|
NÛREDDÎN CERRÂHÎ
Evliyânın büyüklerinden. İsmi Muhammed olup, babasınınki Abdullah'tır. 1671
(H.1082) senesi Rebîülevvel ayının on ikinci gecesi, Cerrah Mehmed Paşa Câmiinin
karşısındaki Yağcızâde konağında doğdu. Babası, Sultan Dördüncü Mehmed Hanın
Mîrâhûr ağalığından emekliye ayrılmıştı. Nûreddîn Cerrâhî'nin soyu, Ebû Ubeyde
bin Cerrâh'a radıyallahü anh ulaştığı için, Cerrâhî denilmiştir. Cerrahpaşalı
olduğu için böyle denildiği de söylenmiştir. Çoğunluk birinci rivâyette ittifak
etmişlerdir. Nûreddîn Cerrâhî, daha küçük yaştaKur'ân-ı kerîmi, Cerrahpaşa
mektebinde öğrendi. Kur'ân-ı kerîm hocası Yûsuf Efendidir. Tahsîlini tamamlayan
Nûreddîn Cerrâhî, zâhirî ilimleri öğrenmek için medreseye gitti. Medrese
tahsîlini tamamladıktan sonra, çok genç yaştaMısır kâdılığına tâyin edildi.
Nûreddîn Cerrâhî Mısır'a gitmeden önce, vedâ etmek için Üsküdar'da bulunan
dayısı Hüseyin Efendinin konağına gitti. Hava iyi olmadığı için dayısının
konağında bir müddet bekledi.Bir gece dayısı, onu evin karşısında bulunan Selâmi
Dergâhına götürdü. Yatsı namazından sonra dergâhta ders veren Ali Efendinin
yanına gittiler. Nûreddîn Cerrâhî, Ali Efendinin elini öpünce Ali Efendi; "Oğlum
Nûreddîn!Safâ geldiniz." diye ismini söyledi. Bunun üzerine Nûreddîn Cerrâhî'yi
bir muhabbet ve cezbe hâli kapladı.SonraAllahü teâlâyı zikrederken vecde
geldi.Nûreddîn Cerrâhî, Ali Efendiden kendisini talebeliğe kabûl etmesini ricâ
etti. Ali Efendi de, onun ricâsını kabûl buyurup; "Oğlum Nûreddîn! Mâsivâdan
sıyrılıp, abdestini tâzele." diye uyardı. Bunun üzerine kendisine verilen Mısır
kâdılığı vazîfesini kabûl etmeyerek, tâyin fermânını şeyhülislâma geri gönderdi.
Nûreddîn Cerrâhî bütün dünyevî işlerini terk edip, hocası Ali Efendiye tam
teslim oldu. Bunun üzerine Ali Efendi, Nûreddîn Cerrâhî'yi abdest aldıktan sonra
halvete koydu. Erbaîni (kırk gün Allahü teâlâya ibâdetini) tamamlayınca, onda
büyük bir huzur hâli meydana geldi.Ali Efendi ona icâzet vererek, hırka
giydirdi. SonraAli Efendi; "Oğlum Nûreddîn! İstanbul'a git, Karagümrük yakınında
ve dört yol ağzında, Kethüdâ Canfedâ'nın yaptırdığı câmi-i şerîfin yanında,
Bakkal İsmâil Efendi isminde bir zât senin için bir oda yaptırdı. O odada
ibâdetle meşgûl ol. Umulur ki, senin için o civarda bir dergâh yapılır. O zaman
insanlara doğru yolu göstermeye çalış. Süleymân Veliyyüddîn ve Muhammed
Hüsâmeddîn efendiler senin yanında kemâle gelecekler." buyurdu. Nûreddîn Efendi,
hocasının emri ile, Süleymân Veliyyüddîn ve Muhammed Hüsâmeddîn yanında olduğu
halde Karagümrük'e gittiler. İsmâil Efendi, hocasının bahsettiği odanın
anahtarını Nûreddîn Cerrâhî'ye teslim etti ve odayıResûl-i ekremin emri ile
yaptığını söyledi. Nûreddîn Cerrâhî, evinin yanındaki Cerrah Mehmed Paşa
CâmiindeAllahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatırdı. Onun sohbetlerinin
güzelliği kısa sürede İstanbul'a yayıldı. Sultan bile sohbetlerini dinlemeye
gelirdi.
Kapı
kethüdâlarından Bekir Efendinin 1703 (H.1115)'de vefât etmesi üzerine,
Karagümrük civârında bulunan konağı boş kaldı. Dârüsseâde ağası Beşir Ağa, bu
konağı alacağı sırada rüyâsında Nûreddîn Efendiyi gördü.Konağı satın almamasını
söyledi. Aynı gece Sultan Ahmed Hana da rüyâsında Nûreddîn Efendinin ihtiyâcını
gidermesi emredildi.Pâdişâh ertesi gün, boş kalan konağı satın alsınlar diye,
Yahyâ Efendiyle Nûreddîn Cerrâhî'ye üç yüz altın gönderdi. Nûreddîn Cerrâhî bu
altınları kabûl etmedi. Bir dergâh yaptırsalar, daha makbûle geçeceğini söyledi.
Yahyâ Efendi, huzûrundan ayrılırken, Nûreddîn Cerrâhî'nin ellerini öpeceği
sırada, Nûreddîn Efendinin Ali Efendiye talebe olması sırasında meydana gelen
mânevî hâlin aynısı, Yahyâ Efendide de meydana geldi. Bu sırada Yahyâ Efendi,
Nûreddîn Efendiden kendisini talebeliğe kabûl etmesini ricâ etti.Yahyâ Efendi,
getirdiği paraları başka birisi vâsıtasıylaSultana gönderdi. Bunun üzerine
Sultan o konağı aldırarak, orayı dergâh hâline getirdi ve Nûreddîn Efendiye
tahsis etti. Nûreddîn Cerrâhî, burada ibâdet yapmak ve insanlara doğru yolu
göstermek için çalıştı.
Nûreddîn Cerrâhî bir gün annesine; "Anneciğim!Bana izin ver de hacca gideyim.
Dînin bana farz kıldığı vazîfemi yapayım." dedi.Annesi bu isteğini uygun buldu.
Nûreddîn Cerrâhî hazırlıklara başlayıp, gerekli parayı tedârik ettikten sonra,
annesi ve sevenlerine vedâ etti. Onu hacca götürecek kervanın yanına giderken,
yolda iki gözü iki çeşme ağlayan bir adam gördü. Adam âdetâ kendisinden geçmiş,
hem ağlıyor, hem Allahü teâlâya şöyle duâ ediyordu: "Yâ Rabbî! Ölümden evvel
lütfet, bana borçlarımı ödemek nasîb eyle. Beni borçlu yatırma yâ Rabbî!"
Nûreddîn Cerrâhî merak edip, adamın koluna girerek; "Kardeşim ne kadar borcun
var?" diye sordu. Borçlu adam kendine suâl soran bu nûr yüzlü gence ümitle
bakarak, mikdârını söyledi. Adamcağızın borcu, Nûreddîn Cerrâhî'nin cebindeki
para kadardı. Nûreddîn Cerrâhî cebindeki para kesesini çıkarıp adama vererek;
"Bu sanaAllahü teâlânın bir ihsânıdır." dedi ve oradan hızla uzaklaştı. Bir süre
sonra; "Ben nereye gidiyorum? Artık param da yok." diye düşündü. Ayakları onu
Edirnekapı Sakızağacı kabristanlığındaki namazgâha götürdü. Allahü teâlânın izni
ile kilometrelerce uzaklıktaki Kâbe'ye giderek hac törenine katıldı. Arife günü,
binlerce hacıyla birlikte; "Lebbeyk, lebbeyk!" derken, semâya uzattığı elleri,
kavurucu güneş altında yanıp kavruldu. Hac töreni bitince, Nûreddîn Cerrâhî,
Sakızağacı'ndan evine döndü. Annesi bu duruma hayret etti. Fakat bir şey
söylemedi. Kervanlar dönünce, İstanbul'da bir kaynaşma başladı. Yükünü eve
bırakan doğru Nûreddîn Cerrâhî'nin dergâhına gelerek; "Tebrik ederiz, tebrik
ederiz. Arafat'ta "Lebbeyk, lebbeyk!" çağırırken ne güzel, ne mübârektin!
Hepimiz seni seyrederek nûrlandık. Çoğumuz rüyâmızda senin hürmetine haccımızın
kabûl olduğunu gördük." dediler.
Nûreddîn Cerrâhî buyurdu ki:
"Hakk'ı
seven kişi dâimâ Hakk'ı söyler, sonunda âriflerden olup, Hakk'ın lütuf ve
ihsânına kavuşur."
"Aba
giyinmiş birini görünce küçültücü bir nazarla bakma. Kibirle arkadaşlık eden
sonunda kahredilmişler safında yer alır."
"Sen
dünyâya gönül verme, aşk denizine dalarak lezzete kavuş. Hakk'ı tanımayanın,
O'ndan uzak olacağını bil."
Nûreddîn Cerrâhî1720 (H. 1133) senesi Eylül ayında İstanbul'da vefât etti.Cenâze
namazı, Fâtih Câmiinde öğle namazından sonra kalabalık bir cemâat tarafından
kılındı. Karagümrük'teki dergâhının içine annesi Emine Hâtunun ayak ucuna
defnedildi.
Nûreddîn Cerrâhî'nin yedi halifesi vardı. Bunlar: Şeyh Süleymân Velî, Şeyh
Muhammed Hüsâmeddîn, Sertarikzâde Muhammed Emin, Moralı Yahyâ Efendi, Muhammed
Ziyâuddîn Çelebi, Serşeyh-i Tekfur Dağı, Seyyid Yûnus Efendi.
Nûreddîn Cerrâhî'nin eserlerinden bâzıları şunlardýr: 1) Mürşid-i Dervişân Risâlesi, 2) Nutk-ı
Şerîf, 3) Nasîhat-ı Âli. Ayrıca çok güzel ilâhîleri vardır.
Nûreddîn Cerrâhî'nin bir ilâhisi:
Dil
beytini pâk eden,
Dervişi
ankâ eden,
Âlem-i
İlâhîye giden,
Mevlâ
zikridir, zikri.
Zikreden hâlet olan,
Âşinâ-yı rûh olan,
Ukbâda
devlet bulan,
Mevlâ
zikridir, zikri.
Terk
ehline karışan,
Hem
zevkine erişen,
Bahr-i
ledünle görüşen,
Mevlâ
zikridir, zikri.
Erenlerin yolunu,
Sürerler hep demîni,
Dervişlerin mu'îni,
Mevlâ
zikridir, zikri.
Nûreddîn'i diri kılan,
Tevhîd
ile çerâğı yanan,
Bi-hamdillâh tevfik olan,
Mevlâ
zikridir, zikri.
KERÂMET ve MENKÎBELERİ
EDEB
Bir
talebesine yazdığı mektup şöyledir:
“Ey
evlâdım! Bu söyleyeceğim edebler, Allahü teâlâyı sevmek ve O'na yaklaşmak
isteyen herkese lâzımdır.
Evlâdım!
Allahü teâlâyı sevmek ve O’na yakın olmak isteyen herkese lâzım olan edebler
şunlardır: Az konuşmalı, az uyumalı, insanlarla lüzumu kadar görüşmeli,
elemlere, musîbetlere, acılara, açlığa, insanların sıkıntılarına sabretmeli ve
kendisine zulmedeni affetmeli ve ondan intikam, öç almaya kalkmamalı, kendi için
sevdiğini herkes için sevmeli ve istemeli, malıyla cömertlik yapmalı,
insanlardan bir şey istememeli ve beklememeli, sâdece Allahü teâlâdan beklemeli,
her ihtiyâcını Allahü teâlâya ısmarlamalı. Yaptığı amellere ve kabûl olduğuna
güvenmemeli bilakis “Amellerim ayıplı ve kusurludur.” demeli; şahsı ile,
ibâdetleri ile, ameli ile sevinmemeli, övünmemelidir. Aksine Allahü teâlâya ve
Resûlüne ve O’nun şerîatına uymakla sevinmelidir.”
KAYNAKLAR
1)
Sefînet-ül-Evliyâ; c.5, s.40
2)
Osmanlı Müellifleri; c.1, s.178
3)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.17, s.193
4)
Gülşen-i Aziz; Abdüllatif Fazlı (Ali Emîri Şer'iyye Bölümü, No: 1099)
|
|