|
YAHYÂ MUAMMER MEZÛRÎ İMÂDÎ
Evliyânın büyüklerinden ve fıkıh âlimi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin
talebelerinin önde gelenlerindendi. Babası Hüseyin’dir. Doğum târihi belli
değildir. 1834 (H.1250) de yüz yaşlarında vefât edip, Bağdat’ta Abdülkâdir-i
Geylânî hazretlerinin kabrinin güneybatısına defnedildi.
Yahyâ
Mezûrî hazretleri, küçük yaşta ilim tahsîli ile meşgûl oldu. Bağdat’ta, Şerîf
Âsım Hayderî ve Sâlih Hayderî gibi âlimlerden din ve âlet ilimlerini öğrendi.
Her türlü ilimde söz sâhibi oldu. Bilhassa fıkıh bilgilerinde çok ilerledi. Irak
bölgesindeki âlimler de kendisinin üstünlüğünü kabûl ederler, müşkillerini ona
hâllettirirlerdi. Hattâ kendisinin fıkıh ilminde ictihâtlar arasında tercih
yapmaya muktedir olan tercih ehlinden olduğunu söyleyenler bile vardı. Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî, Hindistan’dan Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinden aldığı
feyzlerle Irak’a dönünce, daha önce müderrislik yaptıkları Süleymâniye şehrine
gittiler. Oradaki âlimler, kendisinin sözlerini yanlış anlayıp îtirâz ettiler.
Ancak Mevlânâ Hâlid hazretlerinin güzel sözleri, engin bilgisi karşısında
tutunamadılar. En büyükleri bildikleri Yahyâ Mezûrî’ye mektup yazarak; “Acele
Süleymâniye’ye gel! Bu zâta ancak sen cevap verebilirsin.” dediler. Yahyâ Mezûrî
hazretleri mektubu alınca, atına binip yola çıktı. Süleymâniye’ye yaklaşınca,
şehrin ileri gelenleri ve âlimler karşılamaya çıktılar. Her biri izzet ve
ikrâmla evine dâvet etti. Elini öpebilmek için insanlar sıraya dizilmişlerdi.
Yahyâ Mezûrî, gayretinin çokluğundan hemen Mevlânâ Hâlid hazretlerinin dergâhına
gitmek istediğini bildirdi. Hiçbir yere uğramadan, doğru o mübârek zâtın
huzûruna vardı. Yolda Mevlânâ Hâlid hazretlerini imtihan için, içinden çıkılması
çok zor olan bâzı sorular hazırlamıştı. Mevlânâ Hâlid, onu ayakta karşıladı.
Müsâfeha ettikten sonra yanına oturttu. Yahyâ Mezûrî hazırladığı soruları
sormağa niyet ettiği sırada, Mevlânâ Hâlid sözü alıp; “İlimde birçok müşkiller
vardır. Bunlardan bâzısı şunlardır ve cevâbı da şöyledir.” diyerek, Şeyh
Yahyâ’nın sormak istediği bütün soruları kendileri sorup kendileri
cevaplandırdılar. “Âlimi âlim anlar.” sözüne göre Yahyâ Mezûrî, Mevlânâ Hâlid
hazretlerinin ilimdeki üstünlüğünü, tasavvufdaki derecesini anlayıp, teslim
oldu. Talebeliğe kabûl edilmesini istirhâm etti. Mevlânâ Hâlid, talebeliğe kabûl
ettiği Yahyâ Mezûrî’ye, dergâhında bir hücre verdi. Süleymâniye şehri ileri
gelenleri, Yahyâ Mezûrî hazretlerinin Mevlânâ Hâlid hazretlerine tâbi olduğunu
işitip, yaptıklarına pişmân oldular. Birçokları, Mevlânâ Hâlid hazretlerine
gelip talebesi olmakla şereflendiler.
Mevlânâ
Hâlid, Yahyâ Mezûrî hazretlerini çok severlerdi. Talebesi olduğu hâlde akran
muâmelesi yapardı. Yahyâ Mezûrî de, Mevlânâ Hâlid’in meclisinde kendisini
hizmetçi kabûl etmekten zevk alırdı.
Mevlânâ
Hâlid’in halîfelerinden İsmâil Berzencî Hâlidî anlatır: “Şeyh Yahyâ’nın çok
hizmetinde bulundum. Bir gün Yahyâ Mezûrî, kaylûle vaktinde uyurken Mevlânâ
Hâlid, Yahyâ Mezûrî’nin dergâhını teşrif ettiler. Kendilerini karşılayıp, Şeyh
Yahyâ’nın uyumakta olduğunu arz edince; “Uyandırma!” buyurdular. Şeyh Yahyâ’nın
hücresine girdiler ve uyurken ağzından öptüler. Sonra; “Senin hayâtınla, Allahü
teâlâ hazretleri bizi faydalandırdı.” buyurdular ve geri döndüler. Mevlânâ Hâlid
hazretlerinin bu duâsı bereketiyle Yahyâ Mezûrî, zamânının en büyük
âlimlerinden, seçilmişlerinden oldu. Fıkıh ilminde tercih derecesine ulaşıp,
aklî ve naklî ilimlerde, matematikte âdetâ bir ilim denizi oldu. Takvâda, güzel
ahlâkta, edeb ve hayâda insan aklını hayrette bırakırdı. Hocasının oğlu ve
talebelerinden olan Hayderîzâde İbrâhim Fasîh Efendi, ayakkabısını çevirecek
olsa, buna müsâade etmez; “Sen benim hocamın oğlusun, böyle yapma!” buyurur,
hocalarının çocuklarına bu derece hürmet gösterirdi.”
Yahyâ
Mezûrî hazretleri, çamaşır yıkamakta ve ekmek pişirmekte hanımına yardım ederdi.
Evlâdından biri vefât etse kendi eliyle cenâzesini yıkardı. Hanımını tesellî
etmek için de; “Evlâdımızın vefâtına üzülme! Bilakis Allahü teâlâya şükret ki,
şükredenlerden olasın.” buyururdu. Hattâ öz babası büyük âlim Abdürrahmân
hazretlerini, Yezîdîlerin dağda şehîd ettikleri haberi gelince, ders vermekle
meşgûl idiler. “Hasbünallahü ve ni'melvekîl.” deyip derslerini bitirmeden
kalkmadılar.
Seyyid
Sadreddîn Esad Hayderî hazretleri vefât ettiği gün, Bağdat’ta talebesi İbrâhim
Fasîh Hayderî’nin evinde misâfir idiler. Seyyid Sadreddîn Hayderî’nin vefât
ettiği haberi verildi. Yahyâ Mezûrî; “Seyyid Sadreddîn Hayderî hocamdır ve
hocamın oğludur. Onun cenâzesini ben yıkayacağım.” buyurdu. Gidip cenâzeyi
yıkadı. Velî ve allâme Seyyid Ubeydullah-ı Hayderî de suyunu döküp, kalabalık
bir cemâatle namazı edâ edildi.
Yahyâ
Mezûrî hazretleri yüz senelik bir ömürden sonra vâdesi gelip Bağdat’ta vefât
etti. Âlimlerin büyüklerinden Molla Hüseyin bin Molla Câmî cenâzesini yıkadı.
Yine ulemâdan Seyyid İbrâhim Fasîh Hayderî, Muhammed Emîn Hayderî, Seyyid Sâlih
Hayderî gibi âlimler de sırayla suyunu döktüler. Cenâze namazına katılmayan bir
fert kalmadı. Bağdat’ta yer yerinden oynadı. Namazını Şeyh’in arkadaşı büyük
âlim Abdürrahmân Rûzbehâî kıldırdı. Sonra Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî
hazretlerinin türbesi civârına defnedildi.
Redd-ül-Muhtâr
müellifi İbn-i Âbidîn hazretlerinin ve İbrâhim Fasîh Hayderî’nin hocası olan
Yahyâ Mezûrî hazretleri, yüksek oğullarını da kendisi
gibi âlim ve velî olarak yetiştirdi. Abdullah, Selim ve Mustafa adlarındaki
oğullarının üçü de, yüksek âlim ve Mevlânâ Hâlid hazretlerinin sevenlerinden
idiler.
Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, yüksek halîfesi Yahyâ Mezûrî ile mektuplaşırlar, ona
nasîhatlerde bulunurlardı. Bu mektuplarından birinde buyurdular ki:
“Her
türlü hamd, sonsuz nîmetler sâhibi olan Allahü teâlâya mahsustur.
Peygamberlerinin en yücesi olan ve hiçbirinin uğramadığı eziyetlere uğrayan,
hazret-i Muhammed’e ve O’nun yüce Âl, Eshâb, Ezvâc-ı tâhire ve Ahbâbına salât ve
selâm olsun.
Muhterem efendim, senedim ve dayanağım, Allahü teâlânın yolunu neşreden derin
âlim Molla Yahyâ’nın ihsân ederek gönderdiği mektup ile şereflendik. Cenâb-ı
Hak, karşılığında bereketli sevâblar ihsân eylesin. Mektubunuzu okuduk, tam bir
ihlâs ve hasretle yazıldığını, mübârek hâl ve güzel ahlâkınızı yansıttığını
gördük. Berâberinde, mâlum şeyhin mektubu da geldi. Kerîm ve raûf olan Rabbimiz
teâlâ hazretleri ona hüsn-i hâtime ihsân eylesin!
Bu
vesîle ile sizlere asıl vasiyetimi bildiriyorum: Uzun zamandır bu diyârda
unutulmuş gibi olan tarîkat-i aliyye’yi öğretmekte ve yaymakta tâkatiniz
miktârınca çalışınız. Müslümanların bu yola girmeleri ve uymaları için,
anlayacakları delîller ile onları aydınlatıp teşvik ediniz. Şurası kesin olarak
anlaşılmıştır ki, büyüklerimizin gönlünde yer tutabilmeleri, mübârek İslâm
bilgilerini yâni Ehl-i sünnet îtikâdını ve fıkıh, ilmihâl bilgilerini yaymaları
ve bu yolda çalışanlara destek olmaları mikdârıncadır. İşittiğimize göre
vaktiyle İmâdiye şehrinin çoğu köylerinde cemâat ile namaz kılınmak ve zikr-i
ilâhî yapılmakla mâmûr mescidler varmış. Fakat acabâ şimdi vaziyet nedir? Belki
bu mâmûrluk kalkmış, câmiler garîb kalmıştır. Artık bu mescidlere gidip gelen
kalmamıştır! Bizleri seven Ziver Paşaya bizim
adımıza, câmileri bu garîblikten kurtarmaya çalışmasını söylerseniz, pek büyük
bir ecre, sevâba kavuşursunuz. Nitekim, Ebû Hüreyre’nin bildirdiği hadîs-i
şerîfte; “Ümmetimin fesâda uğradığı zamanda, bir sünnetimi öğretene yüz şehîd
sevâbı verilir.” buyrulmuştur.
Çocuklarınız ve husûsiyle gözümün bebeği çok sevdiğim Molla Muhammed Emîn için
şöyle duâ ediyorum: “Yâ Rabbî! Sen onları ebedî saâdete kavuşanlardan eyle!
Kıyâmet günü peygamberlerinin aleyhimüsselâm ve evliyânın sancağı altında haşr
eyle!” Âmîn!
Bu
mübârek yolda gösterilen tâat, ibâdet, zikir ve hizmetlere sımsıkı sarılıp devâm
ediniz. Çünkü bunlar kalb ve rûh hastalıklarını tedâvî edecek hakîkî ilâçtır.
Bunu ancak kalb ve rûh mütehassısı olan Allah adamları yâni velîler görürler,
bilir ve bildirirler.
Allahü
teâlânın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinizde olsun.”
Eserleri:
Hâşiye alâ Tuhfe-i İbn-i Hacer, Hâşiye alâ Şerh-i Isâm, Hulâsat-ül-Hisâb’ın
bâzı kısımlarını
şerh vb.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
NEFSE
MUHÂLEFET
Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî hazretleri, talebelerinden Abdülvehhâb Sûsî’yi İstanbul’a
gönderdi. Orada devlet büyüklerinden gördüğü iltifât karşısında kibir ve gurûra
kapılınca, talebelikten tardedildi. Abdülvehhâb Bağdat’a geri dönüp Yahyâ Mezûrî
hazretlerine geldi, elini öptü ve yeniden talebeliğe kabûlü için Hâlid-i Bağdâdî
hazretlerine iltimasta bulunmasını istedi. Yahyâ Mezûrî de, hocasının huzûruna
geldi ve Abdülvehhâb’ın affını arzetti. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri;
“Emir benim elimde olsa affederim. Lâkin silsile-i aliyye-i Nakşibendiyye’nin
hepsinin rûhâniyeti, Abdülvehhâb’ı talebelikten tard eylediler. Ancak sakalını
traş, yüzünü kara edip bir merkebe ters biner, sokak ve pazarda bu hâl ile
kendisini teşhir ederse o zaman belki meşâyıhın rûhları affederler.” buyurdu. O
zaman Şeyh Yahyâ; “Ey hocam! Abdülvehhâb nefsine böyle yük yükleyemez, müsâade
et, onun adına ben yapayım da Abdülvehhâb affoluna ve ben nefsimi müslümânların
ihtiyâcı için fedâ edeyim.” dedi. Mevlânâ Hâlid ağlayarak Yahyâ Mezûrî'nin
boynuna sarıldı. Berâberce bir hayli vakit ağladılar. Sonra Mevlânâ Hâlid nâfile
namaza durdu. Yahyâ Mezûrî de kendi dergâhına gitti. Orada bekleyen
Abdülvehhâb’a; “Kimseyi kötüleme! Ancak kendi nefsini kötüle!” buyurdu.
Abdülvehhâb mahrûm ve hüsrân olarak oradan ayrıldı.
KAYNAKLAR
1) Mecd-i
Tâlid Tercümesi; s.66, 95, 100
2)
Şems-üş-Şümûs Tercümesi; s.33, 41
3) Mecd-i
Tâlid; Bağdat-1299; s.12
4) Min
Menşûrât-il-Mecma’-ıl-İlmi el-Kirmânî Tezkâr-ür-Ricâl el-Cüz-ül-Evvel Mevlânâ
Hâlid Nakşibendî; s.80
5)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.18, s.269
6)
Ulemâünâ fî Hidmet-il-İlmi ved-dîn; s.621
|
|