|
ÇALGI – İÇKİ
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; Semâ', kasîde dinlemek,
söylemek hakkında soruldu. Buyurdu ki: "Hali sağlam, ilimde âlim, içi ve dışı
îtibâriyle doğru istikamet sâhibi olmayanın semâ' dinlemesi doğru olmaz. Bizim
gibilere ise bağırmak, çağırmak, dönmek hiç uygun değildir. Çünkü bizim
kalplerimiz henüz ibâdetlerle ülfet, dostluk hâlinde değildir. Kendimizi ibâdete
zorla sevk ediyoruz. Nefsimizi başı boş bırakırsak bizi felaketten felakete
sürükler."
Büyük velîlerden İbn-i
Nüceyd (rahmetullahi teâlâ aleyh) ince bir düşünce tarzına sâhipti.
Naklederler ki: Ebû Kâsım Nasrâbâdî onunla birlikte Semâ meclisindeydi. Ebû
Kâsım Nasrâbâdî'ye; "Bu Semâı neye göre dinliyorsun?" diye sordu. Ebû Kâsım;
"Oturup gıybet yapmaktan ve bunu dinlemektense semâ dinlemek daha iyidir."
cevabını verdi. Bunun üzerine İbn-i Nüceyd hazretleri; "Semâ esnâsında yapmama
gücüne sâhib olduğun bir hareket senden sâdır olsa, yüz yıl gıybet etmek ondan
iyidir." buyurarak semânın uygun olmadığını bildirdi.
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan
Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Buhârâ'da,
yaz mevsiminde bir akşam, talebeleriyle birlikte Atâullah adında bir zâtın
evinin damında oturmuş sohbet ediyordu. Mübârek ağzından inci gibi güzel sözler
dökülüyor, dinleyenlere feyz saçıyordu. Evin yakınında, Buhârâ vâlisinin sarayı
vardı. O akşam vâli de, sarayının damında adamlarıyla birlikte def ve çalgı
çalıp, eğleniyordu. Ses her tarafa yayılıyordu. Behâeddîn Buhârî; "Bizim bu
sesleri işitmemiz câiz değildir, kulağımıza pamuk tıkamak lâzımdır." dedi.
Böyle söyledikten sonra,
sohbet meclisinde bulunan talebeleri ve kendisi, çalgı sesini işitmez oldular.
Hâlbuki vâli ve adamları sabaha kadar çalgı çalmışlardı. Sabahleyin komşular,
Behâeddîn Buhârî hazretlerinin talebelerine; "Biz çalgı sesinden sabaha kadar
uyuyamadık, siz nasıl durabildiniz?" dediler. Talebeler; "Hocamız bu sesi
dinlememiz uygun olmaz, kulağımıza pamuk tıkamamız lâzımdır." buyurdu. O andan
îtibâren sabaha kadar hiç çalgı sesi işitmedik." dediler. Bu durum, o vâliye
anlatıldı. Vâli durumu öğrenince, yaptığı işe pişmân olup, tövbe etti. Bu hâdise
Buhârâ'da günlerce anlatıldı. Herkes Behâeddîn Buhârî'nin büyüklüğünü gördü. Ona
muhabbetleri daha çok arttı.
Bağdât'ta yetişen büyük
velîlerden Hammâd bin Müslim Debbâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) yapılması
haram olan bir şeyle karşılaşsa veya başkaları tarafından yapılan bir haram işi
görse, hatâyı kendisinde bulur, tövbe ve istigfâr ederdi. Bir gün yolda
giderken, bir evden çalgı ve şarkı söyleyen bir kadının sesini işitti. Hemen
tövbe ve istigfâr ederek evine gelip evdekilere, "Biz hangi günâhı işledik de,
bugün yolda bir günah ile karşılaştım?" diye sordu. Âilesi de, "Akşam eve,
içinde canlı resmi olan bir tabak hediye getirmişlerdi." dedi. Tabağı getirip
kırdıktan sonra; "Bir daha böyle bir şey kabûl etmeyiniz." buyurdu.
Büyük velî, fıkıh, tefsîr,
hadîs ve kelâm âlimi İmâm-ı Kuşeyrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: Şarab haramdır. Çünkü aklı gideriyor ve insanı sarhoş ediyor. Gaflet, yânî
Allahü teâlâyı unutmak şarabından sarhoş olanın sarhoşluğu, şarab içenin
sarhoşluğundan daha zayıftır. Şarab içmenin cezâsı haddir. Gaflet şarabının
cezâsı uzaklıktır. Şarab içen, sarhoşken namaz kılmaktan men olunur. Gâfil olan,
namazdan mahrum olur. Sarhoş ayılmayınca had vurulmadığı gibi, gaflet sarhoşu da
ölüm kamçısıyla uyanmayınca, kendine gelmeyince, nasîhat kâr etmez. Şarab bütün
günahlara ve hatâlara sebeb olduğu gibi, gaflet de bütün uzaklık ve ayrılıkların
sebebidir.
Tâbiîn devrinde Medîne'de
yetişen yedi büyük âlimden biri olan Saîd bin Müseyyib (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Geçmiş ümmetlerin hıyânet yapmalarına, kâfir
olmalarına sebep, şarap içmekti."
Tâbiîn devrinde Medîne'de
yetişen büyük âlimlerden Atâ bin Yesâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri şöyle anlatıyor: Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ey îmân edenler! İçki,
kumar, putlar ve fal okları, şeytanın işlerinden bir pisliktir. Bunlardan
kaçının ki, felâh bulasınız!" (Mâide sûresi: 90) âyet-i kerîmesinin mânâsı
Tevrât'ta şu şekilde vardı. "Bâtılı gidersin, oyunu boşa çıkarsın, çalgılı oyun
âletlerini yok etsin! diye, biz hakkı indirdik. Şarap içene yazıklar olsun!
Allahü teâlâ bu mânâda, izzetine ve celâline yemin ederek; "Bir kimse, haram
olduğunu bilerek içerse, kıyâmet günü onu suya hasret bırakırım. Şarabın haram
olduğunu bilerek bırakana, Cennet ırmaklarından içiririm." buyurdu.
Velîlerden ve meşhûr tefsîr
âlimi Dehhâk bin Müzâhim (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Bir
kimse şaraba devâm ettiği halde ölürse, kıyâmet günü, sarhoş olarak haşredilir."
Çin, Hindistan, İran ve
Anadolu'da İslâmiyetin yayılmasında büyük hizmeti geçen âlim ve mücâhid velî
olan Ebû İshâk Kâzerûnî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerini zamânın
devlet adamlarından Ebü'l-Fadl Büveyh-i Deylemî bir gün ziyâret etti. Görüşme
esnâsında Şeyh hazretleri ona dönüp; "Şarabı içmekten vazgeçip tövbe et." diye
nasîhat etti. Ebü'l-Fadl; "İmkânı yok efendim. Ben şarab içmeyi bırakamam. Çünkü
ben, hükümdârımız Fahrü'l-Mülk'ün en yakını, nedîmiyim. Onunla iyi görüşürüm.
Oturup beraber şarab içeriz. Benim şarabı bırakmama vezirler râzı olmazlar. Buna
gücüm yetmez." dedi. Kâzerûnî hazretleri buyurdu ki: "Sen şarab içmekten
vazgeçip, benim yanımda tövbe et. Hükümdarın ve vezirlerin yanına vardığın
zaman, ziyâfette içki verdiklerinde hemen bizi hatırla. "Ebü'l-Fadl, Şeyh
hazretlerinin sözünü dinleyip içki içmekten vaz geçti ve geçmişteki günahlarına
da onun huzûrunda tövbe etti.
Aradan bir müddet geçtikten
sonra hükümdar Fahrü'l-Mülk ziyâfet tertipletip devlet ileri gelenleriyle
birlikte Ebü'l-Fadl'ı da dâvet etti. Ziyafette şarap dağıtılacak, çalgılar
çalınıp eğlence yapılacaktı. Ebü'l-Fadl olacakları ve fitneden nasıl
kurtulacağını düşündü. Ziyâfet için gerekli hazırlıklar yapıldı, eğlence ve
ziyâfet başladı. Vezirlerden birisi Ebü'l-Fadl'a da şarab getirdi ve içmesi için
zorladı. Ebü'l-Fadl o anda Kâzerûnî hazretlerinin sözlerini hatırladı. Onun
rûhâniyetine sığınıp; "Efendim himmet buyurup beni bu fitneden kurtarın." diye
yalvardı. Ebü'l-Fadl büyük bir endişe içinde beklediği sırada içeriye büyük bir
kedi atıldı. Sürâhi ve bardakların ortasından sıçrayıp bir çırpıda hepsini
devirip, yıktı. Sürâhi ve bardaklarda bulunan şarap yere döküldü. Sofradaki
yiyecekler de döküldü. Oradakilerden kimse kediye mâni olamadılar ve şaşkın
şaşkın bakakaldılar.
Kâzerûnî hazretlerinin
kerâmetini gören Ebü'l-Fadl, olanlar karşısında ağlamaya başladı. Fahrü'l-Mülk,
Ebü'l-Fadl'a dönüp; "Neden ağlıyorsun?" diye sordu. Ebü'l-Fadl olanların iç
yüzünü anlattı. Kâzerûnî hazretlerinin kendisine tövbe ettirdiğini söyledi.
Fahrü'l-Mülk ona; "Serbestsin istersen gidebilirsin, tövbeni bozma. Bizim
hâlimizi bize bırak." dedi. Orada bulunanlar da durumu öğrenip Kâzerûnî
hazretlerinin kerâmetine şâhid oldular.
|
|