SADREDDÎN-İ KONEVÎ
Konya'nın büyük velîlerinden. İsmi Muhammed bin İshâk, künyesi Ebü'l-Meâlî,
lakabı Sadreddîn'dir. 1210 (H.606) târihinde Malatya'da doğdu. 1274 (H.673)
târihinde Konya'da vefât etti.Kabr-i şerîfi Konya'da kendi adı ile anılan
câminin bahçesindedir.
Sadreddîn-i Konevî'nin babası İshâk Efendi, Anadolu Selçukluları nezdinde
îtibârlı, yüksek mevkı sâhibi biriydi. Küçük yaşta babası İshâk Efendi vefât
etti.Üvey babası Muhyiddîn-i Arabî, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ve
yetişmesiyle meşgûl oldu. Çok iyi bir tahsîl gördü. Kelâm ve tasavvuf ilimlerine
âit birçok kıymetli eserler yazdı.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri, Sadreddîn-i Konevî'nin terbiyesi ile çok yakından
meşgûl oldu. Yetişmesine husûsî ihtimâm gösterdi. Muhyiddîn-i Arabî'den Konya'da
ilim ve feyz alan ve çok istifâde eden Sadreddîn-i Konevî, hocası ileHalep ve
Şam'a gitti.
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri Sadreddîn-i Konevî'ye nefsini terbiye yollarını
öğretti. Sadreddîn Konevî günlerini riyâzet ve mücâhede ile nefsiyle uğraşmakla
geçirdi. Nefsiyle uğraşması öyle bir dereceye ulaştı ki, uyumamak için
Muhyiddîn-i Arabî hazretleri onu alır, yüksek bir yere çıkarır, o da düşme
korkusuyla uyumaz tefekkürle meşgûl olurdu.
Bir
gün annesine birkaç hanım gelip; "Sen zengin, îtibârlı bir kişinin hanımı iken
şimdi bir pîr-i Mağribî'ye vardın. Hâlin nasıl, hayâtından memnun musun?"
dediler. O da; "Hâlimden memnunum. Geçimim de iyidir. Lâkin gözümün nûru oğlum
büyük sıkıntılar içindedir. Gecesi de gündüzü de yoktur. Efendim
Muhyiddîn-iArabî kendisi kuş eti yer, ballı şerbetler içer, lâkin ciğerpâreme
bir arpa ekmeği dahi vermez. Yimemek ve içmemekten bir deri bir kemik kaldı.
Üstelik onu da göremez olduk. Onu kimseye göstermez. Uykusu gitsin diye zenbile
koyup bir yere asar." dedi. O akşam Muhyiddîn-i Arabî hazretleri hanımından yine
kızarmış bir tavuk istedi. Yemekten sonraMuhyiddîn-iArabî hazretleri hanımına;
"Tavuğun kemiklerini bir yere topla." buyurdu. Kadıncağız kemikleri bir araya
topladı. O zaman Muhyiddîn hazretleri; "Bismillah! Kalk git ey tavuk!" buyurdu.
Allahü teâlânın izniyle hayvan et ve kemiğe büründü ve kanatlanarak uçtu. Bunun
üzerine Muhyiddîn hazretleri; "Hanım! Oğlun böyle olduğunda ancak tavuk etini
yiyecek." buyurdu. O zaman kadıncağız Muhyiddîn hazretlerinin ellerine kapanıp
özür diledi ve cân-u gönülden istiğfâr etti. Sonra oğlu Sadreddîn-i Konevî
mânevî dereceleri geçip büyük velîler arasına girdi.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: "Hocam Muhyiddîn-i Arabî hayatta iken,
benim yüksek makamlara kavuşmam için çok uğraştı. Lâkin hepsi mümkün olmadı.
Vefâtından sonra bir gün, kabrini ziyâret edip dönüyordum. Birden kendimi geniş
bir ovada buldum. O anda Allahü teâlânın muhabbeti beni kapladı.
BirdenMuhyiddîn-i Arabî'nin rûhunu çok güzel bir sûrette gördüm. Tıpkı sâf bir
nûrdu. Bir anda kendimi kaybettim. Kendime geldiğimde onun yanında olduğumu
gördüm. Bana selâm verdi. Hasretle boynuma sarıldı ve; "Allahü teâlâya hamd
olsun ki, perde aradan kalktı ve sevgililer kavuştu, niyet ve gayret boşa
gitmedi. Sağlığımda kavuşamadığın makamlara, vefâtımdan sonra kavuşmuş oldun."
buyurdu.
Yine
kendisi anlatır: 1255 senesi Şevvâl ayının on yedisine rastlayan Cumartesi
gecesi, rüyâmda hocam Muhyiddîn-iArabî hazretlerini gördüm. Aramızdaki uzun
konuşmalardan sonra, ona, cenâb-ı Hakk'ın Esmâ-i Hüsnâsı ile ilgili kalbime
doğan bilgileri arz ettim. O da; "Çok doğru, pek güzel!" deyince, ona; "Efendim!
Hakîkatte güzel olan sizsiniz. Çünkü bu ilimleri bana siz öğrettiniz. Siz
olmasaydınız, bu ilimleri bana kim öğretirdi?" dedim. Mübârek ellerini öptüm ve;
"Efendim! Bütün mahlûkâtı, her şeyi unutup Allahü teâlâyı dâimî olarak hatırımda
tutabilmem için bu fakîre duâ ve himmetlerinizi istirhâm ediyorum." diye
yalvardım. O da, benim bu arzuma kavuşacağımı müjdeledi ve uyandım."
Sadreddîn-i Konevî hazretleri, bundan sonra çok büyük mânevî derecelere yükseldiğini,
mânevî âlemlerin kendisine seyrettirildiğini, hiçbir zaman Allahü teâlâyı
hatırından çıkarmadığını, bir an bile unutmadığını Nefehât isimli
eserinde bildirdi.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri hocası Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin vefâtından
sonra evliyânın büyüklerindenEvhadüddîn-i Kirmânî hazretlerinin sohbetlerine
kavuştu. Ondan da yüksek mânevî bilgiler tahsîl etti. Sonra hac dönüşüKonya'ya
gelip yerleşti. Orada güzel halleri ve kerâmetleriyle çok meşhûr oldu.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri Konya'ya geldiğinde, Çeşme Kapısı içindeki bir
mescidde imâmlık yapmaya başladı. O günlerde kendisini kimse tanımaz ve îtibâr
etmezdi. O da tanınmayı istemezdi. Bir gün Selçuklu SultanıAlâeddîn'e, şahdan
kıymetli bir cevher hediye geldi. Sultan, kuyumcubaşısını çağırıp cevheri
süslemesini emretti. Kuyumcubaşı, cevheri alıp giderken düşürdü. SultanAlâeddîn
cevherin düştüğünü görünce, veziri Sâhib-i Atâ'yı gönderip onu aldırdı ve bir
yerde muhâfaza etmesini söyledi.
Kuyumcubaşı dükkanına gelince, yolda cevherin düştüğünü anladığında korkudan
rengi sarardı ve feryâd edip; "Mahvoldum." dedi. Aklı başına geldiğinde, büyük
bir üzüntü içinde bu hâlini yakınındaki câmide bulunan Sadreddîn-i Konevî'yearz
etmek istedi. Sadreddîn hazretleri onun hâlini öğrenince; "Ey kuyumcubaşı! Eğer
sır aramızda kalır da kimseye söylemezsen, cevheri bulmamız kolay olur."
buyurdu. Kuyumcu buna sevinip söz verdi. O zaman Sadreddîn-i Konevî hazretleri
bir mikdâr toprak getirtip cevherin büyüklüğünü sordu. Kuyumcubaşı da; "Yumurta
kadar." deyince, Sadreddîn hazretleri mübârek ağzının suyundan bir mikdâr katıp
çamuru güneşte kuruttu. Çok geçmeden o toprak parçası misli bulunmayan bir
cevher hâline dönüverdi. Sadreddîn hazretleri cevheri kuyumcuya verdi. Kuyumcu
çok sevinip hemen onu Sultan Alâeddîn'e götürdü. Sultan cevheri görünce,
hayretler içinde kaldı. Vezîri Sâhib-i Atâ'ya emredip önceki cevheri getirtti.
Vezir cevheri getirip Sultanın huzûruna koydu. Kuyumcudan bu işin sırrını
açıklamasını istediler. Kuyumcu çâresiz kalıp başından geçenleri tek tek Sultana
anlatıp, Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin kerâmetini haber verdi. Sultan derhal
hazırlanıp, Sadreddîn-i Konevî hazretlerini ziyâret için onun mescidine koştu.
Sultanın, Sadreddîn-i Konevî hazretlerini ziyâret ettiği mevsim, narların
olgunlaştığı sonbahar mevsimi idi. Sadreddîn-i Konevî hazretleri ona bir tas
içinde nar hediye etti ve bunları götürmesini söyledi. Sultan bu narları alıp
sarayına döndü. Kaptaki narlara baktığında her birinin mücevher hâline döndüğünü
gördü. Bunun bir kerâmet olduğunu anladı ve Sadreddîn-i Konevî'ye karşı sevgisi
daha da fazlalaştı. Sonradan bu mücevherlerle Konya iç kalesini yaptırdığı
rivâyet edilmektedir.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri Konya'da binlerce talebeye ders verdi. Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, Sa'îdeddîn-i Fergânî gibi birçok hikmet ve tasavvuf ehli
kimseler yetiştirdi. Zamânının en büyük âlimlerindendi. Kelâm ilmindeki yeri
eşsizdi. Bu ilimde birçok ince meseleleri açıklığa kavuşturdu.
Muhyiddîn-iArabî'nin "Vahdet-i vücûd" hakkında söylediklerini ve yazdıklarını
dîne ve akla uygun olarak îzâh etti.
Nasîruddîn-i Tûsî ile hikmete âit bâzı meselelerde mektuplaşmaları oldu ve
aralarındaki uzun süren münâzaralardan sonra, Nasîruddîn-i Tûsî aczini îtirâf
ederek, onun üstünlüğünü kabûl etti.Sadreddîn-i Konevî'nin hayâtı, zühd ve takvâ
içerisinde geçti. Haramlardan çok sakınır, şüpheli korkusuyla mübahların
fazlasından kaçardı. Hiç kimsenin kalbini kırmaz, dünyâ malına aslâ meyletmezdi.
Sultan
Alâeddîn zamânında HâceCihân adında Konya'da çok zengin biri vardı. Malının
hesâbı bilinmezdi. Bu zenginin oğlu Sara hastalığına tutuldu. Derdine çâre
bulunamadı. Zenginin ona çâre için başvurmadığı tabîb kalmadı. Bunun için çok
para sarfetti. Lâkin hiçbir çâre bulamadı. HâceCihân'ın yolu bir gün Sadreddîn-i
Konevî hazretlerinin dergâhına uğradı. Derdini ona açıp; "Şu dünyâda bir oğlum
vardı. O da sara hastalığına tutuldu. Ne olur bu çâresize bir derman olun."
dedi. Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî hazretleri ona oğlunun adını sordu.
HâceCihân; "İsmiAlican, vâlidesinin ismi de Hân'dır." dedi.Sadreddîn hazretleri
hizmetçiden kâğıt kalem istedi ve Eûzü besmele okuyup; "Bismillahillezî lâ
yedurru maasmihî şey'ün fil erdı velâ fis semâî ve hüvessemîul alîm. Eûzü bi
kelimâtillah-it-tâmmâti küllihâ min nefsihî ve ikâbihî ve şerri ibâdihî ve min
hemezât-iş şeyâtîn." yazdı ve duâlar etti. Hâce Cihân eve gittiğinde oğlunun
sara illetinden tamâmen kurtulmuş olduğunu gördü. Allahü teâlâya şükürler etti
ve bunun kerâmet olduğunu anlayıp, Sadreddîn-i Konevî hazretlerine karşı sevgisi
arttı.
Horasan'dan bir derviş birçok yerler dolaşarak Şam'a gelmiş ve orada Sadreddîn-i
Konevî'nin yüksek hal ve kerâmet sâhibi birisi olduğunu işitmişti. Bunun üzerine
görmeden ona âşık oldu ve Konya'ya geldi.Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin
dergâhına uğradı. Derviş dergâhta misâfir edilip, kendisine her gün nefis
yiyecekler ve içecekler ikrâm edildi. Derviş, Konevî hazretlerinin sofrasının
böyle zengin olmasına hayret etti. Oraya kim gelirse, sofra hazır olur ve
istediği yiyecekler önüne gelirdi. Herkes ihtiyâcı kadar yedikten sonra giderdi.
Bu yiyecek ve içeceklerin eksik olduğu bir gün görmedi.
Acem
diyârından bir derviş birçok yerler dolaşıp birçok kimseler görüp Konya'ya
gelmiş ve Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına misâfir olmuştu.
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin mal ve mülkünü, hizmetçilerinin çokluğunu
görünce, içinden; "Keşke bu kişinin bu malları kendisine ayak bağı olmasaydı da
hak yolda bulunaydı. KeşkeAcem diyârına bir gidip de oradaki evliyâ ile
münâsebeti olsaydı. Kendisi için bu ne iyi olurdu." diye geçirdi. Bir zaman
sonra bu düşüncesini Sadreddîn-i Konevî hazretlerine açtı ve; "Ey Efendi! Siz
bir Acem diyârına gitseniz oradaki âlim ve velîlerle görüşseniz bu dünyâya
bağlılığı terk edip cenâb-ı Hakk'a kavuşursunuz." dedi. Sadreddîn-i Konevî
hazretleri dervişin bu sözleri üzerine; "Ey derviş! Pekâlâ, bu dediklerini kabûl
ettim. Gel gidelim." buyurdu ve birlikte Acem diyârına doğru yola çıktılar. On
beş gün kadar yol gittikten sonra derviş, hırkasını Konya'da unuttuğunu
hatırlayıp, aklı başından gitti ve yüzü üzerine yere düştü.Sadreddîn-i Konevî
hazretleri dervişin yüzüne su serpip ayılttı. Derviş; "Ey arkadaşım! Ben
dergâhınızda abdest almak için hırkamı çıkarmıştım. Onu unutmuşum. Şimdi
hatırıma geldi de ondan fenâlaştım." dedi. Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî
hazretleri ona tebessüm edip; "Ey Acem dervişi! Dünyâ sevgisi bütün günâhların
başıdır. Biz bunca mal ve mülkü hizmetçileri geride bıraktık. Lâkin birisi
hatırımıza gelmedi. Sen ise iki paralık hırkanı terk ettiğinde aklın başından
gitti." buyurdu. Sonra o dervişi yolda bırakıp Konya'ya döndüler.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri bir gün, Allahü teâlâya yalvarıp; "Yâ Rabbî! Sana
lâyıkı ile ibâdet, kulluk yapamadım ve seni hakkıyla tanıyamadım. Senin lutf ve
ihsânına güveniyorum. Cennet'teki makâmımı görmek arzu ediyorum." dedi. O gece
bir rüyâ gördü. Rüyâsında kıyâmet kopmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyordu.
Bu durumu kendisi şöyle anlatır:
"Beni
de Rabbimin huzûruna götürdüler. Allahü teâlâ meleklere emredip; "Alın Cennet'e
götürün." buyurdu. Beni alıp Cennet'e götürdüler. Orada türlü türlü köşkler ve
bahçeler vardı. Onları seyrettim. Bir bahçe vardı ki, onun meyvesi miskti. O
esnâda bir elma mikdârı misk almak istedim ve aldım. İşte o esnâda rüyâdan
uyandım. Uyandığımda sağ elimde bir avuç misk duruyordu. O miskin kokusu da her
tarafı kaplamıştı. Bu miskin kokusu hocam Şeyh Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin
bana hediye ettiği hırka-i şerîfe sirâyet etti." buyurdu. Sadreddîn-i Konevî
hazretleri vefât ettiklerinde kefenine bu miskten konulmuştur.
Bir
zaman Sadreddîn-i Konevî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve KâdıSirâcüddîn ve başka
âlim ve sâlih zâtlar Konya'nın Meram Bağlarına gittiler. Mevlânâ hazretleri
oradaki bir değirmene girdi ve uzun bir süre kaldı. Kâdı Sirâcüddîn değirmene
girdi. Sonra da Sadreddîn-i Konevî hazretleri geldi. Değirmen taşını dinlediler.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri; "Ben de bu taşın Allahü teâlâyı zikrettiğini,
Sübbûhun Kuddûsün, dediğini işittim." buyurdular.
Şems-i
Tebrizî hazretleriKonya'ya gelince, Mevlânâ hazretleri devamlı bununla sohbet
edip, hiç dışarı çıkmaz oldu. Konya'nın ileri gelen diğer âlimleri buna üzülüp,
hep birden şehri terk ederek Denizli'ye gittiler. Bunu duyan Selçuklu Sultânı
çok üzüldü. Çünkü âlimleri seven, onları koruyan biriydi. Bir Cumâ günü
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinden ricâda bulunup; "Ben âlimler arasındaki
şeylere karışamam. Bu iş, pâdişâhların karışacağı bir iş değildir. Ancak Cumâ
namazında âlimlerin bulunmaması şânımıza noksanlık verir. Lütfen bunları bulup
getirin!" dedi. Sadreddîn-i Konevî hazretleri hemen katırına binerek yola çıktı.
Bir anda kendisini Denizli'de buldu. Orada âlimleri bulup; "Cumâ namazı vakti
geçmeden Konya'ya dönmemiz lâzımdır. Sultânın kalbini kırmayınız; pâdişâhlar,
Allahü teâlânın emrini îfâya memur kişilerdir. Onlara karşı gelmek, onları üzmek
hiç uygun değildir. SonraAllahü teâlânın gazâbına uğrarsınız." buyurdu. Daha
buna benzer birçok iknâ edici sözler söyledi. Yanında evliyâdan Ahî Evren de
vardı. Âlimler iknâ olur gibi oldular. Dediler ki: "Biz teklifinizi kabûl edip
gelecek bile olsak, Cumâ vakti Konya'da bulunmamız imkânsızdır." Sadreddîn-i
Konevî de; "Siz kabûl edin, Allahü teâlâ müslümanları sevindirenleri mahcûb
etmez." buyurdu. "Âlimler teklifi kabûl edip, hemen yola çıktılar. Birkaç günlük
yolu bir anda kat edip, Cumâ vaktinden evvel Konya'ya vardılar. Sultan Alâeddîn
buna çok memnun oldu. Sadreddîn-i Konevî hazretlerine olan sevgi ve muhabbeti
daha da arttı. İslâm âlimlerine dâimâ yardımcı oldu.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri anlatır: "Rüyâmda Fahr-i kâinât efendimizi gördüm.
YanlarındaEshâb-ı kirâm olduğu halde medreseyi teşrif etmişlerdi. Sofanın
ortasına oturdular. Bu sırada Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de oraya gelip, uygun
bir yere oturdu. Peygamber efendimiz Mevlânâ'ya çok iltifât ettiler ve hazret-i
Ebû Bekr'e dönerek; "Yâ Ebâ Bekr! Ben, Celâleddîn ile, diğer peygamberlerin
arasında öğünürüm. Çünkü onun öğrendiği ilim, işlediği amelin feyz ve nûru ile,
ümmetimin gözleri aydın olur. O benim oğlumdur." buyurdular. Mevlânâ'yı sağ
tarafına oturttular. Peygamber efendimiz bu rüyâ ile talebelerinden Mevlânâ'nın
derecesinin yüksekliğine işâret buyurdular. Bu durumu diğer talebelere anlattım
ki, onun hatırını gözetip ilminin yüksekliğini anlasınlar."
Bir gün
büyük bir ilim meclisi kurulmuş ve Konya'nın büyükleri orada toplanmışlardı.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri de orada bir seccâde üzerinde oturuyordu. Mevlânâ
içeri girince seccâdeye oturmasını teklif etti. Bunun üzerine Mevlânâ; "Sizin
seccâdenize oturursam, kıyâmette bunun hesâbını nasıl verebilirim?" dedi.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri de; "Senin oturmada fayda görmediğin seccâde bize
de yaramaz." deyip, seccâdeyi oradan kaldırdı. Mevlânâ, Sadreddîn-iKonevî
hazretlerinden önce vefât etti. Vasiyeti üzerine, cenâze namazını Sadreddîn-i
Konevî hazretleri kıldırdı.
Ömrünü
Allahü teâlânın kullarına hizmet etmekle, ilim ve edep öğretmekle geçiren
Sadreddîn-i Konevî hazretleri duâlarında:
"Yâ
Rabbî! Kalbimizi senden başka şeye yönelmekten ve senden başkasıyla meşgûl
olmaktan temizle. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle doldur. Bizi
başkalarına ve şeytana oyuncak yapma. Bize nûr bahşet. Duâlarımızı çabucak,
kendi istediğin şekilde kabûl buyur. Sen işitensin. Sen bize yakınsın. Sen
duâlara icâbet edensin." buyururdu.
Sadreddîn-i Konevî hazretleri vefât ettiğinde cenâze namazı büyük bir kalabalık
tarafından kılındı. Vasiyetine uyularak kabri üzeri kapatılmayıp, açık
bırakıldı.
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin kabrini ziyâret edenler, onun feyzlerinden
istifâde ederler. Onu vesîle ederek yapılan duâlar, bi-iznillah kabûl olur.
Sıkıntıda kalanlar ondan yardım isteseler, Allahü teâlânın izniyle rûhâniyetleri
imdâda yetişir.
1899
senesinde Sultan İkinci Abdülhamîd Hân, şahsî parasıyla, Sadreddîn-i Konevî
hazretlerinin câmiini ve türbesini îmâr ve ihyâ edip canlandırdı.
Türbesine hizmet edenlerden biri rivâyet etti: "Zamânın devlet erkânından yüksek
rütbeli bir subay türbeyi ziyârete geldi.Câmide namazı kıldıktan sonra,
Sadreddîn-i Konevî'nin nefsini terbiye etmek için yaptırdığı çilehânesini
ziyâret etmek istedi. Kapısını açtık. Yalnız bir kişinin namaz kılabileceği
büyüklükteki, feyz, bereket, huzûr ve saâdet mekânı olan çilehâneye girdi. Uzun
bir secdeden sonra cenâb-ı Hakk'a yalvarmaya başladı. Daha sonra kabr-i şerîfin
yanına Sadreddîn-iKonevî'nin huzûruna gelip, Allahü teâlâya, onu vesîle ederek
uzun bir duâ etti.Biz de âmin dedik. Duâ bitince bize dönerek; "Bizler,
ellerimizdeki silâhlar ve diğer askerî güçlerimizle, memleketimizin görünürdeki
bekçileriyiz. Fakat huzûrunda bulunduğumuz Sadreddîn-iKonevî ve onun emsâli olan
büyükler, bu memleketin hakîkî kumandanlarıdır. Allahü teâlânın yardımı ve
bunların mânevî destekleri olmadıkça, bizim görünürdeki güç ve kuvvetimizin
hiçbir tesiri olamaz. Onun için biz, bir memlekete vardığımız zaman, önce o
memleketin mânevî kumandanlarını ziyâret ederiz." dedi.
Konevî
Câmiine devamlı gelenlerden biri anlatır: "Sadreddîn-i Konevî'yi iki defâ
rüyâmda gördüm. İlk gördüğüm gecenin gündüzünde, bir iş yüzünden birçok kimsenin
kalblerini kırmış, onları çok üzmüştüm. Rüyâmda heybetli bir şekilde görünüp
bana buyurdu ki: "Kimseyi üzme, kimsenin kalbini kırma, kalb kırmaktan çok
sakın." Bu ihtar bana çok tesir etti. Bundan sonra kimsenin kalbini kırmamaya,
herkesle iyi geçinmeye çalıştım.
İkinci
rüyâm da şöyle oldu: İlk rüyâmdan sonra artık devamlı onun kabrinin bulunduğu
câmiye gitmeye başladım. Câminin ve türbenin tâmiratı, bakımı ve temizliği ile
uğraşıyordum. Bir gece rüyâmda bana güler yüzle görünüp; "Hizmetlerinden
memnunum. Allahü teâlâ bu hizmetlerini karşılıksız bırakmaz." buyurdu. Bu ikinci
rüyâdan sonra Sadreddîn-i Konevî'ye karşı sevgi ve muhabbetim daha da arttı.
Bütün günümü, câmi ve türbenin işleriyle geçirmeye başladım.
Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin
Nüsûs, Hukûk, En-Nefehât-ül-İlâhiyye, Mefâtîh-ül-Gayb, Fâtiha Tefsîri, Şerhu
Ehâdîs-i Erbaîn gibi eserleri vardır.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
FAKR NEDİR?
Bir
defâsında Mevlânâ hazretleri Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin dergâhına
gitmişti. Karşılıklı durmuşlar, hiç konuşmuyorlardı. Bu sırada Sadreddîn
Konevî'nin hizmetini gören dervişlerden olan Hacı Mâruf Kâşifî içeri girdi. Bu
hizmetçi defâlarca yaya olarak hacca gitmişti. Pekçok velînin sohbetinde
bulunmuştu. İçeri girince, Mevlânâ hazretlerine; "Fakr nedir?" diye bir suâl
sordu. Fakat hiç cevap vermedi.Bunun üzerine tekrar; "Fakr nedir?" diye sordu.
Yine cevap vermedi. Tekrar tekrar sorunca, Mevlânâ hazretleri kalkıp gitti.
Bunun üzerine Sadreddîn-i Konevî huzursuz olup; "Ey pîr-i ham! Neden vakitsiz
suâl sorarsın? Sordun cevap verdiler. Tekrar neden
sordun?" deyince, derviş; "Ne cevap verdiler?" dedi. "Fakrın târifini yaptı. O;
"Allahü teâlâyı tanıyınca, dil tutulur." hadîs-i şerîfi gereğince cevab verdi. Şimdi lâyık olan şudur ki,
derviş, şeyhi huzûrunda tam bir teslimiyetle bulunmalıdır..."
SON VASİYET
Sadreddîn-i Konevî hazretleri ömrünün sonlarına doğru şöyle vasiyette bulundu:
"Rabbime hamd eder, Resûlullah efendimize salât ü selâm ederim.
Ben
yakînen inanıyorum ki, Cennet ve Cehennem haktır. Amellerin tartılacağı mîzân
haktır, doğrudur. Ben bu inançla yaşadım ve bu îmânla vefât ediyorum.
Sevdiklerim ve talebelerim vefâtımın ilk gecesinde Allahü teâlânın beni her
türlü azâbdan bağışlaması ve kabûl etmesi niyetiyle, yetmiş bin kelîme-i tevhîd
yâni Lâ ilâhe illallah diyerek tevhîd okusunlar.
Defnedildiğim gün kadın, erkek, fakir, kimsesiz ve düşkünlere kör ve kötürüm
olanlara bin dirhem sadaka dağıtılmasını vasiyet ediyorum.
Bekâr
olanlarınız Şam'a hicret etmeye çalışsın. Çünkü yakında buralarda bir takım
fitneler zuhûr edecek ve çoğunuzun rahatı kaçacak ve size söylediğimi
hatırlayacaksınız. Ben işimi cenâb-ı Hakk'a havâle ediyor ve O'na bırakıyorum.
Dostlarım duâlarında beni hatırlasın ve bana her türlü haklarını helâl etsinler.
Benim bıraktığım bilgiler de onlara helâl olsun.
Allahü
teâlâdan kendim ve sizin için mağfiret diliyorum. Yâ Rabbî bana mağfiret et.
Şüphesiz sen merhâmet edicisin."
(Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin; "Yakında öyle bir fitne kopacak ki, çok
kimseler bu zulümden kurtulamayacaktır. Onun için, evlenmeyen kimseler bundan
sonra Şam'a gidebilirler." sözleriyle, Moğolların Selçuklu Devletini
yıkacaklarını ve çok zulüm edeceklerini işâret etmişlerdir.)
BEYİTLER
MÂNEVÎ
KUMANDAN
Mevlânâ
hazretleri, Sadreddîn Konevî'den,
Önce
göç etmiş idi, bu dünyâ âleminden.
Cenâze
namazını, vasiyet gereğince,
Sadreddîn-i Konevî, kıldırmak isteyince,
Birden
bire ağlayıp, kendinden geçti, fakat,
Bu
hâlinden hiçbir şey, anlamadı cemâat.
Kendine
geldiğinde, kıldırdı namazını,
Sonra
suâl ettiler, ona, ağlamasını.
Buyurdu: "Namaz için, geçtiğimde ileri,
Gördüm
saf saf dizilen, binlerce melekleri.
Peygamber efendimiz, îmâm olmuş onlara,
Cenâze
namazını, kılarlardı o ara."
Sadreddîn Konevî'ydi, ona hoca ve üstad,
Mevlânâ'dan sonra da, o etti Hakk'a vuslat.
Onu
vesîle edip, duâ etse bir kişi,
Allah'ın izni ile, hâsıl olur her işi.
O
zamanlar orduda, yüksek rütbeli bir zât,
Sadreddîn Konevî'nin, kabrine geldi bizzat.
Ziyâret
eyliyerek, duâ etti bir nice,
Sonra
da cemâate, hitab etti şöylece:
"Her ne
kadar orduda, kumandan isek de biz,
Memleketin zâhirde, olan bekçileriyiz.
Ve
lâkin Sadreddîn-i Konevî gibi zevât,
Bu
devletin hakîkî, bekçileridir bizzât.
Biz
böyle velîlerin, mânevî desteğiyle,
Kuvvetli oluyoruz, Allah'ın izni ile.
Bunun
için ilk defâ, bir yere gelince biz,
Önce bu
velîleri, ziyârete gideriz,
Her ne
kadar kumandan, isek de günümüzde,
Mânevî
kumandanlar, onlardır önümüzde."
Bir
mümin de bu zâtın, kabrine sık giderdi,
Onun
feyz ve nûrundan, istifâde ederdi.
Bir gün
haksız olarak, bâzı müslümanları,
İncitip
üzmüş idi, bir sebepten onları.
Gördü
gece rüyâda, Sadreddîn Konevî'yi,
Buyurdu
ki: "Evlâdım, incitme hiç kimseyi.
Bu,
Kâbe'yi yıkmaktan, günahtır daha fazla,
Onun
için kimsenin, kalbini kırma aslâ."
Öyle
tesir etti ki, ona bu bir nasîhat,
İncitmedi kimseyi, ömrü boyunca bu zât.
İstanbul'dan Konya'ya, gitmiş idi biri de,
Lâkin
bir sıkıntısı, var idi o günlerde.
Konya'daki dostuna, anlatınca derdini,
Dedi
ki: "Ziyâret et,Konevî'nin kabrini.
Onun
vesîlesiyle, duâ eyle Rabbine,
Hallolur bu sıkıntın, o zâtın hürmetine."
O da,
bu mübâreğin, türbesine giderek,
Duâ
etti bu zâtı, vesîle eyleyerek.
Sonra
da İstanbul'a, Konya'dan çıktı yola,
Lâkin
kısa bir müddet, Bursa'da verdi mola.
Henüz
vâsıl olmadan, İstanbul'a bu kişi,
Bursa'dayken bir gece, hâlledildi o işi.
İşin
çabukluğuna, kendi de hayret etti,
Dedi
ki:"Hakîkaten, serî imiş himmeti."
O,
Kur'ân-ı kerîmden, okusa her ne zaman,
Onun
dahi rûhuna, gönderir muntazaman.
Sadreddîn-i Konevî, hürmetine İlâhî,
Cümle
sıkıntılardan berî kıl bizi dahi.
KAYNAKLAR
1)
Nefehât-ül-Üns; s.632
2)
El-A'lâm; c.6, s.30
3)
Miftâh-üs-Se'âde; c.1, s.451, c.2, s.121, 212, 451, 452
4)
Tabakât-üş-Şâfiîyye; c.8, s.45
5)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.133
6)
Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.203
7)
Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.130
8)
Tezkiret-ül-Huffâz; c.4, s.1491
9)
Mu'cem-ül-Müellifîn; c.9, s.43
10)
Kâmûs-ül-A'lâm; c.4, s.2944
11) Tam
İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1137
12)
Regâib-ul-Menâkıb, Süleymâniye Kütüphânesi,Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4618
13)
Sefînet-ül-Evliyâ; s.68
14)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.9, s.247
|