|
ŞÂHÎ MÛYTÂB
Hindistan'da Bedâyûn şehrinde yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Şeyh Şâhî
Mûytâb Bedâyûnî'dir. Kaynak eserlerde doğum ve vefât târihlerine rastlanamayan
Şâhî hazretleri, on ikinci asrın sonları ile on üçüncü asrın başlarında
yaşamıştır. KâdıHamîdüddîn Nâgûrî'nin derslerinde yetişti. Kâdı Nâgûrî buna;
"Şâhî rûşen-zamîr (Gönlü aydınlık)" derdi. Onu mezun edip, zamânın büyük
âlimlerinden Mahmûd Mu'îndüz'ün sohbetlerine gönderdi. Oraya giden biriyle haber
gönderip; "Bizim Şâhî'ye hırka verip kendisini mezûn etmemiz uygun olmuş mu?
diye sordu. Bu soruya karşılık o da; "Biz, sizin yaptığınız her şeyi beğeniriz"
diye cevap verdi. Şeyh Şâhî, ilim öğrenmekteki aşk ve gayreti ile kısa zamanda
yetişip, büyük âlimlerden, zamânında bulunan evliyânın önde gelenlerinden oldu.
Etrafında toplanan talebelere ders okutmaya başladı. Herbiri ilim âşığı olan
talebelerini çok sever, onlara ve herkese şefkat ve merhamet gösterirdi. Bir
defâsında talebeleri dışarıda güneş altında bekliyorlardı. Beklemeleri uzun
sürünce, terlemeye ve terleri toprağa damlamaya başladı. Bu hâli farkeden Hâce
Şâhî, hacâmatçıyı(kan alan kimseyi) çağırmalarını istedi. "Onu ne yapacaksınız?"
diye suâl edildiğinde; "Talebelerimden akan ter kadar benden kan almasını
istiyeceğim" buyurdu.
Birgün
talebeleri ile birlikte bir yere gittiler. Gittikleri yerde talebeler, yemek
olarak pirinç ve süt pişirdiler. Yemek hazırlanıp önüne getirildiği zaman Hâce
Şâhî yemeğe nazar etti (baktı) ve; "Bu yemekte hıyânet kokusu vardır, biz bundan
yiyemeyiz" buyurdu. Talebelerin hepsi hayret edip; "Bizden hiç birimiz hıyânet
etmemiştir." dediler. Pirinç ve sütü pişiren iki kişi hazret-i Hâce'nin huzûruna
geldiler, dediler ki: "Efendim! Sütü pişirirken süt köpürmüştü, taşacaktı.
Mecbûr kalıp, taşmaması için sütten bir miktar alıp içtik, şimdi ise bu
kabahatimize pişmân olduk. Özür dileriz." Hâce Şâhî, "Yemek, dostlarımızın
(talebelerimizin) önüne gelmeden, o yemekten yiyen hıyânet etmiş olur. Fakat,
mâdem ki siz özür diliyorsunuz, pişmân oluyorsunuz, öyleyse affettim." buyurdu.
HâceŞâhî, gâyet mütevâzî, alçak gönüllü idi. Kendisini bir şey yapmaktan âciz,
zavallı görürdü. Şöyle anlatılır: Nizâmüddîn Ebü'l-Müeyyed'in bir rahatsızlığı
vardı. Hâce Şâhî'ye gelerek kendisine himmet etmesi, derdine çâre bulması için
yalvardı. O da özür dileyip; "Siz bizim büyüğümüzsünüz. Biz nasıl olur da size
himmet edebiliriz?" buyurdu. Nizâmüddîn; "Elbette bize duâ ve himmet etmeniz
lâzımdır" diye ısrâr edince, Hâce Şâhî duâ etti ve Allahü teâlânın izni ile
Nizâmüddîn'in rahatsızlığı geçip, sıhhatine kavuştu.
KAYNAKLAR
1)
Ahbâr-ul-Ahyâr; s.55
2)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.270
|
|