|
NİZÂMEDDÎN HÂMÛŞ
Buhârâ'da yetişen büyük velîlerden. Hâce Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin talebesi
ve Sa'düddîn Kaşgârî'nin hocasıdır. İsmi, Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş'tur. Doğum ve
vefât târihleri bulunamamıştır. Sekizinci asrın ortalarında doğup, dokuzuncu
asrın ortalarında, doksan yaşlarında vefât ettiği bilinmektedir.
İlk
zamanlarda lüzûmu kadar zâhirî ilimleri tahsîl etti. Sonra, tasavvuf yolunda
ilerlemeye çalıştı, riyâzet ve mücâhede ile nefsini terbiye etmek için çok
gayret etti. Nefsin istediği, beğendiği şeyleri yapmaz, dâimâ ona zor gelen
şeyleri yapardı. Bu yoldaki gayretlerinin neticesinde, kendisinde keşf ve
kerâmet hâlleri görülmeye başladı.
Şâh-ı
Nakşibend Behâüddîn-i Buhârî hazretlerinin en yüksek talebesi ve halîfesi olan
Hâce Alâüddîn-i Attâr, Buhârâ'ya gelmişti. Bunu haber alan Nizâmeddîn-i Hâmûş,
onun sohbetlerinde bulunmak üzere huzûruna giderken, Mevlânâ Saîd ile
karşılaştı. Mevlânâ buna; "Sizi gâyet temiz görüyorum. Çeşitli merhalelerden
geçip yükseleceğiniz zaman hâlâ gelmedi mi?" dedi. Bu söz ona çok tesir etti.
Alâüddîn-i Attâr'ın sohbetlerinde bulunmak arzusu arttı. Oraya vardığında, Hâce
Alâüddîn onu görür görmez; "Sizi gâyet temiz görüyorum. Çeşitli merhalelerden
geçip yükseleceğiniz zaman hâlâ gelmedi mi?" dedi. Bu söz, yolda kendisine
Mevlânâ Saîd'in söylediği sözün aynısıydı.
Zâten
büyük bir arzu ve istekle gelen Nizâmeddîn, onu görür görmez bu kerâmeti ile de
karşılaşınca, sevgi ve muhabbet ateşi içine düştü. O büyük zâtın sohbetlerinde
bulunmakla duyduğu lezzeti, başka şeylerde bulamıyordu. Her şeyden yüz çevirip,
sâdece o büyük zâtın sohbetlerinde bulunmaya, bu şerefli ve kıymetli
sohbetlerden istifâde etmeye gayret etti. Bu teslîmiyetinin meyvelerini kısa
zamanda toplayıp, Hâce hazretlerinin en yüksek talebelerinden oldu.Zamânın en
büyük âlim ve velîlerinden biri olarak yetişti.
Birçok
fazîlet ve üstünlüklerin kendisinde toplandığı, kerâmetler ve hârikalar sâhibi
çok yüksek bir zât idi. Namaz kılmak üzere bir mescide varsa, o anda da mescidin
kapısı kilitli olsa, içeri girmek niyetiyle elini uzatınca, Allahü teâlânın izni
ile kapı açılır ve rahatlıkla içeri girerdi. Sohbetinde bulunanlara, hocasından
aldığı yüksek ilimleri anlatıp, çok faydalı olurdu. İnsanlar ondan çok istifâde
ettiler.
Sohbetlerine devâm edenlerden birisi şöyle anlatır: "Bir gün Nizâmeddîn Hâmûş'un
huzûrunda bulunuyorduk. Bir ara kalbime bâzı uygunsuz düşünceler geldi.Keşif
yoluyla bu hâlimi anlıyarak, bana döndü ve buyurdu ki: "Kalbini bu türlü
düşüncelerden uzak tut. Hak ehli, Allahü teâlânın izni ile herkesin gönlünden
geçeni bilebilirler. Allahü teâlâ ise herkesten iyi bilir. Vallahi kırk yıldır
ihtilâm olmadım. Sebebi şu idi ki, bir gün rûhâniyet âleminden bir cemâat yanıma
gelerek, ihtilâm olmamaya gayret etmemi, her ihtilâm olmamda derecemden
kaybedeceğimi söylediler. Bu sebepten kırk yıldır bu emre uymaktayım."
Mevlânâ
Nizâmeddîn hazretlerinin hâli, velîlik yolundaki derecesi o kadar yüksekti ki,
huzûruna gelen bir kimsenin kalb hâlini Allahü teâlânın izni ile anlar, o kimse
tasavvuf ehli, istidât sâhibi bir kimse ise, onunla zühd ve takvâdan konuşurdu.
Şâyet gelen kimse bid'at ehli, fâsık biri ise, ondan sıkılır ve rahatsız olurdu.
Onlar öyle büyük zâtlardı ki, karşılaştıkları herkese o kimselerin durumlarına
göre konuşurlardı. Birisi ile konuşacakları zaman, kalb gözleriyle o kimsenin
durumunu kontrol edip anlar sonra ona göre konuşurlardı. Bunun için, insanlara
göre konuşmaları farklı olurdu. Bu büyüklerden biri, sevdiklerinden birine
buyurdu ki: "Tasavvuf ehlinin hâllerinden anlamıyan kimselerle
karşılaştığımızda, onlarla basit meselelerden konuşuyoruz. Onlara bu yolun
yüksek hâllerinden, kalb mârifetlerinden anlatmak istiyorum ve hattâ bâzan bunun
için kendimi zorluyorum, fakat istidâtları olmadığı için konuşamıyorum. Sizinle
sohbet ederken de, bâzan diğer insanlarla olduğu gibi konuşmak istiyorum ve
hattâ bunun için kendimi zorluyorum, ama onlarla konuştuğum gibi konuşamıyorum."
Hâce
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri şöyle anlatır: "Mevlânâ Nizâmeddîn-iHâmûş,
güzellik ve letâfette kemâl derecesindeydi. İnsanların hâllerinden,
ahlâklarından çok müteessir olurdu. Sâde olmayı tercih eder, süslenmeden
hoşlanmazdı. Kendini bir hiç kabûl ederdi. Kendisinden meydana gelen
kerâmetlerin de, hocalarının ve diğer büyüklerimizin latîfe ve sıfatları
olduğunu söylerdi. Çünkü bu büyüklerin âdetleri, gönüllerini benlik dâvâsından
uzak tutmaktı."
Yine
Ubeydullah-ı Ahrâr (rahmetullahi aleyh) anlatır: "Mevlânâ Nizâmeddîn Hâmûş,
bizim memleketimiz olan Taşkend'e geldiği zaman, bizde misâfir olurdu.Bunu büyük
nîmet bilir, hizmette kusûr etmemeye çalışırdık. Yine bir gün bizde misâfir iken
bir ara; "Âh! Üzerime bir ağırlık çöktü. Gâliba filân kimse geliyor diyerek, Şâş
vilâyetinden birinin ismini söyledi. Üzerine çöken ağırlık sebebiyle "Lâ
havle..." okumaya başladı. Biraz sonra söylediği kimse çıkageldi. Nizâmeddîn
Hâmûş, gelen kimseye; "Hoş geldiniz. Beri gelin, nisbetiniz sizden evvel geldi"
buyurdu.
Ehl-i
sünnet âlimlerinin büyüklerinden olanSeyyîd Şerîf Cürcânî hazretleri,
HâceAlâüddîn-iAttâr'ın sohbetlerinde bulunurdu. "Alâüddîn-i Attâr hazretlerinin
sohbetine kavuşunca Rabbimi tanıyabildim" buyurmuştur. Seyyîd Şerîf Cürcânî
hazretleri, bir gün Hâce Alâüddîn'e; "Efendim, bendenizi talebelerinizden birine
havâle edin. Sizden sonra onun sohbetlerine devâm edeyim." diye arzetti. Bunun
üzerine onu, Nizâmeddîn Hâmûş'a havâle ettiler. Seyyîd Şerîf Cürcânî, bundan
sonra Mevlânâ Nizâmeddîn'in sohbetlerine devâm etti.
Müslümanlar, bir bedenin uzuvları gibidir. Bir bedenin uzuvlarından birinde bir
ağrı, sızı olunca; nasıl ki, bütün beden bu ağrı ve sızıyı hisseder, onun
tesirinde kalırsa, Nizâmeddîn hazretleri de böyleydi. Talebelerinden, Mevlânâ'yı
sevenlerden birisi bir sıkıntıya düşmüş olsa, o sıkıntıyı fazlasıyla Mevlânâ
hazretleri de çekerdi.
Mevlânâ
Nizâmeddîn Hâmûş çeşitli zamanlardaki sohbetlerinde sık sık şöyle buyurdu:
"Susmak, konuşmaktan çok daha faydalıdır. Susmak ile ve hâl lisânı ile insanlara
faydalı olamıyan, konuşmakla hiç faydalı olamaz."
"Büyüklerin huzûrlarında, sohbetlerinde bulunurken, uygunsuz düşüncelerin kalbe
gelmemesine çok gayret ve dikkat etmelidir. Zîrâ bu büyükler, Allahü teâlânın
izni ile o düşünceleri anlarlar ve bundan çok müteessir olurlar."
KAYNAKLAR
1)
Reşehât Ayn-ül-Hayât (Arabî); s.89
2)
Reşehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlıca); s.163
3)
Nefehât-ül-Üns Tercümesi (Osmanlıca); s.438
4)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.368
|
|