|
SEYYİD ŞERÎF CÜRCÂNÎ
Büyük
âlim ve velî. İsmi Ali bin Muhammed bin Ali Cürcânî, künyesi Ebü’l-Hasan’dır.
Soyu Peygamber efendimize ulaştığından Seyyid Şerîf ismiyle tanınıp meşhur oldu.
1339 (H.740) târihinde Cürcan şehrine bağlı Tâku nâhiyesinde doğdu. 1413 (H.816)
tarihinde Şîrâz’da vefât etti. Türbesi, Savahan mahallesinde Vâkib Kabristanında
olup, ziyâret mahallidir.
Seyyid
Şerîf Cürcânî küçük yaşından îtibâren Cürcan’da ilim öğrenmeye başladı. Nûreddîn
Tuvâsî, Ömer el-Buhaymânî, Muslihiddîn bin Ebi’l-Hayr Ali ve başka âlimlerden
okudu. Tahsîlini devâm ettirmek üzere seyâhatlere çıktı. Bu maksatla Hirat,
Anadolu ve Mısır’a gitti. Hirat’ta Mevlânâ Kutbuddîn Şîrâzî, Mevlânâ Ebû
Abdullah’ı ziyâret etti. İlim öğrenmek ve talebe olmak arzusunu bildirince,
kendisini Mısır âlimlerinin en üstünlerinden Mübârek Şah’a gönderdiler.
Seyyid
Şerîf Cürcânî’nin yolu Anadolu’ya uğradığında zamânın büyük âlimlerinden
Muhammed Aksarâyî hazretlerini ziyâret etmek istedi. Aksaray yakınlarına
geldiğinde onun vefât haberini aldı. Lâkin talebeleriyle tanışıp sohbet etti.
Sonra da Aksarâyî hazretlerinin en meşhûr talebesi olan Şemseddîn Muhammed
Fenârî (Molla Fenârî) ile de tanışıp, birlikte Mısır’a gittiler.
Mısır’a varınca, Mübârek
Şah’ın medresesini arayıp buldu. Mübârek Şah’a hâlini ve maksadını anlatıp,
hocasının gönderdiği mektubu verdi. Mübârek Şâh, hürmetle ayağa kalkarak,
mektubu alıp öptü. Sonra; "Seni okuturum. Fakat sâdece dinlemekle iktifâ
edeceksin. Derste soru sormana ve konuşmana müsâade yok" dedi. Seyyid Şerîf Cürcânî buna râzı oldu. Bu sırada Mübârek Şah, Mısır’ın ileri
gelenlerinden birinin çocuğuna Şerhu Metâlî’yi okutuyordu.
Böylece o da derse katılıp, dinlemeye başladı. Mevlânâ Mübârek Şah, bu kitabı
gâyet iyi ve üstün bir mahâretle okuyor, ağır mevzûları açıyor, mevzûları derinlemesine îzâh ediyor
ve talebeye öğretiyordu.
Derslere bu şekilde devâm eden Seyyid Şerîf Cürcânî, geceleri kendisine ayrılan
medrese odasında derslerine çalışıyor, çok az uyuyordu. Mübârek Şah, geceleri
medresede dolaşarak, talebelerinin durumunu teftiş ediyordu. Bir gece medresenin
avlusunda dolaşırken, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin odasından gelen
sese kulak verdi. Okudukları Şerhu Metâlî kitabı üzerinde; "Şerhte şöyle yazılı, hoca böyle
söylüyor, ben de şöyle diyorum." diyerek, meselenin incelemesini yapıyordu.
Hocası Mübârek Şah bunları işitince, çok sevindi ve son derece memnun oldu.
Şâhid olduğu bu hâdiseden sonra, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin artık bundan sonra
derste konuşmasına ve soru sormasına müsâade etti. Bu husûsa Seyyid Şerîf
Cürcânî çok memnun oldu. Derslere şevkle devâm edip, okuduğu Metâlî Şerhi'ne,
genç yaşında mükemmel bir hâşiye, açıklama yazdı.
Seyyid
Şerîf Cürcânî, Mısır’da Mübârek Şah’dan Metâlî Şerhi'nin yanısıra,
aklî ilimleri de öğrendi. Ayrıca o sırada Mısır’da bulunan devrin meşhûr
âlimlerinden naklî ilimleri okudu. O zamânın en meşhûr âlimi olan Ekmelüddîn Bâbertî’den de din
ilimlerini öğrendi. Seyyid Şerîf Cürcânî, bu şekilde Kâhire’de dört sene kaldı.
Seyyid
Şerîf Cürcânî, ilim tahsîlini tamamladıktan sonra memleketine döndü. Hükümdar
Celâleddîn Şah Şücâ bin Muzaffer, onu Şîrâz’da bir medreseye müderris tâyin
etti. Sonra hükümdâr Şah Şücâ ile yakından tanışıp, çok hürmet ve ikrâm gördü.
Şah Şücâ ile tanışması şöyle nakledilmiştir: "Şah Şücâ ordusuyla Esterâbâd’daki
Kasr-ı Zerd’e gelip, bir müddet orada kalmıştı. Bu sırada Seyyid Şerîf Cürcânî,
kendi eserini hükümdâra takdim etmek üzere bir asker elbisesi giyip, hazırlandı.
Şah Şücâ ile iyi görüşen ve zamânın en meşhûr âlimi olan Sâdüddîn-i
Teftâzânî'nin yanına giderek; "Ben garib bir kimseyim. Ok atmakta mehâretliyim.
Sultan ile görüşmemi sağlamanızı ricâ ediyorum." dedi. Bunun üzerine Sâdüddîn-i
Teftâzânî onu yanına alıp, sultânın otağına götürdü. Kapıda beklemesini
söyleyip, içeri girdi. Onun hâlini sultâna anlattı. Sultan, Seyyid Şerîf
Cürcânî’yi huzûruna çağırdı. "Ok atmakdaki mehâretini göster bakalım" dedi.
Sultan böyle söyleyince, Seyyid Şerîf Cürcânî koynundan yazdığı kitabı
çıkararak; "Benim oklarım ve mehâretim budur." diyerek, eserini sultâna verdi.
Aynı zamanda ilim ehli olan Sultan Şah Şücâ, eseri alıp inceledi. Onun ilimde
yüksek derecede bir âlim olduğunu görerek, çok tâzim ve hürmet gösterdi. Çok
mikdarda para verip, elbise ve binek hayvanı hediye etti. Sultan Şah Şücâ,
Kasr-ı Zerd’den Şîrâz’a dönerken, Seyyid Şerîf Cürcânî’yi de yanında götürdü.
Onu Şîrâz’da yeni yaptırdığı Dâr-uş-şifâ Medresesine müderris tâyin etti. Seyyid
Şerîf Cürcânî, bu medresede on sene müderrislik yaptı. Bir taraftan da kıymetli
eserlerini yazdı. Zamânının en meşhûr âlimi olarak tanınıp sevildi.
Tîmûr
Hân, 1387 târihinde Şîrâz’ı fethedince, Seyyid Şerîf Cürcânî’ye çok hürmet
gösterdi. Kapısına bir ok astırmak sûretiyle, emân alâmeti koydu. Onun evine
sığınanlara da emân verdi. Tîmûr Hân’ın bir vezîri, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin
fazîletli büyük bir âlim olduğunu Tîmûr Hân’a anlatmıştı. Tîmûr Hân onunla
karşılaşınca, kendisine bahsedilenden daha üstün bir âlim olduğunu görerek,
hürmeti ve sevgisi arttı. İlminden istifâde etmek için, onu Semerkand’a dâvet
etti. Bu dâvet üzerine Semerkand’a gitti. Tîmûr Hân, fethettiği; İran, Irak,
Sûriye ve Anadolu gibi İslâm bölgelerinde bulunan zamânın seçkin âlimlerini
Semerkand’a topladı. Başta Teftâzânî ve Seyyid Şerîf Cürcânî olmak üzere, çok
değerli âlimler orada bulundu.
Tîmûr
Hânın âlimlere büyük sevgisi olduğundan, Sa’düddîn-i Teftâzânî ile Seyyid Şerîf
Cürcânî’ye huzûrunda ilmî münâzaralar yaptırırdı. Tîmûr Hân, Seyyid Şerîf
Cürcânî’yi daha çok sevdiği için, münâzaralardan sonra; "Kabûl edelim ki, ikisi
de din ve mârifet bilgilerinde aynıdır. O zaman Seyyid’in nesebi üstündür. Çünkü
Resûlullah’ın soyundandır." derdi. Seyyid Şerîf Cürcânî, on sekiz sene
Semerkand’da kalıp, Tîmûr Hân’dan çok büyük alâka ve hürmet gördü. Semerkand’da
kaldığı müddet içinde, medreselerde ders verip, yüzlerce kıymetli âlim
yetiştirdi. Ayrıca çok değerli eserler yazdı. Tîmûr Hânın vefâtından sonra,
Semerkand ve Mâverâünnehr’de çıkan karışıklıklar sebebiyle, Semerkand’dan
ayrılıp, Şîrâz’a döndü. Vefâtına kadar Cürcân’da kalıp, ders vermek ve
eserlerini yazmakla meşgûl oldu. Burada da, vefâtına kadar pekçok âlim
yetiştirdi ve kıymetli eserler yazdı.
Seyyid
Şerîf Cürcânî, evliyâlık yolu bilgileri adı verilen tasavvuf ilmini, evliyânın
büyüklerinden olan Alâüddîn-i Attâr hazretlerinden öğrendi. Semerkand’da Tîmûr
Hân’ın medresesinde ders verdiği sırada, Alâüddîn-i Attâr’ın sohbetine devâm
ederek, tasavvuf ilmini öğrenmeye başladı. Alâüddîn-i Attâr’ın sohbetlerinde
bulunmak için, soğuk, şiddetli kış günlerinde dahî, seher vaktinde kalkıp onun
medresesine gider, kapıda bekler, müsâade edilince içeri girerdi. Ona büyük bir
sevgi ve derin bir muhabbetle bağlı idi. Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin
teveccühleri ile kısa zamanda kemâle gelip, olgunlaştı. Tasavvuf hâllerinde daha
da ilerlemek için, hocasından bir sohbet arkadaşı istedi. Alâüddîn-i Attâr da
onu, en başta gelen talebelerinden olan Nizâmüddîn Hâmûş’a gönderdi. Bu zâtın
sohbetlerinden de çok istifâde etti.
Bir gün
Nizâmüddîn Hâmûş'un huzûrunda iken, tasavvufta murâkabe denilen hâle dalıp,
kendinden geçmişti. Bu hâlde iken, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin başından sarığı
düşmüş, Nizâmüddîn Hâmûş kalkıp sarığını alarak başına koymuş, hâlini sormuştu.
Bunun üzerine Seyyid Şerîf Cürcânî; "Çok zamandan beri levh-i müdrikemin
(hâfızamın) nukûş-i ilmiyeden (ilimden) pak ve temiz olmasını istiyordum. Allahü
teâlâya hamdolsun buna sohbetiniz bereketiyle kavuştum. Az zamanda mâlûmât
endişesinden halâs olup, murâdım hâsıl oldu. Onun lezzet ve zevkinin
galebesinden kendimden geçtim ve benden böyle bir hâl sâdır oldu." demiştir.
Seyyid
Şerîf Cürcânî, ilimdeki çok yüksek derecesine rağmen, asıl kemâlâta, Alâüddîn-i
Attâr hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra, ondan feyz alarak kavuşmuştur.
Bu hâlini bizzat kendisi şöyle anlatır; "Hocam Alâüddîn-i Attâr’ın sohbetine
kavuşunca, Rabbimi tanıyabildim."
Seyyid
Şerîf Cürcânî, talebelerine verdiği dersleriyle ve yazdığı eserleriyle, Selef-i
sâlihînin yâni Eshâb-ı kirâm ve onları gören tâbiînin yolunu ihyâ etti. Selef-i
sâlihîne halef-i sâdıkîn oldu. Hem yaşadığı asırda, hem de sonraki asırlarda
eserlerine mürâcaat edilen bir âlimdir. Sonraki asırlarda yetişen âlimler, onun
talebelerinden ilim almakla iftihâr etmişlerdir.
Talebelerinin en meşhûrları şunlardır: Başta kendi oğlu Nûreddîn Muhammed
gelmektedir. Diğer bir talebesi de, din ve fen ilimlerinde âlim olan meşhûr
Osmanlı âlimi Mûsâ Paşa Kâdızâde Rûmî’dir. Fethullah Şirvânî; Kastamonu
medreselerinde müderrislik yapmıştır. Seyyid Ali Acemî; bu zât da meşhûr
talebelerindendir. Aslen İranlı olup, ilim tahsîlini tamamladıktan sonra
Anadolu’ya gelmiş, Bursa’daki Yıldırım Hân Medresesinde müderrislik yapmıştır.
Fahreddîn Acemî; bu talebesi de, sonradan Anadolu’ya gelip, meşhûr Osmanlı âlimi
Molla Fenârî’ye muîdlik, ders vekilliği yaptı. Ayrıca çeşitli medreselerde ders
verdi. Sultan Murâd devrinde de Şeyhülislâm oldu. Hâce Alâeddîn Ali
es-Semerkandî; bu talebesi de, ilimde yetiştikten sonra; Semerkand, Türkistan ve
Hirat’ta müderrislik yaptı. Sonra Anadolu’ya gelip, Lârende adı ile anılan
Karaman’a yerleşti.
Seyyid
Şerîf Cürcânî’nin talebelerinden Afîfüddîn el-Cerhî, onun hakkında şöyle
demiştir: "Asrının bir tânesi, âlimlerin sultânı, müfessirlerin iftihârı, ahlâk
ve fazîletin nümûnesi, çok mütevâzî ve fakirlerin hâmisi idi."
Yine
talebelerinin meşhûrlarından Kâdı-zâde Rûmî ve o devrin meşhûr âlimlerinden
Gıyâseddîn Cemşîd, Uluğ Bey, Muînüddîn-i Kâşî ve Alâüddîn-i Tûsî gibi âlimler,
Seyyid Şerîf Cürcânî’ye, insanların üstâdı mânâsına gelen "Üstâd-ül-beşer
vel-akl-ül-hâdî aşer" ünvânını vermişlerdir. Yine âlimler arasında, ilimdeki
üstünlüğünü ve îtimâd edilen bir âlim olması sebebiyle "Es-Seyyid-üs-Sened"
ünvânıyla tanınmıştır.
Seyyid
Şerîf Cürcânî hazretleri buyurdu ki:
"Evliyânın sûretleri, öldükten sonra da talebesine gözüküp feyz verirler. Fakat,
bunları görebilmek ve rûhlarından feyz alabilmek kolay değildir. Ehl-i sünnet
îtikâdında olmak, İslâmiyet’e uymak ve onları sevmek, saygılı olmak lâzımdır."
"Aklı
olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını
anlamağa çok yardım eder."
Âlim ve
velî bir zât olan Seyyid Şerîf Cürcânî hazretleri yazdığı eserleriyle insanlara
hak yolun bilgilerini öğretti. Eserlerinin sayısı yüzden fazla olup, bâzıları
şunlardır: 1) Tercümân-ül-Kur’ân, 2) Mişkât-ül-Mesâbîh Hâşiyesi, 3) Muhtasar-ül-Câmi,
4) Telvîh Hâşiyesi, 5) Şerh-us-Sirâciyye, 6) Hidâye Hâşiyesi, 7) Hâşiye alâ
Şerh-it-Tecrîd, 8) Şerh-ul-Mevâkıf vb.
KAYNAKLAR
1)
Mu’cem-ül-Müellifîn; c.7, s.216
2)
Bugyet-ül-Vuâd; c.2, s.196
3)
Ed-Dav-ül-Lâmi’; c.5, s.328
4)
Fevâid-ül-Behiyye; s.125
5)
Miftâh-üs-Se’âde; c.1, s.167
6) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s.1143
7)
Esmâ-ül-Müellifîn; c.1, s.728
8)
Şakâyik-ı Nu’mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.41
9)
Keşf-üz-Zünûn; s.12, 41, 139, 193
10)
Kâmûs-ul-A’lâm; c.4, s.2857
11)
Rehber Ansiklopedisi; c.15, s.186
12)
Reşehât; s.160
13)
Hadâik-ül-Verdiyye; s.149
14)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.13, s.33
|
|