|
ALLAHÜ
TEÂLÂ
Meşhûr velîlerden Ahmed
bin Ebü’l-Havârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâyı
sevmenin alâmeti, O'na itâatı sevmektir."
Yine buyurdular ki: Allahü
teâlâyı sevmenin alâmeti zikri (her işte O'nun emrine uymayı) sevmektir."
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hikmet denilen şiirler
yazmıştır. Bu şiirler; Dîvân-ı Hikmet'te toplanmıştır. Bu manzumelerin
konularından birisi şudur:
Allahü teâlâyı ve O'nun
dostlarını her şeyden çok sevmenin lüzumu:
Aşkın kıldı şeydâ beni,
cümle âlem bildi beni
Kaygım sensin dünü günü,
bana sen gereksin sen
Söylesem ben dilimdesin,
gözlesem bu gözümdesin
Gönlümde hem canımdasın,
bana sen gereksin sen
Fedâ olsun sana canım, döker
olsan benim kanım
Ben kulum sen Sultanım, bana
sen gereksin sen.
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh)hazretleri bir sohbetinde buyurdular ki:
"Şâyet insanlar Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünselerdi, O'na isyân
etmezlerdi."
Hikmete ermenin yolunun
Allahü teâlâya isyânı terk etmekte olduğunu söylerdi. O, ibâdetin lezzetine
erenlerdendi. Bu lezzete ermenin yolunu şöyle bildirirdi: "Kendinle arzu ve
isteklerin arasına demirden bir perde çekmedikçe, ibâdetten lezzet duyamazsın."
Tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi
Dursun Fakîh (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mukaffâ Kalesi Gazâvatnâmesi
isimli eserini şu şekilde bitirmektedir:
Yâ İlâhî Habîbinin hürmeti
Rahmetinle bağışla bu ümmeti
Suçumuz
çok anı şefi kılıruz
Rahmetini ol sebebden
bilirüz
Rahmetin umar isen Dursun Fakı
Resûlullah'ın mücâzâtların
oku.
Irak'ta yetişen evliyânın
büyüklerinden Ebû Bekr el-Betâihî (rahme-tullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Allahü teâlâya yakınlık; edebe riâyet, devamlı korku ve ibâdete devâm
etmekle olur. Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem yakınlık; sünnetine tam
tâbi olmak ve ilme, canla başla sımsıkı sarılmakla olur."
"Allahü teâlâ ile olmak,
O'ndan başkasından uzaklaşmaktır. O'ndan başkasından uzaklaşmak da O'nunla olmak
demektir."
"Allah korkusu, insanı
Allahü teâlâya yaklaştırır."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâya
yakın olmanın alâmeti, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şeyden uzak
olmaktır."
Büyük velîlerden Ebû
Câfer bin Sinan (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın
kıymet verdiği şeye, ancak Allahü teâlâyı tâzim edenler hürmet gösterir. Allahü
teâlâyı tanıyan, O'nun râzı olduğu şeylere yapışır. O'nun emir ve yasaklarına
teslim olur. Onun bu teslimiyeti, Rabbine olan tâzimden doğar. O'nu tâzim ettiği
zaman, Allahü teâlâdan başka her şey kendisine küçük görünür. Bu hal, kalbindeki
Allahü teâlâya olan tâzimdendir. Bu tâzimden, Allahü teâlâyı tanıyan ve O'na
itâat edenlerin, yâni bütün müminlerin hürmetini gözetmek hâsıl olur."
Kelâm, fıkıh, tefsîr, hadîs
âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden Ebû Hamza Bağdâdî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin, Allahü teâlâyı sevmesi, sonra da O'nu
unutması, devamlı Allahü teâlâyı hatırlayıp, sonra da O'nu bulamaması ve Allahü
teâlâyı anmadaki tadı alıp, sonra da O'ndan gâfil olması düşünülemez."
Hak teâlânın yolunu bilen
için o yola girmek kolaydır. Allah'a giden yolda, Resûlullah'a hâl, fiil ve
sözlerinde tâbi olmak tek kurtuluş yoludur.
Çeşitli sohbetleri sırasında
şöyle buyurdu: "Bir kimse Hakk' ın yolunu bilirse kolaylıkla bu yolu tutabilir.
Yolu bilmek, Hak teâlânın vâsıtasız olarak bunu ona öğretmesiyle olur. Yolu
istidlalle yâni akıl yürüterek bulan kimse gâh isâbet, gâh hatâ eder."
Derin âlim ve büyük velî
Ebû Hamza Horasânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ
bir kimseye şefkatle nazar ederse, hiç şüphe yok ki bu nazar o kimseyi mesûd
kişilerin menzillerine ulaştırır. Onun içini ve dışını doğrulukla süsler."
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Muhammed Cerîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin talebeleri
arasında, içinden devamlı; "Allah Allah" diye zikreden birisi vardı. Bir gün bu
gencin başına bir hurma dalı düşüp, başı yarıldı. Başından akan kan, yer
üzerinde; "Allah Allah" yazıyordu. Anlaşıldı ki, her kaptan, içinde olan dışarı
sızar.
Nişâbur'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Muhammed Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde
buyurdular ki: "Allahü teâlâya yakınlık makâmına kavuşmak isteyen, nefsin
arzuları ile kendisi arasında, demir gibi kavî bir duvar bulundursun."
Türkistan'da yetişen büyük
velîlerden Ebû Saîd Ebü'l-Hayr (rahmetullahi teâlâ aleyh) çocukluğundan
beri şu şiiri okurdu:
Ben sensiz bir an karar
kılamam.
Senin ihsânlarını tek tek
sayamam.
Bedenimdeki her kıl gelse de
dile,
Şükrünün binde birini
yapamam bile.
Ebû Kâsım bin Mervezî ve Ebû
Bekir Verrak, Ebû Saîd-i Harrâz (rahmetullahi teâlâ aleyh) ile arkadaş
olmuşlardı. Deniz sâhilinde Sayda şehrine doğru yürüyorlardı. Ebû Saîd-i Harrâz
uzaktan bir şahsı gördü ve yanındakilere; "Gelin oturalım. Çünkü o şahıs
muhakkak Allahü teâlânın velî kullarındandır." dedi. Orada beklemeye başladılar.
Çok geçmeden karşılarına, elinde bir su kırbası ile mürekkep hokka bulunan
yakışıklı bir genç çıktı. Üzerinde yamalı bir hırka vardı. Hokka ile birlikte su
kabını da taşımasını hoş karşılamayan Harrâz bu gence döndü ve; "Ey delikanlı!
Allahü teâlâya giden yollar nasıldır ve nelerdir?" dedi. Delikanlı; "Ey Harrâz!
Allahü teâlâya giden iki yol biliyorum. Birisi husûsî bir yoldur. Diğeri ise
umûmîdir. Senin tuttuğun yol umûmî yoldur. Husûsî yola gelince, beni tâkib et
öğrenirsin. Çünkü sen amellerini Hakk'a kavuşmak için sebep kılıyor, diğer
taraftan da kalemi ve hokkayı, vuslata, kavuşmaya perde kabûl ediyorsun." dedi.
Sonra su üstünde yürümeye başladı ve gözden kayboldu. Ebû Saîd-i Harrâz gördüğü
manzara karşısında hayret edip, gencin büyüklüğünü anladı.
Tasavvuf büyüklerinden
Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü
teâlâyı seviyorum deyip de, O'nun emrine uymayan kimse dâvâsında yalancıdır.
Korkmadan sevdiğini söyleyen aldanmıştır."
Muînüddîn-i Çeştî’nin
talebelerinden Hamîdüddîn Nâgûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine
bir gün "Mülkün sâhibi nerededir ki, kalb yüzünü O'na çevirelim?" denildiğinde;
"Nerede değildir ki? "Nereye yönelirseniz, Allah'adır" âyet-i kerîmedir. Dünyâ
ve âhiret nasîbinden vaz geçip mert olmak ve nefsin lezzetlerini terk etmek
lazımdır ki, nerede bulunursa, O'nunla olsun. Nereye giderse, O'nunla gitsin. Ne
söylerse O'-nunla söylesin, ne ararsa O'nunla arasın. Sakın, O'nun senden uzak
olduğunu sanma! Belki sen O'ndan uzaksın. Sen, sensiz sende yok olursan,
başkasına açılmıyan kapı sana açılır ve sana, seninle maksad gösterilir."
buyurdular.
Bağdât'ta yetişen büyük
velîlerden Hammâd bin Müslim Debbâs (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular
ki: "Allahü teâlâya kavuşmanın en yakın yolu, O'nun sevgisidir. İnsan,
İslâmiyetin emirlerini yapıp huzûr ve sükûna kavuşmadıkça hakîkî Allah sevgisini
tadamaz." "Fenâ makâmına kavuşmayı dileyen, yâni Allahü teâlâdan başka her şeyin
sevgisinin yok olmasını isteyen, O'ndan gelen her şeye, dert ve belâlara râzı
olmalıdır."
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki; "Allahü teâlâ
kulunu sevdiği zaman, ona, farzların edâsı için sevinç ve gayret verir."
Mısır'da yetişen büyük
velîlerden Seyyid İbrâhim Desûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine,
Allahü teâlânın sevdiği kimselerden soruldukta; "Cenâb-ı Hak şu kimseleri sever:
İffetli ve kalbi temiz olanı, elini fenâlıktan men edeni, dilini gıybetten ve
lüzumsuz sözden koruyanı, edep yerine sâhib olanı, iyilik, ikrâm ve ihsâna
koşanı, dâimâ Allahü teâlâyı hatırlayanı, affetmeyi seveni." buyurdular.
Anadolu'da yaşayan evliyânın
ve âlimlerin büyüklerinden İbrâhim Hakkı Erzurûmî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) hazretlerinin "Tefvîznâme" adlı şiiri şöyledir:
"Hak, şerleri hayr eyler,
Zannetme ki gayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Sen Hakk'a tevekkül kıl
Tefvîz et ve râhat bul
Sabr eyle ve râzı ol,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Kalbin ana bend eyle,
Tedbîrini terk eyle,
Takdîrini derk eyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Hallâk u Rahîm oldur,
Rezzâk u Kerîm oldur,
Fa'âl ü Hakîm oldur,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Bil kâdî-yi'l hâcâtı,
Kıl ana münâcâtı,
Terk eyle mürâdâtı
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Bir iş üstüne düşme,
Olduysa inâd etme,
Haktandır o, red etme,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Haktandır bütün işler,
Boştur gam u teşvişler,
Ol, hikmetini işler,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Hep işleri fâyıktır,
Birbirine lâyıktır,
N'eylerse, muvâfıktır,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Dilden gamı dûr eyle,
Rabbinle huzûr eyle,
Tefvîz-i umûr eyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Sen adli zulüm sanma,
Teslim ol nâra yanma,
Sabr et, sakın usanma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Deme şu niçin şöyle,
Bir nicedir ol öyle,
Bak sonuna, sabr eyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Hiç kimseye hor bakma,
İncitme, gönül yıkma,
Sen nefsine yan çıkma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Mü'min işi, reng olmaz,
Âkıl huyu ceng olmaz,
Ârif dili teng olmaz,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Hoş sabr-ı cemîlimdir,
Takdîri kefîlimdir,
Allah ki vekîlimdir,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Her dilde O'nun adı,
Her canda O'nun yâdı,
Her kuladır imdâdı,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Nâçâr kalacak yerde,
Nagâh açar, ol perde,
Derman eder ol derde,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Her kuluna her ânda,
Geh kahr u geh ihsânda,
Her anda, o bir şânda,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Geh mu'tî ü geh mânî',
Geh darr ü gehi nâfî',
Geh hâfid ü geh râfî'
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Geh abdin eder ârif,
Geh emîn ü geh hâif,
Her kalbi odur sârif,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Geh kalbini boş eyler,
Geh hulkunu hoş eyler,
Geh aşkına tûş eyler,
Mevlâ görelim n'eyler
N'eylerse, güzel eyler...
Az ye, az uyu, az iç,
Ten mezbelesinden geç,
Dil gülşenine gel göç,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Bu nâs ile yorulma,
Nefsinle dahı kalma,
Kalbinden ırak olma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Geçmişle geri kalma,
Müstakbele hem dalma,
Hâl ile dahî olma,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Her dem onu zikreyle,
Zeyrekliği koy şöyle,
Hayrân-ı Hak ol, söyle,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Gel hayrete dal bir yol,
Kendin unut O'nu bul,
Koy gafleti hâzır ol,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Her sözde nasîhat var,
Her nesnede zîynet var,
Her işte ganîmet var,
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Bil elsine-i halkı,
Aklâm-ı Hak ey Hakkî
Öğren edeb ü hulku
Mevlâ görelim n'eyler,
N'eylerse, güzel eyler...
Vallahi güzel etmiş,
Billahi güzel etmiş,
Tallahi güzel etmiş,
Allah görelim n'etmiş,
Netmişse güzel etmiş...
Evliyânın büyüklerinden
Mâlik bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) gençliğinde mal mülk sâhibi bir
zengin yiğitti. Hasan-ı Basrî hazretlerine talebe olunca, bütün mallarını ve
parasını, fakir talebelere harcadı. Kalbinden Allahü teâlânın aşkından başka her
şeyin sevgisini çıkardı. Uzun zaman Basra'da Hasan-ı Basrî hazretlerinin
sohbetlerini dinledi. Bir ara hocasıyla birlikte Şam'a gittiler. Şam'da bütün
vakit namazlarını Câmi-i Kebîrde cemâatle birlikte kıldı. Bu vesîle ile o
beldenin hikmet sâhibi kişileri ile tanışıp sohbet etti. Sonra câmi odalarından
birine çekilip, ibâdetle meşgûl oldu. Şam halkı onun izzet ve kemâlini,
olgunluğunu her geçen gün görmekteydi. Gündüzlerini oruçla, gecelerini namaz ve
niyazla geçirdi. Aralıksız bu hâli bir yıl kadar devâm etti. Halkın kendisine
hürmet ve saygısı daha da arttı.
Bütün bunlara rağmen Mâlik
bin Dînâr'ın yaşaması için gerekli olan rızka gönlünde az bir meyil kalmıştı.
Bir gece rüyâsında kendisine gizli bir ses; "Ey Mâlik! Sen bir mahlûksun. Allahü
teâlâdan kork. Mâsivâyı, Allahü teâlâdan başkasının sevgisini terk edip bize
dön. Yoksa helâk olursun." buyruldu. O, sabahleyin erkenden hocası Hasan-ı Basrî
hazretlerine giderek rüyâsını anlattı. Hocası da bunun doğru olduğunu bildirdi.
Mâlik hazretleri bundan sonra ömrünün sonuna kadar kalbi, Allahü teâlânın
sevgisi ile dolu yaşadı. Kimseden bir şey kabûl etmedi. Hattatlık yaptı ve
kazandığı ile ihtiyaçlarını karşıladı.
Büyük velîlerden Ma'rûf-ı
Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ bir kuluna
iyilik murâd ederse; hayırlı amel kapısını açar, söz kapısını kapar. Kişinin işe
yaramaz söz konuşması bedbahtlıktır. Kötülük murâd ettiğinde bunların aksini
yapar."
Horasan taraflarında yaşayan
büyük velîlerden, tefsîr, kelâm ve hadîs âlimi Muhammed bin Eslem Tûsî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) sevdiğini Allahü teâlânın rızâsı için sever, buğz ettiğine Allah
için buğz eder ve şu hadîs-i şerîfi çok söylerdi: "Şirk, karanlık gecede düz bir
taş üzerinde yürüyen karıncanın ayak sesinden daha gizlidir. En aşağısı kötü bir
şeye muhabbet ve iyi olan bir şeye buğz etmendir. Din Allah için sevmek ve Allah
için buğz etmekten başka nedir?" Resûlullah efendimiz bundan sonra şu âyet-i
kerîmeyi okudu: "Ey Sevgili Peygamberim! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı
seviyorsanız ve Allahü teâlânın da sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi
olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever." (Âl-i İmrân sûresi: 31)
Tâbiîn devrinin
meşhurlarından ve evliyânın büyüklerinden Muhammed bin Ka’b el-Kurezî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâ bir kulu hakkında hayır murâd edince,
onu dünyâ düşkünlüğünden kurtarır, dinde fakih kılar ve ona kendi ayıplarını
görmeyi nasîb eder.”
Hindistan Ulemâ ve
evliyâsının büyüklerinden Nâgûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin
bir kişi için okuttuğu rubâi:
O akıl nerede ki, kemâline
erişsin,
O rûh nerededir ki, Celâline
yetişsin,
Farzedelim ki, yüzünden
perdeyi kaldırmışsın,
O göz nerededir ki, Cemâline
erişsin.
Evliyânın büyüklerinden
Semnûn Muhib (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâyı
sevenler, dünyâ ve âhiret şerefine kavuşarak gittiler. Çünkü Resûlullah; "Kişi
sevdiği ile berâberdir."
Yine buyurdular ki: Âhirette
en çok mes'ûd olanlar, Allah'ı en çok sevenlerdir. Çünkü âhiret demek, O'na
yönelmek ve O'na kavuşmak saâdetine ermek demektir. Tövbe, sabr, zühd, korku
gibi makamlar, muhabbetin kollarından birini elde edebilmek için bir takım
yollardır. Esas olan ise, Allah'tan başkasına kalbde yer vermemek,
temizlemektir. Bunun da başlangıcı; Allah'a, âhirete, Cennet ve Cehennem'e
inanmaktır. Bu îmândan korku ve ümid doğar."
Evliyânın büyüklerinden,
maddî ve mânevî ilimler sâhibi Serrâc (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretleri naklen anlatır. Yahyâ bin Muâz hazretleri buyurdular ki: "Allahü
teâlâyı seversen, halk da seni sever. Allahü teâlâdan ne kadar korkarsan,
insanlar da o kadar senden korkar. Sen ne kadar Allahü teâlâ ile meşgûl olursan,
insanlar da o kadar seninle meşgûl olur."
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Şu üç şey
Allahü teâlâyı çok üzer: Vakti boşa geçirmek, insanlarla alay etmek ve gıybet
etmek."
İstanbul velîlerinden
Sinân Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin bir şiiri:
Beni benlikden al kurtar
ilâhî
Ki gide bendeden benlik
günâhı
Kaçam bundan göçem olam
müsâfir
Cemâlin ka'besinde kıl
mücâvir.
Tebe-i tâbiînin
büyüklerinden, fıkıh, hadîs âlimi ve velîlerden Süfyân bin Uyeyne (rahmetullahi
teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâyı seven, Allahü teâlânın sevdiklerini
de sever. Allahü teâlânın sevdiklerini seven, Allahü teâlânın rızâsı için
sever."
Büyük velîlerden Utbet-ül-Gulâm
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazret-lerinin bir gece sabaha kadar; "Yâ Rabbi!
Bana azap da etsen, merhamet de etsen seni seviyorum." dediği söylenir.
Utbet-ül-Gulâm bir kumruyu
görünce; "Eğer Allahü teâlâya benden daha çok itâat ediyorsan, gel elime kon!"
dediği zaman kumru gelip eline konardı.
Tâbiîn devrinde yetişen
büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma şöyle vahyetti: "Ey Dâvûd!
Biliyor musun, kullarımdan kimin günâhını bağışlamayı severim?" diye buyurdu.
Dâvûd aleyhisselâm; "Onlar kimdir, yâ Rabbî?" dedi. Allahü teâlâ; "Günahlarını
hatırladığı zaman, içi titreyenlerdir" buyurdu.
Büyük velîlerden Yahyâ
bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâya
itâat etmek, bir hazîneye benzer. Bu hazinenin anahtarı duâ, anahtarın dişleri
de helâl lokmadır.”
Yine buyurdular ki: “Allahü
teâlânın dînine, O’nun kullarına hizmet etmekten zevk duyan bir kimsenin
hizmetinde bulunmaktan, bütün mahlûklar zevk alırlar.”
“Allah yolunda yürümek
istiyene en zor gelen şey, yabancılarla berâber olmaktır.”
“Yâ Rabbî! Kalbimdeki en
tatlı hâl, rahmetinden ümitli olmamdır. Dilimdeki en tatlı hâl, seni tesbih
etmemdir. Bana en tatlı gelen zaman da, dîdârını göreceğim zamandır.”
Büyük velîlerden Yûsuf
bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allah yolunda
yürümek isteyen bir kimse için, en büyük tehlike; bu yolda olmayan kimselerle
berâber olmaktır.”
Mısır’da yetişen büyük
velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
“Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti, bütün ahlâkta ve bütün işlerde, O’nun sevgili
peygamberi olan Muhammed aleyhisselâma uymaktır.”
Evliyânın meşhurlarından ve
Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) Sehl-i Tüsterî hazretleri hakkında şöyle anlattı: "Allahü teâlânın
bir kulunu sevmediğinin alâmeti; o kulun, kendisine faydası olmayan boş şeylerle
meşgûl olmasıdır."
Meşhûr velîlerden Ali
Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlânın,
kendisine kâfi olduğunu bilmeyen kimseyi, Allahü teâlâ mahlûklara muhtâc eder."
Meşhûr velîlerden ve akâid
imâmı Amr bin Osman Mekkî (rahme-tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Sakın, Allahü teâlânın zâtından bir şey düşünmeyin. Günâha ve küfre
düşersiniz."
Evliyânın büyüklerinden
Bündâr bin Hüseyin Şirâzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: "Allahü
teâlâdan başka her şeyi terk etmeyen, O'na tam kavuşamaz."
Osmanlı âlimi ve büyük
devlet adamı Celâlzâde Mustafa Çelebi (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: Hikâye: Peygamberlerden birisine bir cemâat gelip; "Allahü
teâlânın, kullarından râzı olmasının alâmeti nedir?" diye sordular. Allahü teâlâ
o peygamberine şöyle bildirdi: "Onların işlerini, onların iyilerine
seçilmişlerine bırakırım. Yâni sultanlarını iyilerden eylerim. Gazabımın alâmeti
odur ki, onların işlerini onların kötülerine bırakırım. Yâni adâletten ayrılan
kimseleri onların başlarında bulundururum."
Endülüs, Mısır ve Filistin
taraflarında yaşamış büyük velîlerden Ebû Abdullah el-Kureşî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri, Allahü teâlâya kulluk vazîfelerini ihmâl etmemek ve
O'na tevekkül etmek husûsunda buyurdular ki: "Allahü teâlâya kullukta edepten
ayrılma! O'na karşı haddini aşma! Seni isterse kendisine ulaştırır."
"Allahü teâlâya kavuşturan
doğru yoldan ayrılmayınız. Çünkü O'na bu yoldan başka bir yolla kavuşulamaz."
Endülüste'te ve Mısır'da
yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) Allahü teâlâyı tanımakla alâkalı olarak
buyurdular ki: "İnsanın Allahü teâlâyı tanıması kolaydır. Çünkü Allahü teâlâ her
türlü kemâl ve cemâl sıfatlarıyla mâruftur, tanınmaktadır. Fakat, insanın,
kendisi gibi yiyip içen, görünüş îtibâriyle kendisine benzeyen bir velîyi
tanıması, anlayabilmesi çok zordur."
"Ben, iki defâ doğduğuma
yemin etsem yalan olmaz. Birincisi, herkesin bildiği normal doğum. İkincisi
Allahü teâlâyı tanımak yolunda rûhumun yeniden doğuşudur."
Evliyânın büyüklerinden
Ebü'l-Abbâs Seyyârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Allahü teâlâ
bir kuluna iyilik murâd edince, onu kötü hallerden korur. Gadâb ettiği kuluna da
öyle bir hal verir ve o kimsenin sıkıntısından, zararından herkes kaçar."
Hindistan'ın büyük
velîlerinden Seyyid Mîr Muhammed Numân hazretlerine; İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretlerinin Mektûbât isimli üç cild, değer biçilmez eserinde,
yazılmış mektuplar vardır. Bunlardan birisi şöyledir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve
O'nun seçtiği kimselere selâmlar olsun! Kıymetli seyyid kardeşim! Dikkatle
dinleyiniz! İyi düşünceli olan kardeşlerimizin dertlerden kurtulmamız için, her
çâreye baş vurduklarını, hiçbirinin fayda vermediğini haber aldım. "Allahü
teâlânın yarattıklarında, gönderdiklerinde hayır, iyilik vardır." hadîs-i şerîfi
meşhûrdur. İnsan olduğumuz için, başımıza gelenlerden, bir aralık üzülmüştük.
İçimiz sıkılmıştı. Birkaç gün sonra, Allahü teâlânın lütfu ile, üzüntü ve
sıkıntılar gitti, hiç kalmadı. Onların yerine sevinç, genişlik geldi. Bizimle
uğraşanlar, Allahü teâlânın istediğini istemekte ve yapmaktadırlar. Böyle
olunca, sıkılmanın, üzülmenin yersiz olduğu, Allahü teâlâyı seviyorum diyenin
böyle olmaması gerektiği anlaşıldı. Çünkü sevene, sevgilinin gönderdiği acıların
da, O'ndan gelen iyilikler gibi sevgili ve tatlı olması lâzımdır. Sevgilinin
iyilikleri tatlı geldiği gibi, O'nun acıtması da tatlı gelmelidir. Hattâ, O'ndan
gelen acılarda, tatlılardan daha çok lezzet bulmalıdır. Çünkü acılar, sıkıntılar
nefse tatlı gelmez. Nefis, böyle şeyleri istemez. Her bakımdan güzel olan, her
şeyi güzel olan Allahü teâlâ, bu kulunu incitmek dileyince, O'nun irâdesi,
isteği, bu kula elbette güzel gelmelidir. Daha doğrusu, bundan zevk almalıdır.
Bizimle uğraşanların diledikleri, istedikleri, Allahü teâlânın dilediğine uygun
olduğu için ve bunların dilekleri, O sevgilinin dilediğini gösterdiği için,
bunların diledikleri ve yaptıkları da, elbette güzeldir ve tatlı gelmektedir.
Sevgilinin işini gösteren bir kimsenin işi de, sevene sevgilinin işi gibi,
sevimli ve tatlı gelir. Bunun için bu kimse de, sevene sevgili olur. Şaşılacak
şeydir ki bu kimsenin vereceği acılar, sıkıntılar, ne kadar çok olursa, sevenin
gözüne o kadar çok tatlı görünür. Çünkü, onun verdiği sıkıntılar, sevgilinin
düşman gibi olduğunu göstermektedir. Bu yolda aklı gidenlerin işlerine akıl
ermez. Demek ki, o kimseye karşılık yapmak, onu kötü bilmek, sevgiliyi sevmeye
uymaz. Çünkü o kimse, sevgilinin işlerini gösteren bir ayna gibidir. Bizimle
uğraşanlar, incitenler, başkalarından daha sevimli görü nüyorlar.
Kardeşlerimize, dostlarımıza söyleyiniz! Bizim için üzülmesinler, sıkılmasınlar.
Bizi incitenleri kötü bilmesinler. Onlara kötülük yapmasınlar! Bunların
yaptıklarına sevinseler, yeridir. Evet, duâ etmekle emr olunduk. Allahü teâlâ,
duâ edenleri, O'na boyun bükenleri ve yalvaranları, sızlayanları sever. Böyle
yapmak, O'na tatlı gelir. Belâların, sıkıntıların gitmesi için duâ ediniz! Af ve
âfiyet için yalvarınız!
O kimsenin incitmesi,
sevgiliyi düşman gibi göstermektedir dedim. Evet çünkü, sevgilinin düşmanlığı,
düşmanlar içindir. Dostlarına düşmanlığı, görünüştedir. Bu ise, merhametini,
acımasını bildirmektedir. Böyle düşman görünmesinin, sevene nice faydaları
vardır ki, anlatılmakla bitmez. Bundan başka, dostlarına düşmanlık gibi görünen
işler yapması, bunlara inanmayanları harâb etmekte, onların belâlarına sebeb
olmaktadır. Muhyiddîn-i Arabî, "Ârifin niyeti, maksadı olmaz." buyuruyor. Yâni
Allahü teâlâyı tanıyan kimse, belâdan kurtulmak için, bir şeye başvurmaz
demektir. Bu sözün ne demek olduğunu iyi anlamalıdır. Çünkü, dert ve belâların,
sevgiliden geldiğini, O'nun dileği olduğunu bildirmektedir. Dostun gönderdiği
şeyden ayrılmak ister mi ve o şeyin geri gitmesini özler mi? Evet duâ ederek,
gitmesini söyler. Fakat, duâ etmeğe emrolunduğu için, bu emre uymaktadır. Yoksa,
gitmesini hiç istemez. O'ndan gelen her şeyi de sever, hepsi kendine tatlı
gelir. Doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlâ selâmet versin! Âmîn. (3. cild, 15.
mektup) |
|