|
ADAK
Evliyânın büyüklerinden
Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle anlatır: Bir gece rüyâmda,
Resûlullah efendimiz buyurdular ki: “Bir ihtiyâcın var ise ve onun yapılmasını
diliyorsan, Seyyidet Nefîse’ye (Resûlullah'ın pak neslinden gelen bir veli
hanıma) bir kuruş bile olsa adakda bulun. O zaman senin ihtiyâcın giderilmiş
olur.”
Âriflerin ve evliyânın
büyüklerinden ve meşhûrlarından Yâkût-i Arşî (rahmetullahi teâlâ aleyh)
Habeşistan’da büyüyüp yetişti. Bir zaman köle oldu. Mısırlı bir tüccâr bunu
satın alıp, memleketi olan Mısır’a götürmek üzere yola çıktı. Gemi ile gelirken,
denizde bir fırtına çıktı. Gemi batacak hâle geldi. Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
hazretlerinin büyük bir zât olduğunu duymuş olan tüccâr, Allahü teâlâya duâ
edip; “Yâ Rabbî! Eğer sağ sâlim karaya çıkarsak, köle olarak aldığım bu genci
(Yâkût’u) Ebü’l-Abbâs hazretlerine hibe edeceğim” diye nezretti (adadı). Allahü
teâlânın izni ile fırtına sâkinleşti. Selâmetle karaya çıktılar. İskenderiyye’ye
gelen tüccâr, nezrettiği şeyi yerine getirecekti. Fakat, Yâkût ismindeki bu köle
de çok kıymetli idi. Kendi kendine; “Ben Ebü’l-Abbâs hazretlerine “Yâkût’u”
vermeyi adamıştım. Bu Yâkût ismindeki genç çok kıymetli olduğuna göre, ben,
çarşıdan kıymetli bir yâkût taşı alıp, Ebü’l-Abbâs’a hediye ederim. Böylece
adağımı yerine getirmiş olurum.” diye düşündü. Dediği gibi yaptı. Çarşıdan
kıymetli bir yâkût taşı alarak Ebü’l-Abbâs’ın huzûruna vardı. Bunu kendisine
hediye getirdiğini bildirdi. Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî ona; “Bize bu yâkûtu değil,
bizim için vâdettiğin asıl Yâkût’u getir! Sözünden dönme!” buyurunca, tüccâr
hatâsını anladı ve gidip Yâkût’u getirerek teslim etti. O da bunu talebeliğe
kabûl etti. Habeşistan, Mısır’a çok uzak olduğu için, herkes bu yeni
arkadaşlarını merak ettiler. İsmini ve memleketini öğrenince, hocalarının
yıllarca önce verdiği doğum yemeğini hatırladılar. Tuttukları târihe baktılar.
Yeni gelen arkadaşlarının doğum târihi, aynen hocalarının bildirdikleri gündü.
Hocalarının senelerce önce gösterdiği bir kerâmetini böylece anlamış olan
talebelerin, Ebü’l-Abbâs’a olan muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı. Yeni
gelen arkadaşlarını da çok sevdiler. Yâkût-i Arşî, Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî
hazretlerinin sohbetlerinde, huzûrunda ve hizmetinde bulundu. İlim öğrenmek
arzusu pek fazlaydı. Bunun için gece-gündüz çalışırdı. Kısa zamanda çok
yükselip, ilim ve velîlik bakımından çok üstün derecelere kavuşarak, o büyük
zâtın en büyük talebesi oldu. Kalbi, dâimâ Allahü teâlânın Arş-ı âlâsında olur,
yeryüzünde sâdece cismi bulunurdu ve Hamale-i Arş’ın (Arş-ı a’lâyı taşımakla
vazifeli olan meleklerin) okudukları ezanları işitirdi. Bunun için kendi hocası
bu zâtı, Yâkût-i Arşî diye isimlendirdi. Yâkût-i Arşî hazretleri bundan sonra
Mısır’dan ayrılmadı. Hocasının vefâtından sonra, onun yolunu yaymaya devâm etti.
Evliyânın büyüklerinden
Safiyyüddîn Erdebilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri zamânında Şeyh
Sâdüddîn Basra'da deniz kenarında bulunuyordu. Bir geminin sâhile yaklaştığını
gördü. Bu sırada tâcir olduğu hâlinden belli birinin başında kıymetli bir
sandığı dışarı çıkardığını gördü. O sandığa gâyet îtinâ gösteriyordu. Onda
kıymetli bir şey bulunduğunu tahmin etti. Bu sebeple onu tâcirden satın almak
istedi. Tâcire; "O sandıkta ne var ki, öyle başında dikkatle taşıyorsun." diye
sordu. "Bunda Şeyh Safiyyüddîn hazretlerine âit bir hediye var." deyince,
hediye getirmesinin sebe-bini sordu. Tâcir şöyle anlattı: Bu gemi ile giderken,
deniz birden kabardı. Gemi battı, batacaktı. Bu sırada Safiyyüddîn Erdebilî'den
cân u gönülden yardım istedim. Ansızın Safiyyüddîn hazretlerini karşımda gördüm.
Mübârek eli ile gemiyi çekip, selâmetle sâhile ulaştırdı. Bunun için ben bu
sandığı ve içindekileri ona hediye etmeyi adadım. İşte sandığa bu kadar kıymet
vermemin sebebi budur." dedi. |
|