|
ZEYNEDDÎN-İ HÂFÎ
Büyük
velîlerden. İsmi Muhammed bin Muhammed, künyesi Ebû Bekr, lakabı Zeyneddîn’dir.
Zeyneddîn-i Hâfî diye meşhûr oldu. 1356 (H.757) târihinde Horasan’da Hâf
beldesinde doğdu. 1435 (H.838) târihinde Herât’ta vefât etti.
Zeyneddîn-i Hâfî hazretleri tasavvufta Halvetiyye yolunun kollarından Zeyniyye
yolunun kurucusudur.
Zeyneddîn-i Hâfî hazretleri, küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Bu maksatla çok
seyahat yaptı. Memleketi olan Horasan’dan başka Mâverâünnehr, Irak, Âzerbaycan,
Şam, Mısır, Hicaz ve başka yerlere gitti. Oralarda bulunan büyük âlimlerin
sohbetlerinde bulundu. Celâlüddîn Ebû Tahir Ahmed el-Hocendî el-Medenî,
Zeynüddîn-i Irâkî, Ebü’l-Berekât Ahmed Kazvînî, İbn-ül-Cezerî, Seyyid Şerîf
Cürcânî ve daha birçok âlimden ilim öğrenip icâzet, diploma aldı. Kâhire’ye
gelip, Zeyneddîn Abdurrahmân eş-Şebrîsî ile buluşup sohbet etti. Tasavvuf
yolunda, Nûreddîn Abdurrahmân Mısrî’den feyz aldı. Onun halîfesi oldu. Bizzat
kendisi icâzet yazıp, bu kıymetli talebesini mezûn eden Abdurrahmân Mısrî
hazretleri, ona çok iltifâtlarda bulundu. Onu takvâ sâhiplerine imâm yapması
için Allahü teâlâya duâ ederek, memleketi olan Horasan’a gönderdi.
Zeyneddîn-i Hâfî hazretleri anlatır: “Hocamın verdiği icâzeti alıp memleketime
dönerken, icâzetnâmeyi Bağdat’ta unuttum. Bağdat’ta unuttuğumu da Horasan’a
vardıktan sonra farkettim. Aradan uzun zaman geçtikten sonra, hocamın memleketi
olan Mısır’a gittim. Oraya vardığımda, hocamın çoktan vefât etmiş olduğunu
öğrendim. Büyük bir hüzün ile hocamın halvethânesine, husûsî odasına girdim.
Baktım, benim icâzetim oradaydı. Hayret edip aldım. Okudum. Yazılar aynı idi.
Bir-iki harften başka bir değişiklik yoktu. O zaman halvethâne bakımsızdı.
Kapısı bile açık duruyordu. Bu icâzetnâme bana verdiği icâzetnâmenin müsveddesi
miydi? Yoksa benim icâzetnâmemi kaybedeceğimi ve uzun zaman sonra tekrar oraya
geleceğimi keşf yoluyla bilip, yeni bir icâzetnâme yazarak oraya mı koymuştu?
Bunu bir türlü anlayamadım. Fakat, bu icâzetnâmenin, uzun zaman bakımsız kalmış
bir yerde sağlam olarak bulunması ve benim icâzetnâmeye kavuşmam, hep hocamın
kerâmetiydi.”
Zâhirî
ve bâtınî ilimlerde çok yüksek, âlim, ârif ve âbid bir zât olan Zeyneddîn-i
Hâfî, zühd ve verâ sâhibi, haram ve şüphelilerden çok sakınan, olgun ve kâmil
bir velî idi. İlimde deryâ misâliydi. Sohbetleri hasta rûhların şifâsıydı. İlim
tâliblerinin sığınağıydı. Her hâli sünnet-i seniyyeye tam uygundu. Dîn-i İslâmın
yayılması için, herkesin bu kıymetli bilgileri öğrenmesi ve bunlarla amel ederek
dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmaları için çok gayret ederdi. Bid'at, dalâlet ve
sapıklıkların karşısında tam bir kale gibi dururdu. İlm-i yakîn ile insanları
Allahü teâlânın yoluna çağırırdı. Bu hizmetleri yaparken, niyeti düzgün, kalbi
hâlis, maksadı ihlâslı olduğundan; sözleri, sohbetleri insanlara çok tesirli
olur, herkes ondan istifâde ederdi. Baştan sona kadar, hidâyet ve istikâmet
üzere ve sünnet-i seniyyeye tam bağlıydı. Evliyâdan birçokları ondan hep medh
ile bahsedip, onu övmüşlerdir. Bu yolda kerâmetlerin en yükseği olarak bilinen
sünnet-i seniyyeye tam bağlı olmakta eşi yoktu. İnsanlara çok faydalı oldu.
Birçok kimsenin hidâyete kavuşmasına, Ehl-i sünnet âlimlerinin gösterdikleri
doğru yola girmesine vesîle oldu. Evliyânın büyüklerinden olan Hâce Muhammed
Pârisâ hazretleri, Zeyneddîn-i Hâfî’den medh ve senâ ile bahseder, onun için;
“Efendimiz, büyüğümüz.” derdi.
Zeyneddîn-i Hâfî hazretleri şöyle anlatır: “Dervişâbâd şehrinde bulunuyordum.
Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm. Bana Füsûs-ül-Hikem kitabını okumamı
işâret buyurdu. Bundan sonra Füsûs kitabındaki birçok meseleyi sordum, lutfedip
îzâh buyurdular.”
Hayâtının sonlarına doğru, Zeyneddîn-i Hâfî hazretlerinde çok cezbe, kendinden
geçme hâlleri görüldü. Bir defâsında, üç gün üç gece kendinden geçmiş hâlde
kaldı. Bundan sonra sessizliği, susmayı tercih etti. Çok az konuştu.
Bir gün
talebelerinin yükseklerinden olan Ahmed Semerkandi’ye; “Birbiri ardınca gelip
hiç kesilmeyen ve açıkça görülen cezbelerin bulunduğunu hiçbir kitapta gördün mü
veya hiçbir kimsede rastladın mı?” diye sordu. Bu söz, Zeyneddîn-i Hâfî’nin
durumunu anlatıyordu. Derviş Ahmed çok kitap okumuş ve dervişlerden çok zâtın
sohbetlerinde bulunmuştu. Öyle ki, sohbetlerde büyüklerin sözlerini îzâh ederdi.
Buna rağmen hocasının bu suâlini; “Hayır, görmedim efendim.” diye cevaplandırdı.
Zeyneddîn-i Hâfî hazretleri, güzel hâlleri olan fazîletler sâhibi, çok yüksek
bir zât idi. Çok talebe yetiştirdi. Abdüllatîf Kudsî Bursevî, onun yetiştirdiği
talebelerinden ve halîfelerindendir.
KAYNAKLAR
1)
Ed-Dav-ül-Lâmi’; c.9, s.260
2)
El-A’lâm; c.7, s.46
3)
Kâmûs-ul-A’lâm; c.4, s.2444
4)
Nefehât-ül-Üns Tercümesi (Osmanlıca); s.547
5)
Şakâyık-ı Nu’mâniyye (Arabî); s.76
6)
Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.91
7) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baskı); s.1168
8)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.173
9)
Vesâyâ, Süleymâniye Kütüphânesi Lâleli Kısmı No: 1515
|
|