|
YÛSUF BAHRİ EFENDİ
Anadolu
velîlerinden. Vezirköprü’de doğdu. Doğum târihi belli değildir. Babası,
Vezirköprü Tâceddîn Paşa Câmii imâmı Mehmed Efendidir. Tahsil hayâtına Samsun
Sıbyan Mektebinde başladı. Sonra Amasya’ya giderek, buradaki medresede Şehîd
Müftü nâmıyla meşhûr müderristen ilim öğrendi. Ayrıca birçok âlimin
sohbetlerinde bulundu. İlim tahsiline devâm etmek için İstanbul’a gitti. Burada
Erzincan Müftüsü ismiyle meşhûr hocadan ders aldı. Bir gün ders esnâsında Yûsuf
Bahri Efendi bir konuda hocasına îtirâzda bulundu. Dersten çıkınca hocası, Yûsuf
Bahri Efendiyi yanına çağırarak; “Benden nasîbini aldın. Bundan sonra Mısır’da
Şeyh Murtaza’dan ilim öğrenmeye devâm edeceksin.” buyurdu.
Yûsuf
Bahri Efendi, hazırlığını yapıp, heybesine kitapları doldurarak yola çıktı.
Kâhire’ye varınca, Şeyh Murtaza’yı arayıp, Câmi-i Ezher’de ders okuttuğunu
öğrenince, oraya gitti. Câmi, kapısına kadar dolu idi. Kapının önünde dikilip
Murtaza Efendiyi dinlemeye başladı. O sırada içeriden biri gelip; “Şeyh Murtaza
Efendi; “Kapıda duran Yûsuf’a omuzundaki heybeyi Nil’e atıp gelmesini söyleyin
diyor” dedi. Yûsuf Bahri Efendi bu âni hitap ile şaşırdı. Nil kenarına giderek,
bir kazık çaktı ve heybenin ucuna bir ip bağlayıp, Nil’e attı. İpin ucunu da
kazığa bağladı. Sonra tekrar Câmi-i Ezher’e geldi. Yine biraz önce haber veren
zât gelerek; “Hoca sana, kazığı çeksin de gelsin, diyor.” dedi. Yûsuf Bahri
Efendi geri dönüp, bağladığı ipi söktü ve heybe Nil sularında kayboldu. Geri
dönüp câmiye geldiğinde talebeliğe kabûl edildi. Böylece bir büyüğe bağlanmak
için boş gidilmesi gerektiğini anladı.
Yûsuf
Bahri Efendi, Murtaza Efendinin sohbetlerinde kemâle geldikten sonra, icâzet,
diploma aldı. Hocası onu insanlara doğru yolu anlatmak için memleketine
gönderdi. Giderken; “Yûsuf, hac zamânı yakındır. Hac farîzasını yerine getir de
öyle git.” buyurdu. Yûsuf Bahri Efendi hac farîzasını yerine getirdikten sonra
Peygamber efendimizin kabr-i şerîflerini ziyâret maksadıyla Medîne’ye gitti.
Ravda-i mutahherayı ziyâret ederken iç kapısının üstündeki hadîs-i şerîfi
okuyunca, bir vav harfinin fazla olduğunu gördü. Kaldırılmasını ilgililere
söyledi. Bu durumu görüşmek için toplanan ulemâ; “Bunca senedir hiç kimsenin
fazla demediğine, bir Türk hoca gelmiş de fazla diyor.” diyerek Yûsuf Bahri
Efendiyi küçümsediler ve öldürmek istediler. Yûsuf Bahri Efendi ortalığı
yatıştırmak için; “Benim söylediğim hadîs-i şerîfi yazın, bir de kapının
üstündeki hadîs-i şerifi yazın. Her ikisini de kapının önüne koyalım. Sabahleyin
bakın, benim dediğim gibi çıkmazsa, beni öldürün.” dedi. Denileni yaptılar.
Ertesi sabah kağıtlara bakıldığında, Yûsuf Bahri Efendinin söylediği şekilde
yazılı olan kağıdın altına ince bir kalemle; “Sadeka Yûsuf-i Bahri.” yazılmış
olarak gördüler. Bunun üzerine Yûsuf-i Bahri ünvânını kazanan Yûsuf Bahri
Efendinin büyüklüğü Medîne ulemâsı tarafından kabûl edildi. Durum Sultan İkinci
Mahmûd Hana intikâl edince, Sultan, Yûsuf Bahri Efendiyi İstanbul’a dâvet etti
ve çok ihsânlarda bulundu.
Pâdişâhın kâtiplerinden Süleymân Feyzi Paşa, Yûsuf Bahri Efendiyi Mısır’dan
tanıyordu. Süleymân Feyzi Paşa, Çorum’da yaptırdığı medreseye Yûsuf Bahri
Efendiyi müderris tâyin etti. Ömrünün sonuna kadar bu medresede talebe
yetiştirmekle meşgûl olan Yûsuf Bahri Efendi, birçok eser yazdı. Yûsuf Bahri
Efendi 1825 (H.1241) senesinde Çorum’da vefât etti. Sonra talebeleri tarafından
mezarının üzerine bir türbe yaptırıldı.
KAYNAKLAR
1)
Mecmu fi’l-Meşhud; s.69
|
|