SEYYİD NİZÂM EFENDİ
İstanbul evliyâsından. Asıl adı, Nizâmeddîn Ahmed Ebâ Nesîm’dir. Peygamber
efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem torunu hazret-i Hüseyin evlâdından olup
Seyyiddir. Babası Şehâbeddin Efendi, hazret-i Hüseyin’in Abdullah A’rec kolundan
olan torunlarındandır. Peygamber efendimizin yirmi yedinci torunudur. Halk
arasında “Seyyid Nizâm” diye meşhûr olmuştur.
Bağdat'ta doğdu. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. 1550 (H. 957)
senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabri İstanbulda, Silivrikapı'da Seyyid Nizâm
Câmii içindedir.
Aslen
Bağdatlı olan Seyyid Nizâm Efendi, Kâsım Zülfikâr Mâzenderânî’nin ilim
meclislerinde ve hizmetinde bulunarak tasavvuf yolunda ilerledi. Yavuz Sultân
Selim Hânın pâdişâhlığı devrinde İstanbul’a geldi. Silivrikapı dışındaki dergâha
şeyh oldu. Burada talebe yetiştirdi. İnsanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını
anlatıp onların dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermeleri için gayret etti. Pekçok
kimse onun sohbetlerinde bulunup feyz aldı. Çok kerâmetleri görüldü.
Seyyid
Nizâm Efendi ile berâber hacca giden bir zât şöyle naklediyor: “Seyyid Nizâm ile
hacca gitmek üzere yola çıktık. Beytullaha ulaşmamıza on günlük yol varken bana;
“Oğlum aç gözünü temâşâ kıl. Hak teâlâ Beytullah’ı bize istikbâle (karşılamaya)
göndermiş. Meğer hacılar içinde ne makbûl kullar varmış.” buyurdu. Gökyüzüne
nazar ettim. Olanları gördüm. Biz yer üzerinde yürürken Beytullah da gökyüzünde
yürüyordu.
Medîne-i münevverede Resûlullah efendimizin Ravda-i mütahharasına vardık.
Konaklamak için çadırlarımızı kurduk. Seyyid Nizâm hazretleri abdest alıp kabr-i
saâdete giderken ben de gizlice arkasına düştüm. Hazret, Hücre-i seâdetin
kapısına yapışıp inleyerek feryâd ediyor ve; “Ey Ceddim! Huzûrunuza girmek ve
bizzat kabr-i seâdete yüzümü sürmek istiyorum” diyordu. O sırada kabr-i
seâdetten; “Teâle ileyye yâ büneyye = Bana gel ey oğlum” diye bir hitâp geldi.
Hücre-i seâdetin kapısının kilidi açıldı. Kabr-i seâdetten etrafa nûr saçıldı.
Olan hâdiseleri görünce aklım başımdan gitti, bayılıp düşmüşüm. Daha sonra
Seyyid Nizâm hazretlerinin ne yaptığını hatırlıyamıyorum. Bir müddet sonra şeyh
dışarı çıkmış, beni kendinden geçmiş, perişan bir halde bulmuş. Beni uyandırdı.
Bana “Niçin böyle yaptın. Haberim olmadan niçin arkamdan geldin?” diyerek
azarladı ve sakın gördüğün bu hâli, kimseye söyleme!” buyurdu. Kendisi hayatta
iken bu sırrı kimseye açmadım.”
Seyyid
Nizâm hazretlerinin talebelerinden birisi şöyle anlattı: “Hocamdan gizli olarak
bir iş yapmağa teşebbüs ettim. Bu yaptığımdan hocamın haberi olmaz diye
düşündüm. Bir gecenin yarısında hocam yattığım odaya geldi. Beni uykudan
uyandırarak; “Yürü gidelim. Dergahta tevhîd edelim” buyurdu. Kalkıp abdest
aldım, dergâha girdim. Baktım ki hocam uyuyor, nâlınları rafta duruyor, sofiler
etrafında toplanmışlar, kandiller yanıyor, melekler etrafında dönüyorlar. Hayret
içinde kaldım. Bana bir korku geldi. Kendi odama döndüm. Sabaha kadar Kelime-i
tevhîd okudum. Benim hayretim şundandı: Beni uykumdan uyandırıp tevhide çağıran
hocam, kendi odasında uyuyordu. Sabah namazından sonra hocam beni çağırdı ve
sitemli bir tavırla; “Derviş! Bildin mi ve ahvâle (durumlara) vâkıf oldun mu?
Meşâyıh-ı kirâmın (Büyük şeyhlerin) bilinen vücûdundan başka bir cism-i latif-i
nûrânîlerinin (beş duyu ile idrak edilemeyen nurdan bedenlerinin) dahi var
olduğuna inandın mı? Bir daha gizli iş yaptığını sanma!” buyurdu. Ben utandım.
Yaptığıma pişman oldum. Yaptığım her işe istigfâr ettim ve böylece tasavvuf
yolunda ilerleyip irşâd makâmına ulaştım.”
Seyyid
Nizâm hazretlerinin zamanında yaşamış ve hacca gitmiş olan bir kimse şöyle
anlattı: “Medîne-i münevvere’de Resûlullah efendimizin mübârek Ravda-i
mütahherasına karşı durup ağlayarak uyudum. Rüyâmda Resûlullah’ı gördüm. Bana
buyurdular ki: “İstanbulda benim evlâdımdan Seyyid Nizâm vardır. Onu bul. Dâima
ziyâret et. Böylece beni görmüş ve cemâlime ermiş olursun”. Ben hac dönüşü
İstanbul’a gelip Seyyid Nizâm hazretlerini buldum, sık sık ziyâret ettim ve
mübârek sohbetlerinden istifâde ettim.
Seyyid
Nizâm hazretleri altmış üç yaşına geldiğinde 1550 (H.957) senesi Muharrem ayının
bir Cumâ gecesinde rahatsızlandı. Ölüm hastalığı sırasında sağ tarafına bakıp;
“Ceddim Resûlullah aleyhisselâm geldi. Bu dünyâdan gidelim, Cennet'e uçalım”
buyuruyor.” dedi. Rûhunu teslim etmeden önce burnundan kan geldi. Ellerini kana
bulaştırarak güzel yüzlerine sürdü ve; “Allahü teâlâya hamd ve şükürler olsun ki
bugün ceddim (dedem) hazret-i Hüseyin’in âlûde hûn (kana bulaşmış) oldukları
gibi ben de öylece gidiyorum” buyurdu. “Yâ Allah” ism-i celîlini söyleyerek
rûhunu teslim etti.
Cenâze
namazında on bin kişiyi aşkın cemâat bulundu. Cenâze namazını büyük velî Merkez
Efendi, Fâtih Câmiinde kıldırdı. Silivrikapı'da yaptırdığı şimdi câmi olan
dergâhın içine defnedildi. Merkez Efendi onun defni sırasında şâhid olduğu bir
husûsu şöyle nakletti: “Seyyid Nizâm hazretlerini kabre indirdiler. Ben telkîn
verdim. O anda hazret-i Seyyid’in bir sedâsını işittim, buyurdu ki: “Biz
cevâbımızı verdik. Var sen kendi cevâbını hazırla.” Seyyid Nizâm hazretlerinin
vefâtı sırasında Kanûnî Sultan Süleymân Han, Osmanlı pâdişâhıydı.
Seyyid
Nizâm hazretleri uzun boylu, yassı yanaklı, ela gözlü, açık kaşlı, yuvarlak
yüzlü, lisânı çok düzgün olup, hazret-i Ali gibi heybetli idi. Hattâ onun için;
“Emîrü’l-müminîn hazret-i Ali’ye benzer.” diye söylenirdi. Güzel ahlâk sâhibi
olup pek cömertti. Seyyid Nizâm hazretlerinin Seyyid Seyfullah Efendi isminde
âlim ve velî bir oğlu vardı.
KAYNAKLAR
1)
Sicilli Osmânî; c.4, s.559
2)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.86
3)
Hazret-i Seyyid Nizâm; ( A.Akıncı ) s.1 vd.
|