daha sonra ortadan
kaldırılmıştır.
|
|