CİLD       ALFABE       KONU       KABR-İ ŞERİFLER

1.   2.   3.   4.   5.   6.   7.   8.   9.   10.   11.   12.
     
 

MUHAMMED BÂBÂ SEMMÂSÎ

Hâce Ali Râmîtenî hazretlerinin yetiştirdiği büyük velîlerden. Kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük İslâm âlimlerinin on üçüncüsüdür. Râmîten ile Buhârâ arasında bulunan ve Râmîten'e iki kilometre, Buhârâ'ya ise altı kilometre uzaklıkta bulunan Semmâs köyünde doğdu. 1354 (H.755)te orada vefât etti.Tasavvuf ilmini büyük âlim Ali Râmîtenî'den öğrendi. Onun derslerinde ve sohbetlerinde yetişip, tasavvufta yüksek dereceye ulaştı. Hocası, kendisinden sonra irşâd makâmına, Muhammed Bâbâ Semmâsî'yi vekil bıraktı. Diğer talebelerine de, ona tâbi olmalarını vasiyet etti.

Hocasının vefâtından sonra irşâd makâmına geçen Muhammed Bâbâ Semmâsî, çok talebe yetiştirdi ve içlerinden bir kısmını tasavvufta yüksek makamlara kavuşturdu.Bu talebelerinin başında, kendisinden sonra yerine geçen ve ilim deryâsında sedef misâli olan Seyyid Emîr Külâl hazretleri gelmektedir. Bir talebesi de, Şâh-ı Nakşibend Behâüddîn-i Buhârî hazretleridir. Behâüddîn Nakşibend hazretleri,Kasr-ı Hindüvân'da doğdu. Henüz o doğmadan evvel, hocası Muhammed Bâbâ Semmâsî onun doğduğu yerden geçerken; "Bu yerden büyük bir zâtın kokusu geliyor. Pek yakında Kasr-ı Hindüvân, Kasr-ı ârifân olur." buyurdu. Bir gün yine oradan geçiyordu. "Şimdi o güzel koku daha çok geliyor. Ümîd ederim ki, o büyük insan dünyâya gelmiştir." buyurdu. Böyle buyurduğu zaman, Behâüddîn-i Buhârî hazretleri doğalı üç gün olmuştu. Dedesi, çocuğun göğsünün üzerine hediye koyup, Muhammed Bâbâ Semmâsî'ye getirince; "Bu bizim oğlumuzdur. Biz bunu kabûl eyledik." buyurup, talebelerine de; "Kokusunu aldığım işte bu çocuktur. Zamânının rehberi ve bir tânesi olacaktır." buyurdu. Sonra halîfesi Emîr Külâl hazretlerine, bu çocuğun iyi yetiştirilmesini tenbîh etti.

Behâüddîn Buhârî hazretleri anlatır: "Evlenmek istediğim zaman, büyük babam beni Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerine gönderdi. Ona gideceğim günün gecesi, içimde gözyaşı ve duâ isteği kabardı. Muhammed Bâbâ Semmâsî'nin mescidine gidip iki rekat namaz kıldım ve Allahü teâlâya şöyle duâ ettim: "İlâhî! Bana, belâlarına tahammül için kuvvet ve aşkın yüzünden doğacak mihnetlere, meşakkat ve sıkıntılara karşı güç, ver!" Sabahleyin hocamın huzûruna varınca; "Bir daha duâ ederken, "İlâhî, senin rızân nerede ise, bu kulunu orada bulundur!" diye duâ et! Eğer Allah, dostuna belâ gönderirse, yine inâyeti ile o belâya sabır ve tahammülü de ihsân eder. Fakat, Allah'tan ne geleceğini bilmeden, belâ ister gibi duâ doğru değildir." buyurdu. Muhammed Bâbâ Semmâsî'nin bir gece evvelki hâlimi keşfetmekteki kerâmetini anladım ve ona tam bağlandım."

Ehl-i sünnet âlimlerinin ve evliyânın en büyüklerinden olan Hâce Muhammed Bâbâ Semmâsî hazretlerinin yetiştirdiği, tasavvufta yüksek derecelere kavuşmalarına vesîle olduğu yüzlerce velî olup, bunlar içinde dördünü kendisine halîfe seçmiştir. Bunlardan birincisi Hâce Sûfi Suhârî, ikincisi kendi oğlu Hâce Muhammed Semmâsî, üçüncüsü Mevlânâ Dânişmend Ali, dördüncüsü ve en büyükleri Seyyid Emîr Külâl hazretleridir.

 

KERÂMET VE MENKÎBELERİ

NİÇİN SAKLAMIŞ?

Behâüddîn-i Buhârî hazretleri anlatır: "Bir defâsında Hocam Muhammed Bâbâ Semmâsî ile yemek yiyorduk. Yemek bitince, bana bir ekmek uzatıp; "Al, bunu sakla!" buyurdu. Yemek yediğimiz hâlde, bana bu ekmeği vermesinin hikmetini düşünmeye başlamıştım. Bu sırada bana; "Faydasız düşüncelerden kalbi muhâfaza etmek lâzımdır!" buyurdu.Sonra yolculuğa çıktık ve bir tanıdığımın evinde misâfir olduk. Misâfir olduğumuz evin sâhibinin sıkıntılı bir hâlde olduğu görülüyordu. Hocam ona; "Niye üzülüyorsun?" buyurdu. O da; "Bir kâse sütüm var, fakat, süte banıp yemek için ekmeğim yok. Ona üzülüyorum" dedi. Hocam bana dönüp; "İşte acabâ ne için ayırıyoruz? diye düşündüğün ekmek bu iş içindi, ver sahibine yesin." buyurdu."

 

BEYİTLER

NÛR VE ZİYÂ

Allah adamlarından, çok büyük bir velîdir,

Derecesi yüksek ve kerâmet sâhibidir.

 

Ali Râmîtenî’nin, mübârek sohbetinde,

Yetişerek kemâle, geldi nihâyetinde.

 

Buhârâ’nın Semmâs nâm, köyünde doğan bu zât,

Çok insan yetiştirip, orada etti vefât.

 

Resûl’ün kalbindeki, ilim, feyiz ve nûrlar,

Kalbden kalbe akarak, ona vâsıl oldular.

 

Hocasından aldığı, nûrları o da yine,

Seyyid Emîr Külâl’in, verdi temiz kalbine.

 

Ayrıca Behâeddîn Buhârî’ye de bu zât,

Çok teveccüh ederek, ilgilenmişti bizzat.

 

Kasr-i Hinduvân diye, bir köy vardı ki meşhur,

Behâeddîn Buhârî, bu beldede doğmuştur.

 

Lâkin henüz doğmadan ve işitilmeden adı,

Onun geleceğini, müjdeledi üstâdı.

 

Şöyle ki, her geçişte, o, Kasr-i Hinduvândan,

Derdi: “Bana bir koku, geliyor ki buradan,

 

Zuhur eder bu yerde, çok büyük bir evliyâ,

İnsanların kalbine, saçar o, nûr ve ziyâ.”

 

Gelince yine bir gün, bu bereketli yere,

Buyurdu ki: “O koku, fazlalaşmış bu kere.

 

Öyle zannederim ki, o gelmiştir dünyâya,

Büyüyüp yetişince, bu dîni eder ihyâ.”

 

Bunu söylediğinde, hakîkaten o velî,

Henüz üç gün olmuştu, bu dünyâya geleli.

 

Dedesi, kucağına, alıp bu torununu,

Ve Bâbâ Semmâsî’ye, getirdi derhâl onu.

 

Görür görmez, kalbini, sardı bir sevinç, huzûr,

Buyurdu: “O dediğim, büyük zât işte budur.”

 

Şefkat ve muhabbetle, bağrına bastı onu,

Buyurdu: “Evlâtlığa, kabûl ettik biz bunu.”

 

Sonra Emîr Külâl’e, buyurdu ki: “Ey oğlum,

Bunun yetişmesini, sana ısmarlıyorum.”

 

Ne zaman ki gelmişti, o, evlenme çağına,

Geldi Bâbâ Semmâs’ın, mübârek ocağına.

 

Huzûruna çıkmadan, mescide girdi önce,

Secdeye kapanarak, duâ etti şöylece:

 

“İlâhî, belâlara, türlü sıkıntılara,

Sabredebilmem için, güç kuvvet ver bu kula.”

 

Oradan, üstâdının, yanına gelir gelmez,

Buyurdu ki: “Evlâdım, öyle duâ edilmez.

 

Allah’tan belâ değil, hep âfiyet istenir,

Yâ Rab, beni rızâna, vâsıl et demelidir.”

 

Beraber yemek yiyip, kavuştu iltifâta,

Gözü ondan gayriyi, görmüyordu âdetâ.

 

Yüksek teveccühüne, nâil olup o yine,

Ellerini öperek dönüyorken evine.

 

Ona bir ekmek verip, buyurdu ki: “Evlâdım,

Al bunu, belki yolda, birine olur lâzım.”

 

Düşündü ki “Yemeği, yemiştik biz hâlbuki,

Verdikleri bu ekmek neye lâzım olur ki?”

 

Yolda misâfir oldu, bir fakirin evine,

Gördü ki muhtaç idi, bir ekmek dilimine.

 

Ekmeği ona verip, öğrendi hikmetini.

Anladı üstâdının, büyük kerâmetini.

 

Yâ ilâhî, bu büyük velîler hürmetine,

Nâil eyle bizleri, af ve magfiretine.

 

KAYNAKLAR

1) İrgâm-ül-Merîd; s.55

2) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c.1, s.153

3) Hadâik-ul-Verdiyye; s.122

4) Hadîkat-ül-Evliyâ 1. Kısım, s.16

5) Nefehât-ül-Üns Tercümesi (Osmanlıca); s.414

6) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Arâbî); s.41

7) Reşehât Ayn-ül-Hayât (Osmanlıca); s.62

8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1115

9) Rehber Ansiklopedisi; c.12, s.285

10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.10, s.296