MUHAMMED MURÂD KAZANÎ
Evliyânın meşhurlarından. 1855 (H.1272) senesinde Rusya'nın Kazan vilâyetinin
Ufa kasabasında doğdu. 1933 (H.1352)de Medîne-i münevverede vefât etti. Orada
medfundur. Altı yaşında tahsîle başladı. Önce babasından ve annesinden Kur'ân-ı
kerîm okumayı öğrendi. Sonra bulunduğu diyârın meşhur âlimi İsmâil Kaşgârî'nin
en meşhûr talebesi olan dayısı Şeyh Molla Hüsâmeddîn'den okudu. On sekiz yaşına
kadar dayısından ders aldı. Nahiv, mantık, ahlâk ve fıkıh ilimlerini okudu.
Dayısına yardımcı müderris, asistan oldu. Bu yardımcılığı, okuduğu dersleri
iyice anlamasına ve hazmetmesine sebeb oldu.
Sonra
Kazan'a gitti. Oradan bir seyyah ile Buhârâ'ya ve Mâverâünnehr'e gitmek üzere
yola çıktı. Troyski'de iki sene kaldı. Burada Molla Şerefüddîn
ve Molla Muhammed Cân medreselerinde
Şerh-i Akâid kitabını okudu ve aklî ilimleri tahsîl etti. Bundan sonra
Taşkent üzerinden Buhârâ'ya giderken iki ay Taşkent'te kaldı. Orada Şerh-i
Akâid ile Şerh-i Hikmet-il-Ayn adlı eserleri bâzı âlimlerden
tekrar
okudu. Sonra Buhârâ'ya gitti. Dört sene kalıp tanınmış âlimlerden ders aldı.
Ancak Buhârâ'nın eski havasını bulamadı. Oradan Taşkent'e gitti. O civardaki
âlimlerden de iki sene ders aldı. Taşkent'te kalacak yeri yoktu. Bir tekkede
kaldı. İlim öğrenmekle meşgûl oldu. Kaldığı tekkede Arapça ve Farsça çok
kıymetli tasavvuf ve siyer kitapları vardı. Büyük bir heves ve zevkle bunların
hepsini okumaya koyuldu. Okudukça halleri ve düşünceleri çok değişti. Tasavvufa
meyli arttı. O zamâna kadar geçirdiği vakte esef etti. Siyer kitaplarını
okurken Peygamber efendimizi rüyâda gördü. Bu sırada bir şeyhe tâbi oldu. Sonra
Buhârâ'ya dönmek istediyse de bâzı dostları hacca gitmesini söylediler. Bunun
üzerine seçkin bir yolcu kâfilesi ile hacca gitmek üzere Taşkent'ten ayrıldı.
Semerkant, Belh, Celâlâbâd, Peşâver, Lahor, Mültan, Haydarâbâd ve Karaçi'ye
uğradılar. Ramazan ayında Karaçi'de kaldılar. Bayramdan sonra gemiyle on sekiz
günde Cidde'ye vardılar.
Hac
ibadetini yaptıktan sonra Medîne'ye gitti. OradaEmîn Ağa Medresesine dâhil oldu.
Sonra Şifâ Medresesine daha sonra da Mahmûdiye Medresesine girdi. Çeşitli
ilimleri okudu ve okuttu. Aynı sene Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Medîne-i
münevvere âlimlerinden ilimde icâzet aldı. Bu sırada tasavvufta vaktinin kutbu
ve evliyânın büyüklerinden Şeyh Muhammed Mazhar Müceddidî hazretlerinden
Nakşibendî yolunu aldı ve sohbetlerinde yetişip kemâle erdi. Tasavvufta yüksek
hallere ve derecelere kavuştu. Hocasının medhine mazhar oldu. Bu sıralarda
hastalandı. Memleketine gidip hava değişimi arzu etti. Hocası bırakmak istemedi.
Ancak bâzı sebepler ve yollarla izin aldı. Memleketine gidip birkaç ay kaldıktan
sonra aynı sene içinde Hicaz'a döndü. Mekke'de kalıp Mevlânâ Şeyh Allâme
Abdülhamîd Dağıstânî hazretlerinin sohbetlerine devâm etti. Sonra tekrar
memleketine döndü. Aynı sene Hicaz'a tekrar gelip Yenbu'dan Medîne'ye oradan hac
için Mekke'ye geçti. Abdülhamîd Dağıstânî'nin sohbetlerinden istifâde etti ve
huzûrunda hadîs kitaplarından Sünen-i Ebû Dâvûd'u dinledi.
Bütün
bu hareketli bir hayattan sonra tekrar, Medîne'ye şeyhi Muhammed Mazhar
Müceddîdî'nin sohbetine dönmeyi ve artık hep huzûrunda kalmayı arzu etti.
Medîne'ye doğru yola çıktı. Ancak hocasının vefât haberini aldı. Üzüntü içinde
geri döndü. Abdülhamîd Dağıstânî'nin sohbetlerine devâm etti. Bu hocasının da
vefâtı üzerine büyük sıkıntıya düştü. Hindistan'a gitmeye karar verdiği sırada,
Abdülhamîd Dağıstânî'nin yerine Mevlânâ Seyyid MuhammedSâlih Zevâvî
geçince onun sohbetine devâm etti. Bu hocası da seyâhata çıkınca ızdıraba düştü.
Bu sırada Reşahât kitâbını Farsçadan Arapçaya çevirdi.
Son
hocası Mevlânâ Seyyid Muhammed ona icâzet ve hilâfet verdi.
Reşâhât'ı Arapçaya çevirdiğini görüp, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin
Mektûbât'ını da Arapçaya çevirmesini emretti. "Bu çok zor bir iştir."
diyerek, üstlenmekten çekindi ise de hocası; "Allahü teâlâ büyüklerin hürmetine
sana elbette yardım eder." buyurdu. Bu emre uyarak Mektûbât'ı Arapçaya
çevirdi. Gerçekten güzel bir tercüme oldu ve Dürer-ül-Meknûnât adını
verdi ve basıldı. Bu eserinin birinci cildinin kenarına İmâm-ı Rabbânî
hazretlerinin hayâtını, ikinci cildinin kenarına da Mebde ve Me'ad adlı eserinin ve diğer bâzı risâlelerinin Farsça'dan Arapça'ya
tercümelerini yazdı.
Hocası
ona icâzet ve hilâfet verince, tevâzuundan irşâd makâmına geçmek istemedi. Fakat
geçmesi emredildi. Öğrendiği ilimleri ve kazandığı halleri insanlara sundu. Hep
büyüklerin mektuplarını, kitaplarını ve hayat hikâyelerini okur, anlatırdı.
KAYNAKLAR
1)
İslâm Meşhurları Ansiklopedisi; c.3, s.1469
2)
El-A'lâm; c.7, s.95
|