ÖMER MUHDÂR BİN ABDURRAHMÂN
Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ömer el-Muhdâr bin Abdurrahmân es-Sekkâf’dır.
Doğum târihi bilinmemektedir. 1429 (H.833) senesinde Terîm denilen yerde, öğle
namazının secdesinde iken vefât etti. Zenbil Kabristanına defnedildi. Fevkalade
hâller sâhibi olup, çok kerâmetleri görüldü. Tarla ve bahçesindeki mahsûlü
korumak için bir bekçi bulundurmazdı. Kendisinden izinsiz olarak kim bir şey
aldı ise, hayvan olsun, insan olsun, derhâl başına bir belâ gelirdi. Bir karga
gelip, ona âid olan hurma ağacına konup, hurmalardan yedi. Sonra da uçtu gitti.
Çok geçmeden geri döndü ve orada öldü.
Ömer
Muhdâr, talebelerinden birine, içinde para olan bir küp verdi. O talebe, âilesi
için kendilerine yetecek kadarını alıp, ihtiyaçlarına sarfetti. Bu durum,
aylarca devâm etti. Bir gün hanımı merakla, içinde olan parayı saymaya kalktı.
Birkaç gün sonra talebe gidip, küpte para kalmadığını arzettiğinde, Ömer Muhdâr
buyurdu ki: “İçindeki altınlar sayılmasaydı, daha nice seneler size yeterdi.”
Ömer
Muhdâr sevdiklerinden birisine, canının arzu ettiği şeyi sordu. O da tâze hurma
istediğini söyledi. Mevsim kış olup, hurma zamânı değildi. Ömer Muhdâr, o kimse
ile kabristana gidip, ziyârette bulundu. O esnâda yanına birisi geldi ve bir
müddet onunla görüştü. O kişi; “Bu, arkadaşının yiyeceğidir” diyerek birşey
verdi. Ömer Muhdâr onu aldı ve sevdiği kişiye dönüp; “Bunu alınız” diyerek,
canının arzu ettiği tâze hurmaları verdi. Sevdiği kişi çok şaşırdı. Hocasının
kabristanda görüştüğü kişiden ve tâze hurmalardan bir şey soramadı.
Ömer
Muhdâr, kırk gün süren hac yolculuğunda bir şey yiyip içmedi. Yürümekden hiç
yorulmadı ve kuvvetinden hiçbir şey kaybetmedi.
Ömer
Muhdâr, tek bir nefesde, Allahü teâlânın el-Latîf ism-i şerîfini bin defâ,
el-Hafîz ism-i şerîfini de aynen bin defâ okudular.
Birisi
Ömer Muhdâr’a bir eziyet ve sıkıntı verdiğinde, mutlaka üç gün sonrasında başına
bir musîbet gelir, cezâsını görürdü. Ancak, tövbe ettiğinde bu musîbetten
kurtulurdu.
Ömer
Muhdâr’ın duâsı müstecâb olup, kabûl olurdu. Nice kimseler gelip duâ istediler
ve maksadlarına kavuştular. Hasta birisi gelip duâ istedi. Çok geçmeden
hastalıktan kurtulduğu görüldü. Bir kadıncağız, şiddetli bir baş ağrısına
tutuldu ve hiçbir ilâç fayda vermedi. Ona haber gönderip duâ istedi. Âfiyetle
duâ ettiğinde, kadıncağız derhâl iyileşti, ağrıdan eser kalmadı.
Birisi
gelip para kesesini kaybettiğini ve kazancının gittiğini söyleyip duâ istedi.
“Onu alanı görüyorum. Falan yerde sana verecek” buyurdu. Dediği gibi oldu.
Talebesi anlatır: “Amcamın bir kızı vardı. Bâzı kimseler gelip onu istediler.
Fakat o, kimseyle evlenmeyi kabûl etmedi. Bu durumu gidip hocam Ömer Muhdâr’a
anlattım. Buyurdu ki: “Doğrudur. O, kimseyle evlenmeyecek. Ancak, seninle
evlenecek ve bir oğlunuz dünyâya gelecek.” Ben fakir bir kimse olduğum için,
hocamın buyurduğu evlilik işine ihtimâl vermeyip, uzak gördüm. Aradan çok
geçmeden kız benimle evlenmek istedi, onunla evlendim. Bir oğlumuz dünyâya
geldi.”
Birisi
gelip, hanımının zînetlerinin çalındığını Ömer Muhdâr’a bildirdi. O da; “Kim
çaldı ise üç güne kadar getirsin. Yoksa ölecek” diye nidâ etmesini söyledi ve
ayrıca; “Bu üç gün içinde zînetler getirilmezse, ölenin elbisesinde hanımının
zînetlerini bulacaksın” buyurdu. O kişi, denileni yaptı. Üç gün sonra birisi
öldü. Cebine baktıklarında zînetleri buldular.
Ömer
bin Ali isminde birisi, Şahar vâlisi Abdullah bin Ahmed el-Hebî’nin zulmettiğini
Ömer Muhdâr’a söyleyip, şikâyette bulundu. O da; “İbn-ül-Hebî, Şahar’dan
sırtında bir gömlekle çıkacak. Bütün malı zorla elinden alınacak, yerine
Yemen’den bir başkası geçecek” buyurdu. Çok geçmeden azledildi. Bir gömlekle
şehirden çıkarılıp, Aden’e sürüldü.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
SEMİZLENMİŞ
KESİLİR
Çöldeki
köylülerden bir grup, Ömer Muhdâr’a âit bir deveyi çalıp, üzerindeki yiyeceği
gasbettiler. Ömer Muhdâr, onların reisine haber gönderip, deveyi üzerindeki eşyâ
ile birlikte göndermesini söyledi. Reis deveyi gönderdi, fakat eşyâ ve
yiyecekleri göndermedi. Bunun üzerine Ömer Muhdâr buyurdu ki: “Yiyecekleri zorla
alan o kimseyi iyi tâkib ediniz. Biz zayıf olanları değil, iyice semizleşmiş
olanları keseriz. Yâni kötülüklere bulaşıp, başkalarına zararı çok olan ve artık
cezâyı hak etmiş olanlara cezâ veririz. O kişi yatsı vakti öldürülür.” Aynen
buyurduğu gibi oldu.
KAYNAKLAR
1)
Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.2, s.222
2)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.371
|