|
ZENBİLLİ ALİ EFENDİ
Osmanlı
âlim ve velîlerinin meşhûrlarından. Sekizinci Osmanlı şeyhülislâmıdır. İsmi Ali
olup, babasınınki Ahmed’dir. Lakabı, Alâeddîn el-Hanefî er-Rûmî’dir. Aslen
Aksaraylıdır. O zaman Aksaray, Karaman eyâletine bağlı olduğu için, kendisine
Karamânî nisbeti de verilmişir. Ayrıca evliyânın ve âlimlerin meşhûrlarından
olan Cemâleddîn Aksarâyî’nin torunudur. Dedesine nisbetle “Cemâlî” denilmiş ve
Ali Cemâlî ismiyle tanınmıştır. Evinin penceresinden bir zenbil sarkıtır, suâl
soranlar, suâllerini bir kağıda yazıp zenbile koyardı. O da çekip suâllerin
cevâbını yazar, zenbili tekrar sarkıtırdı. Bu sebeble “Zenbilli Ali Efendi”
ismiyle meşhûr oldu. Doğum târihi bilinmemekte olup, 1526 (H. 932) senesinde
İstanbul’da vefât etti. Türbesi Zeyrek yokuşundadır.
Zenbilli Ali Efendi, ilim tahsîline memleketinde başlayıp, Alâeddîn Ali bin
Hamza Karamânî'den ders aldı. Kudûrî Muhtasarı'nı ve Nesefî
Manzûmesi'ni ezberledi. Bu ilk tahsîlinden sonra İstanbul’a gitti.
Orada, zamânın meşhûr âlimlerinden olan Molla Hüsrev’in derslerine devâm edip,
ilim öğrendi. Sonra Molla Hüsrev, onu Bursa’ya gönderip, Sultan Medresesi müderrisi Hüsâmzâde
Mevlânâ Muslihuddîn’den ders almasını tavsiye etti. Bu zâtın derslerine devâm
edip, ondan aklî ve naklî ilimleri öğrendi. İlimde yetiştikten sonra hocası
Mevlânâ Muslihuddîn, onu kendisine mu’îd (yardımcı müderris) seçti. Mevlânâ
Muslihuddîn’in kızı ile evlenip dâmâdı oldu. Çeşitli medreselerde müderrislik
yaptı.
Fâtih
Sultan Mehmed Hân devrinde, Edirne’de Taşlık Ali Bey Medresesine müderris tâyin
edildi. Fakir olduğu öğrenilince, pâdişâh tarafından kendisine, bir mikdâr
kıymetli elbise ile beş bin akçe ihsân olundu. 1477 (H.882) de, Edirne’de
Beylerbeyi Medresesine, sonra Sirâciyye Medresesine geçti. Bu sırada kendisini
çekemeyenlerin tutumları karşısında, müderrislikten istifâ edip, bir rivâyete
göre Şeyh Muslihuddîn Ebü’l-Vefâ’ya, diğer bir rivâyete göre de, Halvetiyye
büyüklerinden Şeyh Mes’ûdî Edirnevî’ye talebe olup tasavvufta kemâle geldi.
Fâtih
Sultan Mehmed Hânın vefâtından sonra, İkinci Bâyezîd Hân tarafından, Bursa
Kaplıca Medresesine müderris tâyin edildi. İznik’de Orhan Gâzi, Bursa’da Murâd
Gâzi medreselerinde de müderrislik yaptı. Daha sonra, İkinci Bâyezîd Medresesi
müderrisliği ile Amasya müftîliği vazifelerinde bulundu. Bir ara hacca gitmek
üzere Amasya’dan ayrıldı.
Mekke’ye gitmek üzere yolaçıkıp, o sene Hicaz’da bâzı karışıklıkların çıkması
sebebiyle, bir sene Mısır’da kalıp ertesi sene hac yaptı. Mısır’da kaldığı
sırada oranın âlimleriyle görüşüp, ilmî incelemeler ve müzâkereler yaptı. Ertesi
yıl hacca gitti. Hacda iken, Şeyhülislâm Efdalzâde Hamîdüddîn Efendi vefât
edince, İkinci Bâyezîd Hân tarafından 1497 (H. 903)'de Şeyhulislâmlığa tâyin
edildi. İkinci Bâyezîd Hân, Zenbilli Ali Cemâlî Efendi gelinceye kadar fetvâ
işlerinin Sahn-ı semân Medresesi müderrisleri tarafından yürütülmesini emretti.
Ayrıca yeni yapılmış olan Bâyezîd Medresesi müderrisliğinde de vazife verildi.
Bundan sonra şeyhulislâmların, Bâyezîd Medresesinde müderrislik yapması âdet
hâline geldi.
Yavuz
Sultan Selîm Hânın tahta çıkmasından sonra da vazifesine devâm eden Zenbilli Ali
Efendi, hak severliliği ve doğruluğu ile dikkati çekmiştir. Pâdişâhın her
hareketinde İslâmiyete uymasında yardımcı olmuştur. 1516 (H. 922) de yapılan
seferler için fetvâ vermiştir.
Zühdü,
takvâsı, istikâmeti ve doğruluğu ile meşhûr olan Zenbilli Ali Efendi, dîne
uymayan her çeşit hükme ve karara şiddetle karşı çıkardı. Yavuz Sultan Selîm
Hânın, şiddetli hareketlerini bile teskine muvaffak oldu. Bir defâsında Yavuz
Sultan Selim Hân Topkapı Sarayı hazînesi görevlilerinden yüz elli kişinin
sorumsuz davranışlarından dolayı îdâmını emretmişti. Zenbilli Ali Efendi, bu
kararı duyunca derhal Dîvân-ı hümâyûn’a koştu. Vezîrler ayağa kalkıp saygı ile
karşıladılar ve baş köşeye oturttular. Şeyhülislâmın dîvâna gelmesi âdet
olmadığından, niçin geldiğini sordular. Pâdişâhla görüşmek istediğini söyledi.
Durum pâdişâha arzedildi. Yavuz Sultan Selîm Han, huzûruna girmesine izin verdi.
Arz odasına girip selâm verdi. Pâdişâhın hürmet göstermesinden sonra, gösterilen
yere oturdu. Sonra pâdişâha; “Fetvâ vazîfesinde (şeyhulislâmlıkda) bulunanların
bir işi de, pâdişâhın âhiretini korumak, onları dînen hatâ olan şeylerden
sakındırmaktır. Yüz elli kişinin îdâm edilmesine pâdişâh fermanı çıktığını
duyduk, öldürülmeleri için, dînen bir sebep tesbit edilmiş değildir. Bunların af
buyrulması ricâ olunur.” sözü üzerine kızan pâdişâh; “Bu iş saltanatın
gereğidir. Âlimler böyle işlere karışırsa devlet idâresi kargaşaya uğrar.
Sorumsuzluklara göz yummak, beğenilecek tutum değildir. Bu işlere karışmak sizin
vazifeniz değildir.” dedi. Zenbilli Ali Efendi, Pâdişâhın bu sözleri karşısında;
“Bu karar âhiretiniz ile ilgilidir ve buna karışmak da bizim vazifemizdir. Eğer
affederseniz ne iyi ne güzeldir. Yoksa âhirette cezâya müstehak olursunuz.” Bu
sözler, Pâdişâhın kızgınlığını yatıştırdı. “Affettik” diyerek lütuf gösterip,
neşe ile sohbete başladı. Konuşma bittikten sonra, gitmek üzere ayağa kalkan
Zenbilli Ali Efendi, Yavuz Sultan Selîm Hâna; “Âhiretiniz ile ilgili hizmeti
yerine getirdim. Mürüvvet ile ilgili bir sözüm daha var.” dedi. Pâdişâh; “Onu da
söyle.” deyince; “O sözüm de şudur ki, Pâdişâhın affına uğrayan o kişilerin,
işlerinden el çektirilip, el açarak sokaklarda dolaşmaları, Pâdişâhlığın şânına
lâyık mıdır?” dedi. Bunun üzerine Padişâh bunu da kabûl etti. Sultan Selim Hân;
“Fakat bunlar vazifelerinde kusur ettikleri için, bunları tâzir edeceğim.” dedi.
Zenbilli Ali buna karşı da; “Tâzir (azarlama) pâdişâhın reyine kalmıştır.
Orasını siz bilirsiniz. Bizim arzumuzu kabûl etmeniz bize yeter.” dedi. Sonra
teşekkür ederek pâdişâhın huzûrundan ayrıldı. Yavuz Sultan Selim Hân da onu
medhederek uğurladı.
Yavuz
Sultan Selim Hân bir defâsında Edirne’ye gidiyordu. Şeyhülislâm Zenbilli Ali
Efendi de pâdişâhı uğurlamak üzere gelmişti. Pâdişâhı uğurlayıp dönerken dört
yüz kişinin elleri bağlı îdâm edilmek üzere götürüldüklerini gördü. Bunların
niçin îdâm edileceklerini sordu. Pâdişâh, ülkesinde ipek alınıp satılmasını
yasaklamıştı. Bunlar bu yasağa uymadıkları için yakalandılar ve îdâm edilecekler
dediler. Zenbilli Ali Efendi derhal geri dönüp, Yavuz Sultan Selim Hâna yetişti.
“Bu elleri bağlı dört yüz kişinin öldürülmesi helâl değildir. Bu hususta Allah
indinde sorumlu olursun. Sakın bunları îdâm ettirme!” dedi. Pâdişâh bu sözler
karşısında kızıp; “Halkın üçte birinin ahvâlini düzeltmek için üçte ikisinin
bile öldürülmesi câiz iken, böyle bir avuç kimsenin kanının dökülmesini çok
görmek yersiz değil midir?” dedi. Zenbilli Ali Efendi; “Bu iş büyük bir
kargaşada mübahdır, yapılabilir.” deyince, Pâdişâh; “Hükümdârın emrine karşı
gelmekten daha büyük kargaşa olur mu?” dedi. Zenbilli Ali Efendi şöyle cevap
verdi: “Bunlar senin emrine karşı gelmemişlerdir. Zîrâ senin ipek emîni tâyin
etmen, ipeğin alınıp satılmasını gösterir. Bu bir ruhsattır, açıkça izin vermen
demektir. İpek alınıp satılmayacaksa niye ipek emîni tâyin ettiniz, onun
vazifesi nedir?” dedi. Pâdişâh ona; “Senin saltanat işlerine âit bu gibi
şeylerde söz söylemen vazifen değildir!” dedi.
Zenbilli Ali Efendi; “Bu husus âhiret işlerindendir. Buna karışmak benim
vazifemdir.” diyerek selâm vermeden pâdişâhın yanından ayrılıp gitti. Bu durum
pâdişâhı son derece kızdırdı. Bir müddet atının üstünde sessiz ve hareketsiz
kalıp, derin bir düşünceye daldı. Sonra yürüdü. Yanında bulunanlar, pâdişâhın bu
hâline şaşdılar. Pâdişâhın yanına toplanıp onu tâkib ettiler. Neticenin nereye
varacağını düşünüyorlardı.
Pâdişâh Yavuz Sultan Selim
Hân yolda meâlen; “Eğer affedersen, bu, takvâya daha yakındır.” buyurulan
âyet-i kerîmeyi düşünerek, elleri bağlı dört yüz îdâm
mahkumunu affetti. Edirne'ye varınca da Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendiye bir
ferman gönderdi. Bu fermanda şöyle diyordu: “Dînî ve tıynî (yaratılış),
istikâmetin (doğruluğun) mâlûmum olup, kazâ-yı tarafeyni cem ettim (Anadolu ve
Rumeli kadıaskerliğini birleştirdim.) ve kelâm-ı Hakkı işitip uydum ve dahî seni
oraya (bu iki kadıaskerliğe) nasbettim (tâyin ettim).” Böylece o dört yüz kişiyi
affedip îdâm etmekten vazgeçtiğini ve Zenbilli Ali Efendiyi takdir edip, ayrıca
ilmiye sınıfı için, şeyhülislâmlıktan sonra en yüksek makâm olan kadıaskerlik
vazifesine, hem de her iki kadıaskerliği birleştirerek onu tâyin ettiğini
bildirdi.
Zenbilli Ali Efendi bu teklifi önce nezâketen kabûl etti. Sonra da şöyle bir
cevap yazıp gönderdi: “Velâkin hazret-i Hak ile ahdim vardır ki: Söz veya
kaleminden (Hükmettim!..) kelimesi çıkmaya... Ol ahdimizi korumak yüzünden, vukû
bulan kusurumuzu af buyurmak, bu duâcınızın sonsuz recâlarıdır...” Yavuz Sultan
Selim Hân, Zenbilli Ali Efendinin dünyâya, dünyâ malına ve mevkiine rağbet
etmediğini, âhirette kurtuluşu istediğini görerek çok sevindi ve ona beş yüz
altın hediye gönderdi.
Zenbilli Ali Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde de vazifesinde kalıp
Rodos Seferine katıldı. Rodos’un fethinden sonra orada imâmlık ve hatîplik
yapıp, İslâm müesseseleri kurdu.
Zenbilli Ali Efendi; İkinci Bâyezîd Hân, Yavuz Sultan Selim Hân ve Kânûnî Sultan
Süleymân Hân devrinde olmak üzere 24 sene şeyhülislâmlık yaptı. Ömrünü, ilme,
talebe yetiştirmeye ve İslâma hizmete harcamış, kıymetli hizmetler yapmıştır.
Üstün hâlleri, ahlâkı, başarılı hizmetleriyle meşhûr olup, tasavvufta da kemâle
ermiştir. Kendisine “Mevlânâ Sûfî Ali Cemâlî” de denilmiştir.
Şakâyık
müellifi şöyle kaydetmiştir:
“Zenbilli Ali Efendi ölüm döşeğinde iken, babamla birlikte ziyâretine gittik.
Babamla gizli bir şeyler konuştular ve babam
ağlamaya başladı. Ziyâretinden ayrıldıktan sonra babama, ağlamasının sebebini
sordum. Vefât edeceğini, Mûsâ aleyhisselâmın rûhâniyetinin sabahleyin gelip,
kendisini âhirete dâvet ettiğini söyledi.” dedi. Babam böyle deyince, ben de
dayanamayıp gayri ihtiyâri ağladım.”
Zenbilli Ali Efendinin El-Muhtârât adlı eseri, bir fıkıh kitabı olup, çok
kıymetlidir. Bundan başka; Muhtasar-ul-Hidâye, Âdâb-ül-Evsiyâ ve
Risâle fî Hakk-ıd-Deverân adlı eserleri vardır.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
KARINCA VE
SÜLEYMÂN
Kânûnî
Sultan Süleymân Hân, meyva ağaçlarını karıncaların sarması üzerine, karıncaları
kırmak için meseleyi Zenbilli Ali Efendiye güzel bir beyitle sorar ve şöyle der:
“Dırahtı (ağacı) sarmış olsa eğer karınca
Zarar
var mı karıncayı kırınca.”
Zenbilli Ali Efendi zarîf bir ifâde ile sorulan bu suâlin altına şu beyti
yazarak cevap vermiştir:
“Yarın
divânına Hakk’ın varınca
Süleymân’dan alır hakkın karınca.”
KAYNAKLAR
1) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1166
2)
Şakâyık-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.302
3)
Mu’cem-ül-Müellifîn; c.7, s.25
4)
Devhat-ül-Meşâyıh; s.15
5)
Kâmûs-ul-A’lâm; c.4, s.3178
6)
Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.742
7)
Keşf-üz-Zünûn; s.1624
8)
Tâc-üt-Tevârih; c.2, s.549
9)
Rehber Ansiklopedisi; c.18, s.289
10)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.320
11)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.106
|
|