|
MUHAMMED BİN KA’B EL-KURAZÎ
Tâbiîn
devrinin meşhurlarından ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Ka’b bin
Selîm bin Esed, künyesi Ebû Hamza’dır. Ebû Abdullah da denilmiştir. Babası Benî
Kureyza isimli yahûdî kabîlesinden alınan esirlerden olduğu için el-Kurazî
lakabı ile tanınmıştır. Muhammed bin Ka’b, Evs kabîlesine sığınanlardandır.
Medîne’de yetişen âlimlerden olduğundan el-Medenî denilmiştir.
Tâbiînin büyük âlimlerden olan İbn-i Ka’b, 660 (H.40) senesinde hazret-i Ali’nin
hilâfetinin sonlarında doğdu. Sonra Kûfe’ye yerleşti. Tekrar Medîne’ye geldi.
726 (H.108) senesinde Medîne-i münevverede bir mescidde hadîs-i şerîf okuturken
tavanın yıkılması üzerine cemâattan bir kısmı ile berâber enkâz altında kalarak
vefât etti. Vefât târihi olarak değişik seneler de bildirilmiştir. Peygamberimiz
zamanında doğduğu rivâyeti, ona âit olmayıp babasının doğumu içindir.
Muhammed bin Ka’b, Kur’ân-ı kerîmin tefsirinde, birinci tabakayı teşkil eden
âlimlerdendir. Büyük müfessirlerden olup, ayrıca muhaddisler yanında da sika
(güvenilir) olan râvilerdendir. Avn bin Abdullah, onun için: “Ben, Ebû Hamza-i
Kurazî kadar Kur’ân-ı kerîmin tefsirine vâkıf olan bir kimse görmedim.” dedi.
İbn-i Sa’d da; “Verâ sâhibi olan büyük bir âlim, çok hadis-i şerîf rivâyet eden
sika bir râvi” olduğunu bildirdi. İmâm-ı Iclî de, “Kur’ân-ı kerîmi en iyi
bilendi. Sâlih bir zât olup, Medîne’de hadîs rivâyet eden Tâbiînin sika
olanlarındandı.” demektedir.
Ömrünü,
ilim öğrenmekle ve öğretmekle geçirmiştir. Bir müddet Kûfe’ye gidip, orada
kaldı. Sonra Medîne-i münevvereye dönmüştür. Eshâb-ı kirâmdan birçok zât ile
görüşüp onlardan ilim almıştır. İlimdeki hocaları Eshâb-ı kirâmdır. Abbâs bin
Abdülmuttalib, Zeyd bin Erkam, Abdullah ibni Mes’ûd, Amr bin Âs, Ebüdderdâ,
Fedâle bin Ubeyd, Mugîre bin Şu’be, Ebû Hureyre, hazret-i Âişe ve daha birçok
Sahabîden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Kendisinden de kardeşi Osman, Hâkem
bin Uteybe, Yezîd bin Ebî Zeyyâd, Mûsâ bin Ubeyde, Ebû Ma’şer, Ebû Câfer-i
Hutamî, gibi birçok
zât rivâyette bulunmuşlardır. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri, meşhur Kütüb-i
Sitte imamları, kitaplarına almışlardır.
Muhammed bin Ka’b, Medîne’de bulunan ilim ehlinin en faziletlilerindendi. Fıkıh
ilminde, takvâ ve verâda (haramlardan ve şüphelilerden sakınmada) da üstün bir
yeri vardı. Allah yolunda mal dağıtmayı çok severdi. Bir gün eline bol miktarda
mal, servet geçmişti. “Bunu, oğlun için mi alıkoyuyorsun?” dediklerinde, buyurdu
ki: “Hayır, servetimi kendim için alıkoyacağım. Yâni Allah rızası için
dağıtacağım. Oğlumu da Allahü teâlâya emânet edeceğim.”
Hikmetli sözleri çoktur. Herkese nasihat ederdi. Kendisine gelip soranlara cevap
verirdi. Birgün Muhammed bin Ka’b’dan sordular: “Hangi huylar mümini alçaltır?”
Buyurdu ki: “Çok konuşmak, kendisinde sır olarak bulunanları açıklamak ve
herkesin sözünü kabul etmek insanı küçük düşürür.”
“Allahü
teâlâ bir kulu hakkında hayır murâd edince, onu dünyâ düşkünlüğünden kurtarır,
dinde fakih kılar ve ona kendi ayıplarını görmeyi nasîb eder.”
“Üç
haslet sâhibinin îmânı kemâle ermiştir. Bunlar huzurda iken bâtıla sapmamak,
kızdığı zaman haktan ayrılmamak, gücü yettiği halde haddi aşmamaktır.”
Muhammed bin Ka’b el-Kurezî, Ali bin Ebû Tâlib’in şöyle dediğini rivâyet
etmiştir: “Allahü teâlâ şükür kapısını açıp, artırma kapısını kapamaz, duâ
kapısını açıp duâları kabûl etme kapısını kapamaz, tövbe kapısını açıp mağfiret
kapısını kapamaz.”
“Ömer
bin Abdülazîz halîfe olunca, Muhammed bin Ka’b’a birisini gönderip çağırttı ve
“Bana tavsiyede bulunun, yol gösterin.” dedi. Muhammed bin Ka’b, şöyle
tavsiyelerde bulundu: “Kendin için istediğini insanlar için de iste. Kendin için
istemediğini, iyi görmediğin şeyi, onlar için de isteme. Şunu iyi bil ki, sen
ilk ölen halîfe değilsin. Ey Halîfe müslümanların senden büyüklerini baban, orta
yaşta olanları kardeşin, küçük olanları da çocukların kabûl et. Büyüklerine
hürmet, kardeşlerine merhamet, küçüklerine de şefkat göster.”
"Dünyâ
son durak ve geçici bir yerdir. İyiler ondan yüz çevirir, kötüler ona koşar.
İnsanların kötüsü ona rağbet eden, iyisi ondan uzaklaşandır. Dünyâ kendine
bağlanana sıkıntı verir, helâke düşürür. Boyun eğene hâinlik yapar. Zenginliği
fakirlik, çokluğu azlıktır. Günleri gelip geçer.”
“Yeryüzü iki kişi için göz yaşı döker: Birincisi, üzerinde Allahü teâlâya ibâdet
edip, sâlih amel işleyen, ikincisi de üzerinde Allahü teâlâya günâh ve isyânla
vakit geçiren kimse içindir. Zîrâ günah işleyen ona çok ağırlık verir.”
Kendisinden; “Kim
zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görür. Kim de zerre mikdarı şer işlemişse onu
görür.” meâlindeki (Zilzâl sûresi: 7-8) âyet-i kerîmesi sorulduğunda buyurdu
ki: “Kâfir olan bir kimse hayırdan zerre miktarı bir iş
yapsa karşılığını dünyâdan ayrılmadan önce kendisinde veya ehlinde veya malında
bulur. Karşılığını dünyâda görmesi kendisi için bir hayır değildir.
Mümin
kişi de şerden zerre miktarı bir iş yapsa, âhirete gitmeden onun cezâsını
kendisinde, ehlinde ve malında görür. Böyle olması kendisi için şer değildir.”
KAYNAKLAR
1)
Tabakât-ı İbn-i Sa’d; c.5, s.370,371
2)
Tehzîb-üt-Tehzîb; c.9, s.420
3)
Tehzîb-ül-Esmâ ve’l-Lüga; c.1, s.90
4)
Miftâhü’s-Seâde; c.1, s.49, c.2, s.75, 466,590, c.3, s.199
5)
Hilyet-ül-Evliyâ; c.2, s.212
6)
Ikd-ül-Ferîd; c.1, s.39, c.2, s.17
7)
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.1, s.375
|
|