CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

ALFABE - CİLD                      1.   2.   3.   4.   5.   6.
     
 

AHMAK – AKIL – VESVESE

Ruh bilgilerinin, tasavvuf ilminin mütehassısı, son asır âlim ve velîlerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: Ahmaklık, hatâda ısrar etmektir.

Velîlerin büyüklerinden ve Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Hanbelî mezhebinin imâmı Ahmed bin Hanbel (rahmetullahi teâlâ aleyh) sık sık talebesine buyururdu ki: "İnsanların ahmak sınıfı, kendilerinin medh edilmesinden hoşlananlarıdır."

Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: "Ahmak olanların sana çok iltifatkâr davranması ve düşünmeden cevap vermesi seni aldatmasın."

Hindistan'da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâm-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ehlin gönlü için (âilenin gönlünü almak için) günah işlemek ahmaklıktır.

Yine buyurdular ki: Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü teâlâyı bırakmak ahmaklıktır.

Tâbiînin ve âlimlerin büyüklerinden velî Ebû Eyyûb Meymûn bin Mihrân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlânın takdirine rızâ göstermiyen kimsenin ahmaklığının tedâvisi yoktur.”

Tâbiînin büyüklerinden, adâleti, insâfı ve güzel ahlâkı ile meşhur Halîfe Ömer bin Abdülazîz (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; etrafındakiler bir gün “İnsanların en ahmağı kimdir.” diye sorunca; “Âhiretini dünyâ için satan, ahmaktır, âhiretini başkasının dünyâsı için satan daha da ahmaktır.” buyurdu.

Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Bir kimsenin ahmak olduğuna alâmet, kendi ayıbını bırakıp, başkasının ayıbıyla uğraşmasıdır."

Evliyânın büyüklerinden Gavs-ül-âzam Seyyid Abdülkâdir Geylânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) felsefe ile meşgûl olmayı hoş görmezdi, ondan men ederdi. Felsefenin kaynağı akıldır. Filozof, çeşitli bilgileri düzene koyarak madde, hayat, yaratılış, dünyâ, rûh, âlem, ölüm ve sonrası gibi konulara aklına dayanarak cevaplar bulmaya çalışır. Bunu yaparken bulduğu cevapların Allahü teâlâ tarafından gönderilen dinlere uyup uymamasına bakmaz. Bu sebeple doğru yoldan ayrılırlar. Felsefecilerin ortaya koyduğu bilgiler, gerek fen bilgilerinin değişmesi, gerekse sonra gelen filozofların öncekilerden farklı düşünmesi sebebiyle ya kısmen yâhut tamâmen değişir. Bu îtibârla sonra gelenler önce gelenleri dâimâ tenkid etmekle veya onların felsefelerini yıkmakla işe başlarlar. Akıl yalnız başına yol gösterici değildir. Dînin rehberliğine muhtaçtır. Yoksa sapıtır. Bunun için din büyükleri îtikâdın bozulabileceğini bildikleri için, felsefe ile uğraşmaktan men etmişlerdir. Nitekim İbn-i Sînâ ve Fârâbî gibi zâtlar felsefecilerin kitapları ile çok meşgûl olduklarından sapıtmışlardır.

Şeyh Muzaffer Mansur der ki: Birkaç kişi ile Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin yanına gitmiştik. Elimde, felsefe ile ilgili kitaplar vardı. Bizi süzdükten sonra kitabı görmeden bana; "O elindeki kitap ne kötü bir arkadaştır." buyurdu. Bu esnâda oradan ayrılıp kitabı bir yere koymak ve bir daha taşımamak hatırıma geldi. Kitabı çok seviyordum. İçerisindeki çok şeyi de ezberlemiştim. Tam kalkacaktım, bana dikkatli dikkatli bakmaya başladı. Şaşırıp kalkamadım. "Şu kitabı bana versene." buyurdu. Vermek için kitabı açtım. Bir de ne göreyim kitabın sahifeleri bembeyaz olup, hiçbir şey yazılı değildi. Kitabı kendisine verdim. Tek tek sahifelerine baktıktan sonra bana geri verdi. "İşte İbn-i Dâris'in Fedâil-ul-Kur'ân (Kur'ân-ı kerîmin fazîletleri) kitabı." buyurdu. Baktım gerçekten onun güzel bir hatla yazılmış bir nüshası idi. Bana; "Kalb ile tövbe etmek ister misin?" buyurdu. "Evet." dedim. "Öyleyse kalk!" dedi. Kalktım. Zihnimde felsefe ile ilgili bütün öğrendiklerimi unuttum. Daha önce onları hiç okumamış gibi oldum.

Büyük velîlerinden Ahmed bin Mesrûk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri: "Bir kimse kendini kurtarmak için aklını kullanmasını bilmezse aklı o kimseyi helâke götürür." sözü ağzından düşmezdi.

Kendisine; "Aklımıza uygun olmayan düşünceler geliyor ne yapalım?" denildi. Cevaben: "Kim, Allahü teâlâdan korkarak kalbine gelen uygunsuz düşüncelerden korunmaya çalışırsa, Allahü teâlâ da o kimsenin uzuvlarını, bu türlü işleri yapmaktan korur, muhâfaza eder." buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki "Akıl ile berâber ruh, insanı âhirete, nefsin hevâ ve hevesine muhâlefet etmeye dâvet eder."

Yine buyurdular ki "Akıl ile hevâ, yâni nefsin boş arzû ve istekleri, birbirinin zıddıdır. Aklın yardımcısı tevfîk (Allahü teâlânın yardımı), hevânın dostu ise yardımsız bırakılmaktır. Nefs bu ikisinin (akıl ve hevânın) arasındadır. Hangisi gâlib gelirse ona tâbi olur."

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri bir sohbetinde buyurdular ki: "Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir. Akıllı kimse hayrı gördüğünde ona tâbi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir."

Bağdât'ın büyük velîlerinden Câfer-i Huldî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Akıl, insanı helâk edici yerlerden uzak tutan şeydir."

Tanınmış büyük evlîyadan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vedâlaşmak üzere gelmiş bulunan ve nasîhat isteyen sevdiklerine; "Kardeşlerim! Aklınız bir servet ve bir makâma bağlı kalmasın. Yalnız kalp gözlerinizin açılmasını düşünün. Birbirlerinizi çok seviniz. Çünkü düşmanlar pusudadır." buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden Ebû Abdullah Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) âlim ve velîlerin dersleri ile sohbetlerine koşmayı teşvik eder; "Küçüklerin büyüklerle berâber olmak, onların sohbetlerinde bulunmak arzuları, akıllılıktır." derdi.

İran'da yaşayan büyük velîlerden Ebû Bekr Tamistânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde buyurdular ki: Aklı olan kimse, ihtiyâcı olduğu kadar konuşur, fazlasından vaz geçer. Kim kendine konuşmayı âdet edinmişse, ne kadar sussa yine konuşan kimselerden sayılır."

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Akıllı, korktuğu şey başına gelmeden önce, onun çâresine bakandır."

Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her şeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı da uzun uzadıya hüzünlenmek ve derin derin düşünmektir. Bu yüzdendir ki, Resûlullah efendimizin hüznü aralıksız ve kesintisizdi."

Yine buyurdular ki: "Akıllılarla kavga etmek, akılsızlarla oturup tatlı yemekten kolaydır."

Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Her şeyin bir cevheri, özü vardır. İnsanın da cevheri, akıldır. Aklın cevheri sabırdır. Kim Allahü teâlânın verdiği nîmetlere şükretmezse, o nîmetin elinden alınmasını istemiş olur."

Hirat'ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Akıl dışında olan şeyler, keşif, müşâhede ve kalb gözü ile anlaşılır. Akıl bunları anlıyamaz. Nitekim, his uzuvları da, aklın anladığı şeyleri anlayamıyor."

Evliyâdan ve büyük İslâm âlimlerinden Vekî' bin Cerrâh (rahmetullahi teâlâ aleyh)  buyurdular ki: "Akıllı, Hak teâlânın azamet ve kudretini anlayandır. Yoksa, dünyânın hîle ve desîselerine saparak, dolap çeviren kimse değildir."

Büyük velîlerden Yûsuf bin Hüseyin Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Aklın zâhiri, sevgili Peygamberimize tam tâbi olmaktır. Aklın bâtını, hâlini gizlemek ve aklın aslı ise, sükût etmektir.”

Büyük velîlerden ve Mısır’da yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak, şöyle anlatılır: “Ömer ibni Fârid hakkında, yalan yanlış değişik sözler söylendiği günlerde, sultan bu hususta âlimlerin görüşlerini kendisine bildirmelerini istedi. Zekeriyyâ Ensârî o sırada görüştüğü İstanbullu Şeyh Muhammed’e şöyle dedi: “Tasavvuf büyüklerinin lehinde yaz. Onlara yardımcı ol. Tasavvuf büyüklerinin söyledikleri kelimelerin, tasavvuf ilminde kullandıkları mânâları tadarak bilen kimsenin, onların şânına yakışmayacak şekilde konuşmaları câiz değildir. Çünkü velîlik dâiresi, keşf ve kerâmet üzerine kurulduğu için, akıl sâhasının ötesindedir.”

Yemen'de yaşamış evliyânın büyüklerinden Seyyid Alevî bin Üstâz-ül-A’zam (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin zamanında Terîm'de vesvesesi çok bir adam vardı. Abdestini vesveseyle aldığından çok uzun zaman sürerdi. Seyyid Alevî hazretlerinin ve talebelerinin çabuk çabuk abdest almaları hoşuna gitmez, onlar iyi abdest almıyorlar der, beğenmezdi. Birgün Seyyid Alevî hazretleri abdest almak için su istedi. Kendisine vesveseli adamın kuyu başında abdest aldığı haber verildi. Seyyid hazretleri kendilerini ve talebelerini beğenmeyen bu zâtı hatırladı. Abdest işini gittikçe uzatan o kimse, bulunduğu yerde şiddetli bir susuzluk hissetmeye başladı. Hemen bir kova su içti. Daha sonra bir kova daha içti. Hâlâ susuzluğu gitmiyordu. Daha sonra kendisini oradaki çamurlu bir su birikintisinin içine attı. Bunun sebebini düşündüğünde, Seyyid hazretleri hakkındaki kötü düşünceleri olduğunu anladı. Hemen gidip özür diledi. Duâ istedi. Sonra vesveseleri gitti.

Evliyânın büyüklerinden Ali Müttekî el-Hindî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında birisi suyun temizliği husûsunda vesveseli idi. Her çâreyi denedikleri hâlde, bu hâlden kurtulamadı. Evliyânın büyüklerinden Ali Müttekî birgün bir evi teşrif etmişlerdi. Vesveseli şahıs da orada idi. Ali Müttekî bir tasla ibrik istedi. Başındaki başlığı üç defâ yıkadı ve bu suyu yere döktü. Başlığını dördüncü defâ yıkayıp onu dökmedi ve o şahsa dönerek; "Bu gâyet latîf bir sudur. Bunda şüphe etmek vesvesedendir. Vesvese ise şeytanın işidir. Bu suyu için. Kendinizde şüpheye hiç fırsat vermeyin." dedi. O şahıs Ali Müttekî'nin sözü üzerine o suyu içti. Kalbinde hiç vesvese kalmadı.

Büyük velîlerden Ebû Ali Dekkâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine biri gelip şeytanın vesvesesinden şikâyette bulundu. Ebû Ali Dekkâk hazretleri ona; "Kalbini dünyâya bağlama. Dünyevî alâkaları kökünden sök ki üzerine serçe konmasın. Zîrâ böyle ağaçta şeytanın yuvası bulundukça, iblisin kuşları gelip oraya konarlar." buyurdu.

Endülüste'te ve Mısır'da yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) vesvese için; "Sübhânelmelik-il-Hallâk in yeşe' yüzhibküm ve ye'ti bihalkın cedîd. Ve mâ zâlike alallâhi biazîz" okunmasını tavsiye ederdi.

Ebü'l-Abbâs hazretlerini sevenlerden birisi şöyle anlatır: Abdest alırken bende çok defâ vesvese meydana gelirdi. Bu durum Ebü'l-Abbâs'a ulaştı. Bir gün bana dedi ki: "Duyduğumuza göre, abdest alırken sende vesvese olurmuş." Ben de; "Evet öyledir." dedim. O zaman bana; "Bu tâife (ehl-i tasavvuf) şeytanla oynar, yoksa şeytan onlarla oynayamaz." dedi. Sonra aradan epeyce zaman geçti. Tekrar huzûruna girdim. Bana; "Vesvese durumun nasıl oldu?" deyince; "Aynen devâm ediyor." dedim. Bunun üzerine bana; "Eğer bu vesveseyi terk etmezsen, bize gelmeyeceksin." dedi. Bu söz bana ağır geldi. Çok korktum. Ondan sonra Allahü teâlânın izni ile vesvese benden kayboldu.