SELEME BİN DÎNÂR
Tâbiînin büyük âlim ve evliyâlarından. Künyesi, Ebû Hâzım'dır. Mahzûm
kabîlesindendir. A'rec ismiyle de tanınır. Medîne âlimi ve kâdısı idi. Aslen
Fars'lıdır. Annesinin adı Rûmiyye'dir. Zühd sâhibi ve çok ibâdet ederdi. 757
(H.140) yılında vefât etti. Abdurrahmân ibni Zeyd der ki: "Ebû Hâzım'daki
hikmeti başkasında görmedim."
Sehl
bin Sa'd es-Sa'dî, Ebû Ümâme Sehl bin Hanîf, Saîd bin Müseyyib'den ve
başkalarından hadîs rivâyet etti. Zührî, Ubeydullah bin Amr, İbn-i İshâk, Mâlik,
Hişâm bin Sa'd, Usâme bin Zeyd el-Leysî ve başkaları da ondan hadîs rivâyet
ettiler. İmâm-ı Nesâî, Ahmed bin Hanbel, Ebû Hâtem, Seleme bin
Dînâr'ın hadîs ilminde sika (güvenilir) olduğunu bildirmişlerdir. Bildirdiği
hadîs-i şerîfler Kütüb-i Sitte denilen hadîs kitâblarının hepsinde yer alır.
Ebû
Hâzım Seleme bin Dînâr hazretleri buyurdular ki:
"Dünyânın az bir şeyi, âhiretin çok şeyinden alıkor. Çünkü insan dünyâ
meşgalelerinden âhiretle alâkalanmaya fırsat bulamaz."
"Kalb,
her türlü kötü düşüncelerden temizlenip, niyetler düzeltilip, ihlâs üzere
olunduğu zaman büyük günahlar bağışlanır. Kişi günahlarını terketmeye azmettiği,
yöneldiği zaman, onda mânevî yönde büyük ilerleme ve gelişmeler olur."
"Müminin, diline çok iyi
sâhip olması gerekir."
"Ey
oğul, Allahü teâlâdan korkmayan, ayıbdan sakınmayan, ihtiyarlığında sâlih amel
işlemeyen kimseye uyma."
"Cehennem'e düşmek korkusu insanlardan hiç eksik olmaz. Hattâ, gökten seslenen
birisi, yeryüzündekilere Cehennem'e girmekten korkmamalarını bile söyleseydi,
yine onlarCehennem'e düşmek ve onu görmek korkusundan kurtulamazlardı."
Seleme
bin Dînâr bir defâsında nefsine şöyle demişti: "Ey Ebû Hâzım! Kıyâmet günü ey
şu, şu hatânın sâhibi diye çağırılır, onlarla berâber kalkarsın. Sonra başka
günahların sâhipleri çağırılır. Yine onlarla berâber kalkarsın. Ey Ebû Hâzım,
seni öyle bir durumda görüyorum ki, her halde her hatâ ve günah sâhibiyle
kalkacaksın."
"Her
gün kişinin ilmi ve hevâsı(arzu ve istekleri) insana gelirler. Onun göğsünde
birbiriyle mücâdele ederler. Eğer o kişinin ilmi hevâsına (kötü arzu ve
isteklerine) gâlip gelirse, o gün onun için kazanç günüdür. Şâyet hevâsı ilmine
üstün gelirse, o gün de zarar günüdür."
"Hevâsını (kötü arzu ve isteklerini) öldüren, harpte düşmanı öldürenden daha
güçlüdür."
Birisi,
Seleme bin Dînâr'a; "Sen kendine çok sâhipsin" dedi. O da şöyle cevap verdi.
"Nasıl kendime sâhip olmıyayım. On dört düşman beni gözetliyor ve fırsat
kolluyor. Dört tanesine gelince, onlardan biri olan şeytân, bana fitne veriyor,
aklımı ve kalbimi karıştırıyor. Müslüman hased ediyor. Kâfir ise fırsat bulsa
öldürür. Münâfık bana buğz eder. Diğer on taneye gelince, onlar da: Açlık,
susuzluk, sıcak, soğuk, çıplaklık, ihtiyarlık, hastalık, ihtiyaç, ölüm ve
ateştir. İşte bütün bunlarla başa çıkabilmem için, tam silâhlı olmalıyım. En
üstün silâh da takvâdır (haramlardan sakınmadır)."
Kendisine; "Ey Ebû Hâzım, senin sermâyen nedir?" diye soruldu. Şöyle cevap
verdi: "Allahü teâlâya güvenip, insanlardan bir şey beklemememdir."
"İnsanların günah ve yasak işleri işlediğini görürsünüz. Ona "Ölümü ister
misin?" denirse, "Hayır istemem" der. "Ona günahları terk etmez misin?"
denildiğinde; "Onları terk etmek istemiyorum, onları ancak öldüğüm zaman
bırakırım. Fakat ölümü de sevmiyorum" der".
"Biz
tövbe etmeden ölmek istemiyoruz. Ölümden önce de tövbe etmiyoruz. İyi bil ki,
öldüğün zaman malını mülkünü bırakırsın. Hiç bir şeyi götüremezsin. Öyleyse
nefsini iyi tanı."
Süleyman bin Abdülmelik, Ebû Hâzım'a ihtiyaçlarını bildir diye mektup yazdı. O
da cevâben, "Ben hâcetimi her türlü ihtiyaçları veren Rabbime arzettim. Bana
verdiklerine de kanâat ettim. Vermediklerine de rızâ gösterdim." buyurdu.
"Dünyâyı iki şey olarak buldum: Biri bana âit, diğeri başkasına. Başkasına âit
olan şeyi, bütün gücümle elde etmeğe çalışsam, mümkün değil, ona ulaşamam. Benim
rızkım nasıl olsa başkasına verilmez. Başkasınınki de bana verilmez. Bana
verilecek rızkın bir zamanı vardır. Onun için onda acele etmiyeceğim."
"Senin
ihtiyâcını giderecek miktâr sana yetiyorsa, en asgarî maişet sana kâfidir. Eğer
sana kâfi gelecek miktâr sana yetmiyorsa, o zaman dünyâda sana yetecek hiçbir
şey yoktur."
"Âhirette sana lâzım olacak şeye bugün (dünyâda) öncelik ver. Âhirette sana
zarar verecek şeyi de terk et."
"Dünyâda geçen günler rüyâ, geri kalan gelecek günler ve şeyler ise, arzu ve
istekten ibârettir."
"Öldüğünde sana fayda
vermeyecek her işi terk et. Böyle yaparsan, ne zaman ölürsen öl, zararda
olmazsın"
"Ebû
Hâzım hazretlerine dediler ki: "Fiyatlar çok yükseldi. Pahalılık var." O da
şöyle cevap verdi: "Niçin üzülüyorsunuz? Bolluk zamanında sizi rızıklandıran
Allahü teâlâ, pahalılıkta da size rızık verecektir."
"Dünyâda insanı sevindiren bir şeyin peşinden, mutlaka onu rahatsız edecek bir
şey gelir." "Sizden birinin, dînin emirlerine uyması beni çok memnun ediyor."
"Ey
Âdemoğlu, her şey ölümden sonra belli olup, ortaya çıkacak."
"Ebû
Hâzım hazretleri, Medîne vâlisinin yanına gitti. Vâli; "Bana nasîhat et" dedi.
Ebû Hâzım hazretleri şöyle buyurdu. "Kapına gelenlere bak. Eğer, iyi insanları
yaklaştırırsan, kötüler yaklaşmaz. Kötüleri yaklaştırırsan, iyiler gelmez."
"İnsanlar konuşmayı severler fakat, konuştukları ile amel etmeyi, bildiklerini
yaşamayı terk ederler."
"İki
şey vardır ki, onlar yapılınca, dünyâ ve âhiretin iyiliklerine kavuşulur. Onlar
nedir? diye sordular. Ebû Hâzım hazretleri şöyle cevap verdi: "Birincisi, Allahü
teâlânın râzı olup, sana ağır ve zor gelen şeylere sabır ve tahammül etmek;
ikincisi, Allahü teâlânın beğenmediği bir şeyi senin de beğenmemen."
"Kim şu
iki şey için garanti verebilirse, ben de onun için Cennet'i garanti verebilirim.
Birincisi; nefsinin sevdiği şeyleri terketmen, ikincisi; Allahü teâlânın râzı
olup, senin beğenmediğin şeylere sabretmen."
"Âlimde
şu üç haslet (özellik) bulunur. Birincisi, kendisinden yukardakine karşı
gelmemek. İkincisi, kendinden aşağıdakileri hor ve alçak görmemek. Üçüncüsü,
ilmine karşı dünyâlık almamak."
"İdârecilerin en hayırlısı, âlimleri sevendir."
"Birisi
gelip, Ebû Hâzım hazretlerine: "Beni çok üzen bir şey var" dedi. Ebû Hâzım
hazretleri "Nedir o?" diye sordu. O da; "Ben dünyâyı seviyorum" dedi. O zaman
Ebû Hâzım hazretleri şöyle buyurdu: "Ben, Allahü teâlânın sevdirdiği bir şeyi
sevdiğimden dolayı nefsimi kötülemem. Çünkü Allahü teâlâ bana bu dünyâyı
sevdirdi. Eğer dünyâ sevgisi, bizi Allahü teâlânın beğenmediği bir şeye
sürüklemiyor, beğendiği bir şeyden de alıkoymuyorsa, bunun hiçbir zararı
yoktur."
"Allahü
teâlânın rızâsı için bir kimseyi seviyorsan, dünyâlık konusunda, onunla
münâsebetlerini (ilişkini) azalt."
"Rabbinin devamlı üzerine
nîmetler gönderdiğini görüp duruyorken, hâlâ niçin O'na isyân eder,
yasaklarından kaçınmazsın."
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
EĞER EHİL
İSEN
Süleyman bin Abdülmelik, Ebû Hâzım hazretlerine dedi ki: "Keşke, yarın huzûr-i
ilâhîde durumumun nasıl olacağını bilseydim."Ebû Hâzım şöyle dedi: "İyi kimsenin
durumu, ehlinden (âilesinden) uzun zaman ayrılıp, sonra onlarla buluşturulan
gâib kimse gibidir. Kötü kimsenin durumu, kaçıp da, sonra yakalanıp efendisine
teslim edilen kimsenin durumu gibidir." O zaman Süleyman bin Abdülmelik çok
ağladı.
Süleyman bin Abdülmelik yine sordu. "Allahü teâlânın rahmeti nerededir?"Ebû
Hâzım; "Allahü teâlânın rahmeti muhsinlere (iyi kimselere) yakındır" buyurdu.
Tekrar; "Bizim durumumuz nasıl iyi olacak?" diye sordu. Cevâbında; "Kibri terk
eder, mürüvvete (insâniyet-vakar) yapışırsınız."
En âdil
şey nedir? sorusuna; "Kişinin kendi nefsine güvenip, korktuğu kimsenin yanında
doğruyu söylemesidir."
En
çabuk kabûl olan duâ hangisidir? sorusuna; "İyi bir kimsenin, iyi olan kimselere
duâsıdır."
İnsanların en akıllısı kimdir? sorusuna; "Allahü teâlâya itâate muvaffak olup ve
onunla amel edip, insanların da bunu yapmasına rehberlik eden kimsedir."
buyurdu.
Süleyman bin Abdülmelik duâ isteyince, şöyle duâ etti:
"Ey
Allah'ım! Süleyman eğer senin velî kullarından ise, ona dünyâ ve âhiretin
hayırlarını ver. Eğer senin düşmanlarından ise, râzı olduğun şeyleri ona nasîb
eyle."
Ebû
Hâzım daha sonra şöyle söyledi; "Eğer ehli isen, çok açıklama yaptım. Eğer ehli
değilsen, neye yarar?"
GÖZÜN ŞÜKRÜ
"Ebû
Hâzım hazretlerine birisi gözlerin şükrü nedir?" diye sordu. Ebû Hâzım hazretleri
şöyle cevap verdi: "Onlarla hayır (iyilik) gördüğün zaman bakar, şerri (kötülük)
gördüğün zaman, bakmazsın.""İki kulağın şükrü nedir?" diye sordu. Cevâbında;
"İyilik işitirsen dinlersin, kötülük duyduğun zaman dinlemezsin.""İki elin şükrü
nedir?" diye sorunca; "Onunla senin olmayan şeyi alma. Haram işleme" buyurdu.
"Karnın şükrü nedir?" diye sorunca;"Altı yemek, üstü ilim olsun", "Ayakların
şükrü nedir" diye sorunca, "İyi kimseyi görünce ayaklarını, onun yaptığı işlerde
kullanırsın. Beğenmediğin birisini görünce, ayaklarını onun yaptığı kötü
işlerde, kullanmaz ve onun gittiği kötü yerlere ayaklarınla gitmezsin. Diliyle
şükredip, diğer âzâlarıyla (vücûdunun diğer kısımlarıyla) şükr vazifesini
yapmıyana gelince: Onun durumu, elbisesi olup, onu giymeyen, sâdece eliyle bir
kenarına dokunan kimse gibidir. Elbette, o elbise o kimseyi sıcaktan ve soğuktan
korumayacaktır." buyurdu.
KAYNAKLAR
1)
El-A'lâm; c.3, s.113
2)
Tezkiret-ül-Huffâz; c.1, s.133
3)
Hilyet-ül Evliyâ; c.3, s.229
4)
Tehzîb-üt-Tehzîb; c.4, s.143
5)
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.36
6)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.2, s.369
|