CENNET –
CEHENNEM
Büyük velîlerden ve hadîs
âlimi Abdüla'lâ Kureşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Cennet ve Cehennem, Âdemoğlundan bir şeyler duymak için ona yaklaşırlar. Şayet
insan Cennet'i isterse, Cennet; "Yâ Rabbî! Onu isteğine kavuştur!" der. Şayet
Cehennem'den sakınırsa, Cehennem de; "Yâ Rabbî! Onu ateşten muhâfaza et!" diye
duâ eder."
Abdülazîz Bekkine
(rahmetullahi teâlâ
aleyh) bir sohbetinde şöyle dedi: "Müminin dünyâya bakışı öyledir ki, dünyâdaki
zevk ve sefâya bakar, arkasında Cehennem'i görür. Meşakkate, hizmete bakar,
arkasında Cennet'i görür. Yâni müminin nazarı dünyâya takılmaz."
Evlliyânın büyüklerinden
Abdülazîz Debbağ (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde talebelerine
şöyle buyururdu: "Firdevs Cennetinde, bu dünyâda işitilen veya işitilmeyen bütün
nîmetler mevcuttur. Cennetin ırmakları, Firdevs Cennetinden kaynayıp çıkar. Bir
ırmaktan su, bal, süt ve şarab olmak üzere dört türlü meşrûbât akar. Nasıl
gökkuşağındaki renkler birbirine karışmadan durursa bu dört meşrûbât da
birbirine karışmadan akar. Bu ırmaklar müminin isteğine göre akar. Hangisini
isterse o akar ve onu içer. Bütün bunlar, Allahü teâlânın irâdesiyle
olmaktadır."
Meşhûr hadîs âlimlerinden
Abdülazîz bin Ebû Revvâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ölüm
hastalığında, Mugire bin Hakî'nin yanına gittim. "Bana nasîhat et." dedim. "Bu
yatak için sâlih amel yap." dedi.
Abdülazîz bin Ebû Revvâd
hazretlerine; "Nasıl sabahladın?" diye sorulunca, ağladı. "Niçin ağladın?",
dendi. Bunun üzerine; "Ölümü unutmuş, üstelik günahları da çok olan kimsenin
hâli nasıl olur. Ecel, süratle geliyor, ömür her gün eksiliyor. Akibetin Cennet
mi, Cehennem mi, ne olacağı bilinmiyor. Ya Cehennem olursa, hâlimiz ne olur?"
buyurdular.
Evlîyanın önderlerinden ve
İslâm âlimlerinin büyüklerinden Abdülhâlık Goncdüvânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin huzûruna gelen bir kimse; "Eğer Allahü teâlâ beni
Cennet ile Cehennem arasında muhayyer kılsa, ben Cehennemi seçerim. Zîrâ bütün
ömrümde nefsimin arzusu üzerine amel etmedim. O halde Cennet nefsin murâdıdır.
Cehennem ise, Allahü teâlânın murâdıdır." dedi. Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri bu sözü red ederek:
Kulun seçme hakkı yoktur.
Her nereye git derlerse oraya gideriz. Nerede kalın derlerse orada kalırız.
Kulluk budur. Senin dediğin kulluk değildir. buyurdu.
Tebe-i tâbiînden, Meşhûr
hadîs, fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerinden olan Abdülvâhid bin Zeyd (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Muhakkak ki her şeyin bir kestirme (yakın) yolu
vardır. Cennet'in kestirme yolu da cihâd yapmaktır.
Evliyânın büyüklerinden
Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Sırat haktır.
Buna inanmalıdır. Kıldan ince, ateşten daha sıcak, kılıçtan keskin, uzunluğu
dünyâ senesiyle otuz altı senedir. Üzerinden salih müminler şimşek gibi geçecek,
fâcirler (günâhkârlar) altındaki Cehennem'e düşeceklerdir. Peygamber efendimize
ikrâm olunan havz haktır. Cennet, iyilere ve Allahü teâlânın dostlarınadır ve
ebedîdir. Cehennem ise, fâcir ve günâhkârlaradır ve ebedîdir. Cennet'le Cehennem
arasında, Allah tarafından bir münâdî (nidâ eden) şöyle seslenir: "Ey Cennet
ehli, Cennet'te; ey Cehennem ehli, Cehennem'de ölümsüz (sonsuz) olarak kalınız."
Evliyânın büyüklerinden
Ahmed bin Harb (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bizlere ne kadar
şaşılır ve hayret edilir ki, gölge denilince hemen güneşin varlığı aklımıza
gelir de, Cennet denilince akla Cehennem'in geleceği, ondan korunmak çâreleri
düşünülmez ve ondan gâfil oluruz."
Basra velîlerinden Alâ
bin Ziyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün, halka Cehennem azâbının çok
şiddetli olduğunu anlatıyordu. Bu sırada oradakilerden biri;
"Bu, insanları ümitsizliğe
düşürmek değil midir?" diye sordu. Alâ bin Ziyâd hazretleri ona; "Allahü teâlâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Ey (günah işlemekle) nefislerine karşı haddi aşmış
kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidi kesmeyiniz." (Zümer sûresi: 53) "Bütün
haddi aşanlar (müşrikler) da cehennemliktirler." (Mü'min sûresi:
43) buyururken, ben insanları nasıl ümitsizliğe düşürebilirim. Fakat çok kimseler
kötü amellerine rağmen yine de Cennet'le müjdelenmeyi arzu ediyorlar. Allahü
teâlâ Muhammed aleyhisselâmı kendine itâat edenleri Cennet'le müjdelemek,
karşı gelenleri de Cehennem azâbı ile korkutmak için göndermiştir." buyurdular.
Irak evliyâsından Ali
Sincârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Ebedî olarak yaşamak
istiyorsanız, Allahü teâlânın emirlerini yapınız, yasaklarından kaçınınız ve
cenâb-ı Hakkı devamlı hatırlayınız. Ondan gelenlere râzı olunuz. O zaman,
âhiretinizi kazanır, Cennet'te ebedî, sonsuz olarak yaşarsınız."
Tâbiînin meşhurlarından ve
hâdîs âlimlerinden Alkame bin Kays (rahmetullahi teâlâ aleyh) Abdullah
ibni Mes'ûd (radıyallahü anh) hazretlerinden rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte,
Resûlullah efendimiz buyuruyorlar ki: "Kalbinde hardal dânesi kadar îmânı olan
hiç bir kimse, Cehennem'de ebedî kalmaz."
Tâbiînin meşhurlarından
olan Âmir bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, "Eğer
aradaki perde kalkarsa (âhireti, Cennet'i, Cehennem'i görsem) îmânımda ve
yakînimde hiç bir değişiklik olmaz." Buyurmuştur. Namazı gibi duâsı da uzundu.
İmâm-ı Mâlik bin Enes haber vermiştir ki; Âmir bin Abdullah nice defâlar yatsı
namazını kılıp, Mescid-i Nebevîden ayrıldıktan sonra, evine
giderken evine varmadan ellerini kaldırır duâ etmeğe başlardı. Müezzin sabah ezânını okuyup,
müslümanları sabah namazı için dâvet edinceye kadar bir daha indirmez, sabah namazını kılmak için mescide döner ve yatsı namazının abdesti ile sabah namazını
kılardı. Kendisi; "Babam vefât ettikten sonra bir sene devamlı, fasılasız onun
için Allahü teâlâya duâ ettim." buyurmuştur. Bütün gecelerini hiç uyumadan
geçirir, gündüzleri de öğleden önce Sünnet-i Resûlullah olan kaylûleden
başka hiç uyumazdı. Geceleri kâim, uyanık ve ibâdet hâlinde, gündüzleri hep sâim
idi; yâni geceleri ibâdetle geçirir, gündüzleri oruç tutardı.
Âmir bin Abdullah
hazretleri, şehîdlik mertebesine ulaşmak için Allah yolunda savaşlara katılır,
kâfirlerle, müşriklerle harb ederdi. Katıldığı bütün harblere yayan giderdi. Bir
sefer de, Emir Mâlik bin Abdullah onun yaya yürüdüğünü görünce; "Yâ Âmir bir
hayvana binmek istemez misin?" diye sordu. O da Peygamberimizden şu hadîs-i
şerîfi işittiğini haber vermiştir: "Her kimin ayakları Allah yolunda tozlanırsa,
onlar Cehennem'e haram olur." (Cehennem o ayakları yakmaz).
Buhârâ'da yetişen büyük
âlim ve velîlerden Ârif-i Dikgerânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri bir sohbeti sırasında da buyurdular ki: "Kendi tedbirine güvenenin
yeri Cehennem'dir. Tedbirini aldıktan sonra Allahü teâlânın takdîrine bağlananın
ise yeri Cennet'tir."
Tâbiîn devrinin tanınmış
hadîs ve tefsîr âlimlerinden Atâ bin Meysere el-Horasânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Cehennem'in yedi kapısı vardır. Bunlardan en pis
kokan, ateşi en şiddetli olan, haram olduğunu bildikten sonra zinâ yapanlara âid
olandır."
Büyük velîlerden ve
tâbiînin meşhurlarından Avn bin Abdullah (rahmetullahi teâlâ
aleyh) bir gün ağlıyor göz yaşlarını yüzüne sürüyordu. Ona; "Gözyaşlarını niçin yüzüne
sürüyorsun?" denildi. O da; "İnsanın, Allah korkusu ile olan göz yaşları,
bedeninden bir yere değerse, Allahü teâlâ orasını Cehennem'e haram kılar ve
yakmaz." buyurdular.
Yine buyurdular ki: Allahü
teâlânın affı ile Cehennem'den kurtulursunuz. Rahmeti ile Cennet'e girersiniz.
Amellerinize göre mertebeniz ve dereceniz olur.
Evliyânın büyüklerinden ve
kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin on beşincisi olan
Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Resûlullah efendimizin, benim ümmetim buyurduğu ümmet, İbrâhim
aleyhisselâmın Nemrud'un ateşinden kurtulduğu gibi Cehennem ateşinden
kurtulurlar. Çünkü Resûlullah efendimiz; "Benim ümmetim, dalâlet (sapıklık)
üzerinde birleşmez." buyurdu. Buradaki ümmetten maksad, hakîkî ümmettir. Yâni
Resûlullah'a tâbi olan ümmettir. Bunun için Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
"Benim ümmetim üç kısımdır. Birincisi dâvet ümmeti (müslüman olmayanlar),
ikincisi icâbet ümmeti (müslüman olanlar), üçüncüsü de müteâbât (tam uyanlar)
ümmetidir."
Tâbiîn tanınmışlarından
büyük velî Bekr bin Abdullah Müzenî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Kim gülerek günâh işlerse, ağlıyarak Cehennem'e girer."
Peygamber efendimizin
arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa'd (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdurlar ki: "Ey ebedî yolun yolcuları! Sizler, yok olmak için
yaratılmadınız. Sizler, sâdece bir evden, bir eve göç edersiniz. Nitekim siz,
sulblerden rahimlere, buradan dünyâya, dünyâdan kabirlere, kabirlerden mevkif
denilen mahşer meydanına, oradan da ebedî Cennet'e veya Cehennem'e gidersiniz."
Evliyânın büyüklerinden
Bündâr bin Hüseyin Şirâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Cennet için, nefsin arzu ettiği şeylerden uzaklaşmak gerekir."
Hammâd bin Zeyd Amr bin
Dinâr hazretleri, Câbir bin Zeyd'den, o da İbn-i Abbâs'tan; Resûlullah'ın
(sallallahü aleyhi ve sellem) "Kim bana salevât okumayı terk ederse, Cennet
yolunu bulamaz." buyurduğunu rivâyet etmişlerdir.
Evliyânın büyüklerinden
Câfer bin Süleymân Dâbiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ebû İmrân el-Cûnî'den
naklederek buyurdular ki: "Allahü teâlâ nazar buyurduğu kuluna rahmet ve
merhamet eder. Eğer Cehennem ehline de nazar buyursaydı, onlara da rahmet
ederdi. Fakat Cehennem ehline nazar etmemeyi takdir buyurdu."
Tanınmış büyük evlîyadan
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün oğlu
Sultan Veled'e: "Oğlum! Eğer Cennet'te olmak istersen, herkes ile dost geçin,
hiç kimseye kin tutma, herkese tevâzu göster. Zîrâ alçak gönüllü olmak asıl
sultanlıktır." buyurdular.
Evliyâ hanımlardan
Cevhere Berâsiyye (rahmetullahi teâlâ aleyhâ) sâlih bir zât olan Ebû
Abdullah el-Berâsî ile evlendi. Daha önceleri câriye idi. Âzâd edilince yuva
kurdu ve kendini ibâdete verdi.
Ebû Abdullah el-Berâsî
anlatır: "Birgün Cevhere bana; "Ey efendi! Kadınlar Cennet'e girdiklerinde
süslenir zinetlenirler mi?" diye sordu. Ben de evet dedim. Bunun üzerine bir
feryat koparıp bayılıp, yere düştü. Daha sonra kendine geldi. Ona; "Bu ne
haldir." dedim. Bana; "Şu hâlimi düşünüyorum da dünyâ nîmetlerinden kavuştuğum
şeyler beni korkutuyor ve âhirette mahrûm kalacağımı zannettim." diye cevap
verdi. Bir zaman Cevhere Hâtundan çok ibâdet etmesinin sebebini sordular; O
şöyle anlattı: "Bir gece rüyâmda bana Cennet'te bir köşk gösterdiler. Burası
kimin için hazırlandı diye sordum. Bana; "Burası gece kalkıp Kur'ân-ı kerîm
okuyanlar içindir." denildi. Bundan sonra geceleri uyumayıp Kur'ân-ı kerîm
okumaya ve gece ibâdetine devâm ettim." dedi.
İskenderiye'de yetişen
büyük velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Cehennem ehli için azapların en şiddetlisi,
Cennet nîmetlerinden mahrum olmaktır. Bu mahrum olmanın sıkıntısı, onlara azapların
hepsinden daha acı gelir."
Evliyânın meşhurlarından
ve Tâbiînin büyüklerinden Ebû Müslim Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Bu ümmeti üç kısım buldum. Birincisi, Cennet'e hesapsız
girerler. İkinci kısmı, azıcık sorguya çekilir, ondan sonra Cennet'e girerler.
Üçüncü sınıf ise biraz azap görüp, ondan sonra Cennet'e girerler. Ben, birinci
kısımda olanlardan olmak isterim. Onlardan olamazsam, az bir hesaba
çekilenlerden, onlardan da olamazsam, biraz azab görüp, Cennet'e girenlerden
olmak isterim."
Yine buyurdular ki: "Eğer
Cennet'i ve Cehennem'i gözümle görseydim, şimdiki yaptıklarıma ilâve edeceğim
bir şey olmazdı. Çünkü, ben sanki her ikisini görmüş gibi hareket ediyorum."
Şam'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Süleymân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Cehennem'de azap yapan, Zebânî adlı melekler, puta tapan kâfirlerden önce,
şerîate uymayan hâfızlara saldıracaklardır."
Evliyânın önde
gelenlerinden Ebü'l-Fadl Ahmedî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün
Cennet'ten anlattı; "Cennet bâzı kimselere iştiyâk duyar, arzu eder. Tıpkı
onların Cennet'i arzu ettikleri gibi. Bunlar îmân sâhibi sâlih kimselerdir.
Bir kısım insanlar daha vardır ki Cennet onları arzu etmez ama onlar Cennet'i
isterler. Bunlar ise âsî günahkâr müminlerdir. Bir başka grup insan daha vardır
ki, Cennet bunları arzu eder. Ama bunların arzuları Cennet değildir. İşte
bunlar hal sâhibi velîlerdir. Bunların dışında bir takım insanlar vardır ki,
Cennet bunları kesinlikle istemez, onlar da Cennet'i istemezler. Bunlar da
kıyâmet gününü ve sonrasını inkâr eden küfür ehlidir.
Cennet ehli Cennet'te bir
şey isteyip, temennî ettiğinde o nîmet hemen verilir." buyurdular.
Irak velîlerinin
büyüklerinden Ebü'l-Hasan Cûsukî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Bir kimsenin Cehennemlik olduğu, üç şeyde açıkça görülür: Kendisine ilim
verilir, amelden mahrûm edilir. Amel verilir, ihlâstan mahrum edilir. Allah
adamlarının sohbetleri ile şereflenir, onlara hürmet etmez."
Bağdât'ın büyük
velîlerinden Ebü'l-Hüseyin Nûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında
Câfer-i Huldî şöyle anlatıyor: Ebû Hüseyin Nûrî, birgün Allahü teâlâya
şöyle yalvardı: "Yâ Rabbî! Cennet ve Cehennem'i insanlarla doldurmak senin
murâdındır. Benim vücûdumu, Cehennem'in tamâmını dolduracak kadar büyüt de,
yanacak insanların yerine ben yanayım. Onlar da Cennet'e gitsinler. Böylece hem
senin murâdın yerine gelmiş, hem de insanlar azap görmemiş olurlar." dedi. Biraz
sonra ben uyudum. Rüyâmda bana; "Nûrî'ye gidip, Allahü teâlâ buyuruyor ki, onu,
o merhameti sebebiyle mağfiret eyledim, de." denildi.
Tebe-i tâbiînden meşhur
fıkıh âlimi ve velîlerden İmâm-ı Evzâî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Halîfe Câfer'e buyurdular ki: Cebrâil aleyhisselâm bir gün Peygamber efendimize
gelmişti. Resûlullah efendimiz, Cebrâil'e; "Yâ Cebrâil! Bana Cehennem'i anlat."
buyurdu. Cebrâil de; "Allahü teâlâ Cehennem'e emretti. Bin sene iyice
kırmızılaşıncaya kadar yandı. Bundan sonra bin sene daha yandı. Sapsarı oldu.
Bin sene daha yanıp, simsiyah oldu. Onun için Cehennem koyu ve siyahtır.
Alevleri ve parçaları parlamaz; seni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya
yemin ederim ki, Cehennem elbiselerinden birisi, dünyâdakilere gösterilmiş
olsaydı, hepsi ölürlerdi. Eğer, Cehennem'in içecek kovalarından bir tânesi,
dünyâ suyuna dökülmüş olsaydı, ondan tadan herkes ölürdü. Eğer, Allahü teâlânın bildirdiği zincirden bir arşın, dünyâdaki dağlar üzerine konulsaydı, bütün
dağlar erirdi. Bir kimse Cehennem'e girip, çıksaydı, yeryüzündekiler
onun kokusundan ölürlerdi." dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz ağladılar.
Resûlullah efendimiz ağlayınca, Cebrâil aleyhisselâm da ağladı ve; "Yâ Muhammed!
Sen de mi ağlıyorsun, halbuki Allahü teâlâ seni günahdan muhâfaza eyledi."
deyince, Resûlullah efendimiz; "Allahü teâlâya şükredici bir kul olmayayım mı?"
buyurdu. Resûlullah efendimiz ile Cebrâil aleyhisselâm ağlarlar iken, gökten bir
ses; "Ya Muhammed, yâ Cebrâil! Şüphesiz Allahü teâla sizi, günâh işlemiyecek
şekilde yarattı. Onun için, yâ Muhammed! Allahü teâlâ seni bütün peygamberlerden
üstün kıldı. Yâ Cebrâil! Seni bütün gök meleklerinden üstün kıldı." dedi.
Muînüddîn-i Çeştî’nin
talebelerinden Hamîdüddîn Nâgûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerine; "Cennet ve Cehennem'in ne oldukları sorulduğunda; buyurdular ki:
"Cennet ve Cehennem, senin amellerindir. Zilzal sûresinin 7 ve 8. âyetlerinde
meâlen; "Zerre kadar iyilik eden onun mükâfâtını görecek; zerre mikdârı kötülük
işleyen de, onun cezâsını görecektir." buyruldu. Bugünkü amelinden, yarın sana
şekiller verilecek. İyi ameller etmişsen, onlara uygun iyi sûretler önüne
getirecekler."
Evliyânın büyüklerinden ve
Hanbelî mezhebi fıkıh âlimlerinden Ebû Muhammed İbrâhim bin Ali el-A’zeb
(rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Cehennem'den en çok korkan kimse,
Cehennem'e girmiş, orada Allahü teâlânın dilediği kadar kalmış, sonra oradan
çıktığını kendinde hissetmiş ve o hâli yaşamış kimsedir."
Harput'ta yetişen meşhur
velîlerden İmâm Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Cehennem iki türlüdür. Hem sıcak, hem soğuk Cehennem vardır. Cenâb-ı Hak kışın
şiddetli soğuğunu yaratmış ki, insanlar Cehennem'in soğuğunu hatırlasınlar da
ondan sakınsınlar. Yazın en sıcak günlerini de yaratmış ki bundan da Cehennem'in
sıcağını hatırlasınlar da ondan sakınma çârelerine yönelsinler."
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim, müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Cennet ile Cehennem'den başka ebedî bir yer yoktur.
Cennet'e girmek için îmân ve dînin emirlerine uymak lâzımdır.
Tâbiînin tanınmışlarından
ve evliyânın büyüklerinden Ka'b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Allahü teâlâ, mümin kulunu sevdiği zaman, Cennet'te onun
derecesini yükseltmek için, dünyâyı ondan uzaklaştırır. Kâfir kuluna gazab
ettiği zaman, onu dünyâda rahat kılıp, sevindirir. Böylece onu Cehennem'in aşağı
derecelerine düşürür."
Yine buyurdular ki:
"Cehennem'de dört köprü vardır: Birincisinde, akrabâsı ile münâsebeti kesenler,
ikincisinde, üzerinde borç bulunanlar, üçüncüsünde taşkınlık ve azgınlık
yapanlar, dördüncüsünde, zulüm edenler oturur."
"Cennet'te ağlayan bir
adam bulunur. Ona, niçin ağlıyorsun denir. O şöyle cevap verir: Ben Allahü
teâlânın yolunda öldürüldüm. Şehîdlik o kadar güzel ki, tekrar dünyâya
döndürülüp, üç defâ daha şehîd olmayı arzu ediyorum. Fakat daha fazla şehîd
olamadığım için ağlıyorum."
Irak'ta yetişen büyük
velîlerinden Mekârim en-Nehr (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile
ilgili olarak Ebû Muhammed bin İdris şöyle anlatır: "Mekârim hazretleri
bir gün sevdiklerine Cehennem'i ve orada yapılacak azâbı anlatıyordu. Herkes
korkmaya ve ağlamaya başladı. Lâkin orada yabancı birisi vardı. O bu
anlatılalardan hiç etkilenmedi ve kendi kendine; "Bu korkutmaktır. Yoksa
gerçekten kimseyi yakacak bir ateş değildir." diye mırıldandı. Mekârim
hazretleri onun bu inkârını anlayıp ona Kur'ân-ı kerîmdeki meâlen; "Yemin olsun
ki, onlara Rabbinin azâbından bir nefha esinti dokunsa, elbette derler ki: "Vay
hâlimize biz hakikaten zâlimlerden olmuşuz." (Enbiyâ sûresi: 46) âyet-i
kerîmesini okudular ve sükût ettiler. Onların susmasıyla oradakilerin hepsi
sustu. Bu sırada inkarcının renginin solduğu ve titremeye başladığı görüldü.
Sonra da; "İmdâd, imdât!" diye bağırmaya başladı. Bu sırada adamın burnundan
etrâfa fenâ kokulu bir duman çıktı. Bu sırada Mekârim hazretleri tekrar Kur'ân-ı
kerîmde meâlen; "Rabbimiz bizden azâbı kaldır. Şüphe yok ki biz müminleriz." (Duhân
sûresi: 12) âyet-i kerîmesini okudu. Bunun üzerine adam sükûnete kavuştu. Korku
ve endişesi kalmadı. Sonra ayağa kalkıp Mekârim hazretlerinin ayaklarına
kapandı. Îmân etti. Biraz önce karşılaştığı durumunu anlattı ve; "Ben
anlatılanları inkâr edince, içimde ateşten bir kıvılcımın kalbime doğru hızla
yaklaştığını hissettim. İçim dumanla dolmuştu. Boğulacak gibi oldum. O sırada;
"İşte yalanladığınız ateştir. Bu bir sihir mi? Yoksa siz görmüyor musunuz."
meâlindeki (Tûr sûresi: 14) kelâmı işittim. İşin hakikatını anladım. Mekârim
hazretlerinin sözleriyle kalbim açıldı ve şimdi îmân etmekle şereflendim."
dedi."
Evliyânın meşhûrlarından
ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma'sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Cennet'e girmek ancak rahmet-i ilâhî iledir."
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) anlatır: “Haber aldığımıza
göre, kıyâmet gününde, ismi Muhammed olan kimseleri Allahü teâlânın huzûruna
getirirler. Hak teâlâ, Muhammed isimli kimseye; “Bana isyân ederken, hiç
isminden de mi utanmadın. Hâlbuki senin ismin, Habîbimin ismi idi. Fakat ben,
sana azâb etmem. Zîrâ sen, Habîbimin ismi ile isimlendirilmişsin. Git ve Cennete
gir.” buyuruyor.
Tâbiîn devrinde Kûfe’de
yetişen büyük âlim ve velîlerden Rebî bin Haysem (rahmetullahi teâlâ
aleyh) bir gün İbn-i Mes'ud ile demirciler çarşısına gitti. Orada körüklerin
üfürülüp ateşlerin alevlendiğini görünce, Cehennem ateşini hatırlayarak düşüp
bayıldı. İbn-i Mes'ud, namaz vaktine kadar başı ucunda beklediyse de,
ayılmadığını görünce, onu arkasına alarak evine getirdi ve tam 24 saat baygın
kaldı. Bu sebepten beş vakit namazını kılamadı. Başından ayrılmayan İbn-i Mes’ud;
“İşte Allah’tan böyle korkulur!” demiştir.
Tâbiînin büyük âlim ve
evliyâlarından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: "Kim şu iki şey için garanti verebilirse, ben de onun için
Cennet'i garanti verebilirim. Birincisi; nefsinin sevdiği şeyleri terketmen,
ikincisi; Allahü teâlânın râzı olup, senin beğenmediğin şeylere sabretmen."
Cezâyir'de yetişen, hadîs,
kelâm, mantık ve kırâat âlimi Senûsî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin talebelerinden birisi "Efendim! Niçin bu kadar çok korkulu hâlde
bulunuyorsunuz? Devamlı Cehennem azâbından bahsediyorsunuz? Devamlı yüzünüz
sararmış bir hâlde?" diye sordu. Senûsî bu talebesine, bu suâle verdiği cevâbı
kimseye anlatmaması şartıyla cevap verebileceğini söyledi. Talebe de kabûl edip,
hocasının sağlığında kimseye anlatmamak üzere söz verdi. Bunun üzerine Senûsî
hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlâ, beni Cehennem'e muttalî kıldı. Cehennem'i
ve içinde ne varsa hepsini gösterdi. Cehennem'den Allahü teâlâya sığınırız. İşte
o zaman yüzümün rengi değişti. Cehennem'in dehşetiyle bana mahzunluk çöktü. O
zamandan bu âna kadar yüzümün rengi değişmiş olarak duruyor. Cehennem'i gören,
ona muttalî olan kimsenin hâli nasıl olur? Onu görmüş olan kimse gülebilir mi?
Doyuncaya kadar yemek yiyebilir mi? İşte bende bulunan ve senin suâl ettiğin
hâlin sebebi budur." O talebe bundan sonra hocasına daha çok bağlandı ve
yaşadığı müddetçe bunu kimseye anlatmadı.
CEHENNEM KORKUSU
Cezâyir’de
yetişen, âlim ve evliyâdan,
Senûsî
hazretleri, var idi
ki bir zaman,
Allahü teâlâyı,
hiç bir an unutmazdı,
Ve Allah
korkusundan, geceleri yatmazdı.
Hüzünlü
görünürdü, ekserî mübârek zât,
Fakat asla
değildi, çatık kaş, asık surat.
Âhiret
düşüncesi ve Allah korkusundan,
Göğsünün
hırıltısı, duyulurdu dışardan.
İnsanlara
güler yüz, gösterirdi ve lâkin,
Allah korkusu
ile, ağlardı için için.
Talebesinden
biri, onun bu hâllerine,
Vâkıf olup bu
hâli, sordu kendilerine.
Dedi ki: “Ey
efendim, acep zât-ı âlîniz,
Ne sebepten
devamlı, hüzünlüdür hâliniz?
Cehennem
azâbından, söylersiniz bize hep,
Yüz renginiz
hep sarı, hep solgun, niye acep?”
Senûsî
hazretleri, talebeye cevâben,
Buyurdu ki:
“Evlâdım, söyliyeyim sana ben,
Cehennem'i
rüyâda, gösterdi Rabbim bana,
Vâkıf oldum
şiddetli, ateş ve azâbına,
İşte o günden
beri, değişti bu yüz rengim,
Mahzunluk
çöktü bana, sarardı soldu benzim.
Ona vâkıf
olanın, ahvâli nasıl olur?
Onu gördükten
sonra, o nasıl rahat uyur?
Onu gören bir
kimse, artık gülebilir mi?
Ve doyuncaya
kadar, yemek yiyebilir mi?
.
Cehennemin
şiddeti, hiç gitmiyor gözümden,
Hak teâlâ
korusun, bizi o korkunç günden.”
O talebe
bunları, işitince hayretle,
Hocasına daha
çok, bağlandı muhabbetle.
Senûsî
hazretleri, yatmazdı geceleri,
İbâdetle
geçerdi, zamanları ekseri.
Eğer uyku
bastırıp, uyusaydı bir miktar,
Hemen kendi
kendini, ederdi şöyle ihtâr:
Derdi ki: “Ey
Senûsî, nicedir senin hâlin?
Kalk, tövbe
istigfâr et, affetsin seni Rabbin.
Cehennem
azâbından, korkuyorum diyorsun,
Hem de
Cennetlik gibi rahatça uyuyorsun.”
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Eshâb-ı kirâmdan Hâzım bin
Harmele'den şöyle rivâyet etmiştir: "Bir gün yolda Resûlullah efendimiz beni
gördü ve buyurdu ki: "Ey Hâzım! Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, sözünü çok
söyle. Zîrâ o, Cennet hazinelerindendir."
Sırrî-yi Sekatî hazretleri
buyurdular ki: "Allahü teâlâyı görmekten mahrûm kalmak, en şiddetli Cehennem
ateşinden daha çok azap verir."
Yine buyurdular ki:
"Cehennemlik olanlar, Cehennem'de iken Allahü teâlâyı görmekle
şereflenebilselerdi, hiçbir zaman Cennet'i hatırlarından geçirmezlerdi. Çünkü,
ismi azîz olan Hak teâlâyı seyretmek, rûha o kadar çok neşe verir ki, bu neşe
ona, bedeninin çektiği azâbı unutturur. Bu azâb ile meşgûl olmak hatırına bile
gelmez. Cennet'te ise, Allahü teâlâyı temâşâdan daha mükemmel bir nîmet mevcut
değildir. Cennette'ki nîmetlerin hepsi yüz misli arttırılsa, fakat Cennet'te
olan kimselerle Allahü teâlâ arasında bir perde bulunsa, yine de cân u gönülden
feryâd ve figân ederlerdi."
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Ey kardeşim! Allahü teâlâ Cennet'i ve Cehennem'i yarattı.
İkisini de dolduracağını buyurdu. "Mâşûkları âşıkları ile (müminleri sevdikleri ile)
berâber Cennet'e koyacağım. Şeytanı da tâifesi ve sevenleri ile birlikte
Cehennem'e atacağım" buyurdu.
Ey kardeşim! Cennet'te ve
Cehennem'de âşıktan, sevenden başkası yoktur. Cennet, dostların kavuşma yeridir.
Kâfirler ve münâfıklar, dünyâda inanmayıp yalanladıkları hakîkati âhirette görüp
anladıklarında, Cennet'e gitmek arzuları olacak, fakat dünyâda yapmış oldukları
düşmanlıklarının netîcesi olarak ebediyyen Cehennem'de kalacaklardır. Cennet
nîmetlerinden mahrûm olmak acısı ile yanacaklar, Cehennem'in acı azapları, bu
sıkıntı yanında hiç kalacaktır. Cennet'te, dünyâda iken Allahü teâlânın
muhabbeti ve sevgisi ile yananlar bulunduğu gibi, Cehennem'de de, dünyâda iken
nefslerinin, şehvetlerinin ve şeytanın esîri olarak, bu ilâhî muhabbet ve
sevgiden uzak yaşayıp da, öldükten sonra, Allahü teâlâya îmân,
O'na sevgi ve muhabbetin ne büyük bir nîmet olduğunun farkına vararak;
"Keşke bizler de dünyâda iken îmân etseydik, ilâhî muhabbet ve sevgi nîmetine kavuşsaydık"
diyerek, pişmanlık içinde yananlar bulunacaktır. Bunun için Cennet, dostlar için
buluşma yeri, Cehennem ise, düşmanlar için ayrılık ve pişmanlık yeridir.
Ayrılık ve pişmanlık, kâfirler ve münâfıklar içindir. Kavuşmak ve sevinç ise,
Muhammed aleyhisselâmın âşıkları ve sevenleri içindir.
Evliyânın büyüklerinden
Şerefüddîn Ahmed bin Yahyâ Münîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) yetmiş altıncı
mektubunda buyuruyor ki: "Saâdet" Cennetlik olmak demektir. "Şekâvet",
Cehennemlik olmak demektir. Saâdet ve şekâvet, Allahü teâlânın iki hazînesi
gibidir. Birinci hazînenin anahtarı, tâat ve ibâdettir. İkinci hazînenin
anahtarı, ma'siyyet yâni günahlardır.
Allahü teâlâ, her insanın
saîd veya şakî olduğunu ezelde takdîr etmiştir. (Buna alın yazısı denir.) Ezelde
saîd denilen kimsenin eline dünyâda saâdetin anahtarı verilir. Bu insan, Allahü
teâlâya itâat eder. Ezelde şakî olanın eline de, dünyâda şekâvetin anahtarı
verilir. Bu kimse, hep günah işler. Dünyâda herkes, eline verilmiş olan anahtara
bakıp, saîd veya şakî olduğunu anlayabilir. Âhireti düşünen din âlimleri,
herkesin saîd veya şakî olduğunu böylece anlar. Dünyâya dalmış din adamı ise,
bunu bilmez. Her izzet ve her nîmet, Allahü teâlâya itâat ve ibâdet etmekle ele
geçer. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hâsıl olur. Herkese derd ve
belâ, günah yolundan gelir. Rahat ve huzûr da, itâat yolundan gelmektedir. (Allahü
teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen
şeyi saâdet zan etmemeli. Nefse güç ve acı gelenleri de şekâvet ve felâket
sanmamalıdır.) Kudüs'de Mescid-i Aksâ'da senelerce tesbih ve ibâdet ile ömrünü
geçiren kimse, bir secdeyi terk etdiği için öyle yuvarlandı ki, bir daha
kalkamadı. Eshâb-ı Kehf'in köpeği ise, pis olduğu hâlde, sıddîkların arkasında
birkaç adım yürüdüğü için, öyle yükseldi ki, hiç düşmedi. Bu hâl, insanı hayrete
düşürmektedir. Asırlar boyunca, ilim adamları bu bilmeceyi çözememiştir. İnsanın
aklı, bunun hikmetini anlıyamadı. Âdem aleyhisselâma buğdaydan yeme dedi ve
yemesini diledi. Şeytanın Âdem aleyhisselâma secde etmesini emreyledi ve secde
etmemesini diledi. Beni arayınız buyurdu. Fakat kavuşmağı dilemedi. İlâhî
yolun yolcuları, "Hiç anlayamadık" demekten başka bir şey söyleyemediler.
Bizlere ne demek düşer. O'nun, insanların îmân etmelerine, ibâdet yapmalarına
ihtiyâcı yoktur. Kâfir olmalarının ve günah işlemelerinin O'na hiç zararı
olmaz. Mahlûklarına O'nun hiç ihtiyâcı yoktur. İlmi, zulmetin temizlenmesine,
cehli de günah işlemesine sebep yaptı. İlimden îmân ve tâat doğmakta, cehâletten
de küfr ve günah hâsıl olmaktadır. Tâat, çok küçük olsa da, kaçırılmamalı. Günah
pek küçük görünse de yaklaşmamalıdır. İslâm âlimleri dedi ki; üç şey, üç şeye sebeptir: Tâat, Allahü teâlânın
rızâsını kazanmağa sebeptir. Günah işlemek,
Allahü teâlânın gadabına sebeptir. Îmân etmek, şeref ve değer sâhibi olmağa
sebeptir. Bunun için, küçük günah işlemekten de çok sakınmalıdır. Allahü
teâlânın gadabı, bu günahta olabilir. Her mümini kendinden iyi bilmelidir.
Allahü teâlânın çok sevdiği kulu olabilir. Herkes için ezelde yapılmış olan
takdîr hiç değiştirilemez. Hep günah işleyip, hiç tâat yapmamış olanı, dilerse
affeder. Melekler; "Yâ Rabbî! Yeryüzünde fesâd çıkaracak ve kan dökecek
insanları niçin yaratıyorsun?" dediklerinde, "Onlar fesâd çıkarmazlar." demedi.
"Sizin bilmediklerinizi ben bilirim." buyurdu. "Lâyık olmayanları lâyık yaparım.
Uzak kalanları yaklaştırırım. Zelîl olanları azîz ederim." buyurdu. "Siz onların
işlerine bakarsınız. Ben kalblerine bakarım. Siz, günahsız olduğunuza
bakıyorsunuz. Onlar benim rahmetime sığınırlar. Sizin günahsız olduğunuzu
beğendiğim gibi, onların günahlarını affetmeği de severim. Benim bildiğimi
sizler bilemezsiniz. Onları, ezelî olan lütfuma kavuşturur, ebedî olan lütfum
ile hepsini okşarım" buyurdu.
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Cehennemliklerin
amellerini işleyip, sonra da Cennet'i istemek büyük ahmaklıktır.”
Yine buyurdular ki:
“İnsanlar, fakir olmaktan korkarak dünyâlık için çalıştıkları kadar,
Cehennem'den korkup, korunmak için çalışsalardı, mutlaka Cennet’e giderlerdi.”
Evliyânın büyüklerinden
Adiyy bin Müsâfir (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kafir olan
Cehennem ehli, Cehennem'de ebedî olarak kalıcıdır. Allahü teâlâ hepimizi bundan
muhâfaza buyursun. Âmin.
Tâbiîn devrinin meşhûr
âlim ve velîlerinden Zührî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
“Sizi Cehennem'e düşmekten muhâfaza edecek şeyleri çoğaltınız.” dedi. “O şey
nedir?” diye sorduklarında; “Mâruf, iyilik.” cevâbını verdi.
Mısır’da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine "Kul
hangi sebeple Cennet'e girer?" diye soruldukta; “Beş şey ile: Eğrilik bulunmayan
bir doğruluk, gevşeklik bulunmayan bir gayret, gizli âşikâr Allahü teâlâyı anmak
(murâkabe etmek), yol hazırlığı yapıp, ölüme hazırlanarak, ölümü beklemek,
hesâba çekilmeden önce kendini hesâba çekmek” buyurdular.
|