AHMAK –
AKIL – VESVESE
Ruh bilgilerinin, tasavvuf
ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Ahmaklık, hatâda ısrar
etmektir.
Velîlerin büyüklerinden ve
Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı
Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) sık sık talebesine buyururdu ki:
"İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlarıdır."
Evliyânın büyüklerinden
Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Ahmak olanların sana
çok iltifatkâr davranması ve düşünmeden cevap vermesi seni aldatmasın."
Hindistan'da yetişen en
büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ
aleyh) buyurdular ki: Ehlin gönlü için (âilenin gönlünü almak için) günah
işlemek ahmaklıktır.
Yine buyurdular ki: Dünyâyı
ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı
bırakmak ahmaklıktır.
Tâbiînin ve âlimlerin
büyüklerinden velî Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh)
buyurdular ki: “Allahü teâlânın takdirine rızâ göstermiyen kimsenin ahmaklığının
tedâvisi yoktur.”
Tâbiînin
büyüklerinden, adâleti, insâfı ve güzel ahlâkı ile meşhur Halîfe Ömer bin
Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; etrafındakiler bir gün
“İnsanların en ahmağı kimdir.” diye sorunca; “Âhiretini dünyâ için satan,
ahmaktır, âhiretini başkasının dünyâsı için satan daha da ahmaktır.” buyurdu.
Büyük ve meşhûr velîlerden
Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin
ahmak olduğuna alâmet, kendi ayıbını bırakıp, başkasının ayıbıyla uğraşmasıdır."
Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam
Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) felsefe ile meşgûl
olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof,
çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünyâ, rûh, âlem, ölüm
ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır. Bunu
yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup
uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya
koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen
filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yâhut tamâmen
değişir. Bu îtibârla sonra gelenler önce gelenleri dâimâ tenkid etmekle veya
onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici
değildir. Dînin rehberliğine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din büyükleri
îtikâdın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men
etmişlerdir. Nitekim İbn-i Sînâ ve Fârâbî gibi zâtlar felsefecilerin kitapları
ile çok meşgûl olduklarından sapıtmışlardır.
Şeyh Muzaffer Mansur der ki:
Birkaç kişi ile Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yanına gitmiştik. Elimde,
felsefe ile ilgili kitaplar vardı. Bizi süzdükten sonra kitabı görmeden bana; "O
elindeki kitap ne kötü bir arkadaştır." buyurdu. Bu esnâda oradan ayrılıp kitabı
bir yere koymak ve bir daha taşımamak hatırıma geldi. Kitabı çok seviyordum.
İçerisindeki çok şeyi de ezberlemiştim. Tam kalkacaktım, bana dikkatli dikkatli
bakmaya başladı. Şaşırıp kalkamadım. "Şu kitabı bana versene." buyurdu. Vermek
için kitabı açtım. Bir de ne göreyim kitabın sahifeleri bembeyaz olup, hiçbir
şey yazılı değildi. Kitabı kendisine verdim. Tek tek sahifelerine baktıktan
sonra bana geri verdi. "İşte İbn-i Dâris'in Fedâil-ul-Kur'ân (Kur'ân-ı kerîmin
fazîletleri) kitabı." buyurdu. Baktım gerçekten onun güzel bir hatla yazılmış
bir nüshası idi. Bana; "Kalb ile tövbe etmek ister misin?" buyurdu. "Evet."
dedim. "Öyleyse kalk!" dedi. Kalktım. Zihnimde felsefe ile ilgili bütün
öğrendiklerimi unuttum. Daha önce onları hiç okumamış gibi oldum.
Büyük velîlerinden Ahmed
bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri: "Bir kimse kendini
kurtarmak için aklını kullanmasını bilmezse aklı o kimseyi helâke götürür." sözü
ağzından düşmezdi.
Kendisine; "Aklımıza uygun
olmayan düşünceler geliyor ne yapalım?" denildi. Cevaben: "Kim, Allahü teâlâdan
korkarak kalbine gelen uygunsuz düşüncelerden korunmaya çalışırsa, Allahü teâlâ
da o kimsenin uzuvlarını, bu türlü işleri yapmaktan korur, muhâfaza eder."
buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki "Akıl ile berâber ruh,
insanı âhirete, nefsin hevâ ve hevesine muhâlefet etmeye dâvet eder."
Yine buyurdular ki "Akıl ile
hevâ, yâni nefsin boş arzû ve istekleri, birbirinin zıddıdır. Aklın yardımcısı
tevfîk (Allahü teâlânın yardımı), hevânın dostu ise yardımsız bırakılmaktır.
Nefs bu ikisinin (akıl ve hevânın) arasındadır. Hangisi gâlib gelirse ona tâbi
olur."
Büyük velîlerden Bişr-i
Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetinde buyurdular ki:
"Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı
gördüğünde ona tâbi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir."
Bağdât'ın büyük velîlerinden
Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Akıl, insanı
helâk edici yerlerden uzak tutan şeydir."
Tanınmış büyük evlîyadan
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vedâlaşmak üzere
gelmiş bulunan ve nasîhat isteyen sevdiklerine; "Kardeşlerim! Aklınız bir servet
ve bir makâma bağlı kalmasın. Yalnız kalp gözlerinizin açılmasını düşünün.
Birbirlerinizi çok seviniz. Çünkü düşmanlar pusudadır." buyurdular.
Evliyânın büyüklerinden
Ebû Abdullah Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) âlim ve velîlerin dersleri
ile sohbetlerine koşmayı teşvik eder; "Küçüklerin büyüklerle berâber olmak,
onların sohbetlerinde bulunmak arzuları, akıllılıktır." derdi.
İran'da yaşayan büyük
velîlerden Ebû Bekr Tamistânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde
buyurdular ki: Aklı olan kimse, ihtiyâcı olduğu kadar konuşur, fazlasından vaz
geçer. Kim kendine konuşmayı âdet edinmişse, ne kadar sussa yine konuşan
kimselerden sayılır."
Büyük velîlerden Ebû
Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Akıllı, korktuğu şey
başına gelmeden önce, onun çâresine bakandır."
Evliyânın büyüklerinden
Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her şeyin bir
zekâtı vardır, aklın zekâtı da uzun uzadıya hüzünlenmek ve derin derin
düşünmektir. Bu yüzdendir ki, Resûlullah efendimizin hüznü aralıksız ve
kesintisizdi."
Yine buyurdular ki:
"Akıllılarla kavga etmek, akılsızlarla oturup tatlı yemekten kolaydır."
Evliyânın büyüklerinden
Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her şeyin bir
cevheri, özü vardır. İnsanın da cevheri, akıldır. Aklın cevheri sabırdır. Kim
Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmezse, o nîmetin elinden alınmasını
istemiş olur."
Hirat'ta yetişen âlim ve
büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Akıl dışında olan şeyler, keşif, müşâhede ve kalb gözü ile anlaşılır. Akıl
bunları anlıyamaz. Nitekim, his uzuvları da, aklın anladığı şeyleri
anlayamıyor."
Evliyâdan ve büyük İslâm
âlimlerinden Vekî' bin Cerrâh (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:
"Akıllı, Hak teâlânın azamet ve kudretini anlayandır. Yoksa, dünyânın hîle ve
desîselerine saparak, dolap çeviren kimse değildir."
Büyük velîlerden Yûsuf
bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Aklın zâhiri,
sevgili Peygamberimize tam tâbi olmaktır. Aklın bâtını, hâlini gizlemek ve aklın
aslı ise, sükût etmektir.”
Büyük velîlerden ve Mısır’da
yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî (rahmetullahi
teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, şöyle anlatılır: “Ömer ibni Fârid
hakkında, yalan yanlış değişik sözler söylendiği günlerde, sultan bu hususta
âlimlerin görüşlerini kendisine bildirmelerini istedi. Zekeriyyâ Ensârî o sırada
görüştüğü İstanbullu Şeyh Muhammed’e şöyle dedi: “Tasavvuf büyüklerinin lehinde
yaz. Onlara yardımcı ol. Tasavvuf büyüklerinin söyledikleri kelimelerin,
tasavvuf ilminde kullandıkları mânâları tadarak bilen kimsenin, onların şânına
yakışmayacak şekilde konuşmaları câiz değildir. Çünkü velîlik dâiresi, keşf ve
kerâmet üzerine kurulduğu için, akıl sâhasının ötesindedir.”
Yemen'de yaşamış evliyânın
büyüklerinden Seyyid Alevî bin Üstâz-ül-A’zam (rahmetullahi teâlâ aleyh)
hazretlerinin zamanında Terîm'de vesvesesi çok bir adam vardı. Abdestini
vesveseyle aldığından çok uzun zaman sürerdi. Seyyid Alevî hazretlerinin ve
talebelerinin çabuk çabuk abdest almaları hoşuna gitmez, onlar iyi abdest
almıyorlar der, beğenmezdi. Birgün Seyyid Alevî hazretleri abdest almak için su
istedi. Kendisine vesveseli adamın kuyu başında abdest aldığı haber verildi.
Seyyid hazretleri kendilerini ve talebelerini beğenmeyen bu zâtı hatırladı.
Abdest işini gittikçe uzatan o kimse, bulunduğu yerde şiddetli bir susuzluk
hissetmeye başladı. Hemen bir kova su içti. Daha sonra bir kova daha içti. Hâlâ
susuzluğu gitmiyordu. Daha sonra kendisini oradaki çamurlu bir su birikintisinin
içine attı. Bunun sebebini düşündüğünde, Seyyid hazretleri hakkındaki kötü
düşünceleri olduğunu anladı. Hemen gidip özür diledi. Duâ istedi. Sonra
vesveseleri gitti.
Evliyânın büyüklerinden
Ali Müttekî el-Hindî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında birisi suyun
temizliği husûsunda vesveseli idi. Her çâreyi denedikleri hâlde, bu hâlden
kurtulamadı. Evliyânın büyüklerinden Ali Müttekî birgün bir evi
teşrif etmişlerdi. Vesveseli şahıs da orada idi. Ali Müttekî bir tasla ibrik
istedi. Başındaki başlığı üç defâ yıkadı ve bu suyu yere döktü. Başlığını
dördüncü defâ yıkayıp onu dökmedi ve o şahsa dönerek; "Bu gâyet latîf bir sudur.
Bunda şüphe etmek vesvesedendir. Vesvese ise şeytanın işidir. Bu suyu için.
Kendinizde şüpheye hiç fırsat vermeyin." dedi. O şahıs Ali Müttekî'nin sözü
üzerine o suyu içti. Kalbinde hiç vesvese kalmadı.
Büyük velîlerden Ebû Ali
Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine biri gelip şeytanın
vesvesesinden şikâyette bulundu. Ebû Ali Dekkâk hazretleri ona; "Kalbini dünyâya
bağlama. Dünyevî alâkaları kökünden sök ki üzerine serçe konmasın. Zîrâ böyle
ağaçta şeytanın yuvası bulundukça, iblisin kuşları gelip oraya konarlar."
buyurdu.
Endülüste'te ve Mısır'da
yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
(rahmetullahi teâlâ aleyh) vesvese için; "Sübhânelmelik-il-Hallâk in yeşe'
yüzhibküm ve ye'ti bihalkın cedîd. Ve mâ zâlike alallâhi biazîz" okunmasını
tavsiye ederdi.
Ebü'l-Abbâs hazretlerini
sevenlerden birisi şöyle anlatır: Abdest alırken bende çok defâ vesvese meydana
gelirdi. Bu durum Ebü'l-Abbâs'a ulaştı. Bir gün bana dedi ki: "Duyduğumuza göre,
abdest alırken sende vesvese olurmuş." Ben de; "Evet öyledir." dedim. O zaman
bana; "Bu tâife (ehl-i tasavvuf) şeytanla oynar, yoksa şeytan onlarla
oynayamaz." dedi. Sonra aradan epeyce zaman geçti. Tekrar huzûruna girdim. Bana;
"Vesvese durumun nasıl oldu?" deyince; "Aynen devâm ediyor." dedim. Bunun
üzerine bana; "Eğer bu vesveseyi terk etmezsen, bize gelmeyeceksin." dedi. Bu
söz bana ağır geldi. Çok korktum. Ondan sonra Allahü teâlânın izni ile vesvese
benden kayboldu. |