|
SEYYİD SEYFULLAH KÂSIM EFENDİ
İstanbul’un büyük velîlerinden. İsmi, Seyfullah Kâsım bin Nizâmüddîn’dir. Doğum
târihi belli değildir. 1601 (H.1010) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri,
Silivrikapı’ya giden caddenin sağ tarafındaki sed üzerindedir. Kabrin üzeri açık
olup, etrâfı parmaklıkla çevrilidir.
Babası,
Seyfullah Kâsım Efendi’yi, iyi edeb ve terbiye olması için Ümm-i Sinân
hazretlerine teslim etti. Seyyid Kâsım Efendi, onun yanında zâhirî ve bâtınî
ilimleri öğrendi. Ümm-i Sinân hazretlerinden icâzet aldı. Yüksek mânevî
mertebelere ve kemâle kavuştu. Babası da evliyânın büyüklerinden idi.
Seyyid
Seyfullah Efendi birçok eser yazdı. Yazdığı eserlerden bâzıları şunlardır: 1)
Mi'râc-ül-Mü’min, 2) Âdâb-ül-Menâzil, 3) Câmi-ul-Avârif ve Ma’den-ül-Me’ârif,
4) Silsile-i Tarîkat, 5) Miftâh-ı Vahdet-i Vücûd, 6) Esrâr-ul-Ârifiyye, 7)
Silsile-i Nebeviyye, 8) Silsile-i Nesebiyye, 9) Etvâr-ı Seb’a, 10) Seyr-üs-Sülûk,
11) Dîvân. Ayrıca Resûlullah efendimizin Ehl-i beytini medheden çok
şiirleri vardır. Eserlerinin hepsi bir kitapta basılmıştır.
Bir
beyti:
Nân
için medh eyleme nâdânı, Nâdânlık budur.
Hayber-i nefsin helâk et,Şâh-ı merdânlık budur.
Açıklaması: Bir lokma ekmek için karşındaki câhil adamı methetmeye kalkma. Çünkü
asıl câhillik budur. Elinden geliyorsa nefsini yen. İrâdene sâhip ol. İşte asıl
mertlik de böyle olur.
Meşhûr
bir ilâhîsi:
Bu aşk
bahr-ı ummandır
Buna
hadd ü kenâr olmaz
Delîlim
sırr-ı Kur’ân'dır
Bunu
bilende âr olmaz
Eğer
âşık isen yâra
Sakın
aldanma ağyâra,
Düş
İbrâhim gibi nâra,
Bu
gülşende yanar olmaz.
Kıyamazsan başa, câna,
Irak
dur girme meydâna,
Bu
meydânda nice başlar,
Kesilir
hiç sorar olmaz.
Hak ile
hak olanlara,
Kendi
özün bilenlere,
Dost
yolunda ölenlere,
Kan
behâsı dînâr olmaz.
Bak şu
Mansûr’un işine
Halkı
üşürmüş başına
Ene'l-Hakk’ın firâşına
Düşenlere tîmâr olmaz.
Seyfullah sözünde mestdür.
Şeyhinden aldığı destdür
Dîvâne
râ kalem nîstdür (yokluk)
Ne
söylese kanar olmaz.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
KİMSEYE
SÖYLEME
Seyyid
Seyfullah Efendi, Câmi-ul-Avârif adlı eserinde kendisi şöyle anlatır:
“Merhûm babamla berâber hacca gitmiştim. Mahfelin (devenin üzerinde, insanların oturduğu
yerin) bir tarafına babam, diğer tarafına da ben binmiştim. Uzun bir yolculuktan
sonra Medîne-i münevvere ve Mekke-i mükerreme topraklarına yaklaşıyorduk. Bir
ara babam bana; "Oğlum! Gözünü aç! Hak teâlâ Beytullah’ı bizi karşılamaya
gönderdi. Hacılar arasında Allahü teâlânın ne makbûl kulları varmış." buyurunca,
ben gökyüzüne doğru baktım. Bu sırada Beytullah’ın izzeti ile gökyüzünde
durmakta olduğu-nu gördüm. Biz yürüdükçe, o da yürüyordu. Medîne-i münevvereye
gelince çadırlarımızı kurduk. Gece yarısı olunca babam çadırdan dışarı çıktı.
Ben de merâk edip, peşine düştüm. Babam abdest alıp, Ravda-i mutahharaya vardı.
Resûlullah efendimizin Hücre-i seâdetlerinin kapısından içeri girdi. Yüzünü
orada toprağa sürmek isterken, birden Hücre-i seâdetten Resûlullah efendimizin;
"Bana gel oğlum." sözlerini duydu. Bu manzara karşısında çok heyecanlanmıştım.
Bu sırada babam Hücre-i seâdetten çıkınca beni gördü. "Bana birşey söylemeden
niçin peşimden geldin? Sakın, bu hâli kimseye söyleme." dedi."
KAYNAKLAR
1)
Sefînet-ül-Evliyâ; c.4, s.170
2)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.81
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.16, s.185
|
|